REKLAMI GEÇ

Prof. Aziz Konukman’la ekonomi üstüne ‘eski’ bir röportaj-1

Prof. Aziz Konukman’la ekonomi üstüne ‘eski’ bir röportaj-1

Dolar aldı başını gidiyor. Olan bitenin başkaca tanımı yok. Bakmayın 7 TL’ye tırmanıp, 6 TL’ye razı ettiğine. Aslında kurun hem salınım, hem de şimdiki stabilize düzeyinin yol açtığı erozyon inanılmaz rakamlarla ifade ediliyor. Bu bir hırpalanma değil. Doğrudan tahribat. Sadece kur mu? ABD’nin yaptırım kararlarının asıl etkisi psikolojik. Yoksa sermaye kaçışı, uluslararası reyting kuruluşlarının sürekli hale gelen nötr kararlarıyla neredeyse geri dönülmez noktaya doğru sürükleniyor.

Yaşar TOK / DENİZLİHABER / 25 Ağustos 2018 Cumartesi, 09:38

Oysa bu gelişmeler birkaç yıldan beri ‘geliyorum’ diyordu. Görmek gerekmeden, öngörüyle kolayca hangi yöne evrildiği tespit edilebiliyordu. İktisadın duayen hocaları her fırsatta çıkacak fırtınaya dikkat çekiyorlardı.

Bu öngörülerden birini geçen yıl Gazi Üniversitesi’nin efsane ekonomi hocalarından Prof. Dr. Aziz Konukman’la konuşmuştuk. 2017 yılı Nisan’ında yapılan Anayasa referandumunun hemen öncesinde. Hocayla özel bir röportaj gerçekleştirmiş, Anayasa değişikliği çerçevesini de içeren değişimlerin ekonomi üzerindeki etkisinin neler olabileceğini anlamaya çalışmıştık.

Hoca mukallit, basit konuşan, açıklamalarını halk deyimleriyle örnekleyerek kolayca anlatabilen keyifli bir konuşmacıydı. Ancak çizdiği tablo o kadar vahimdi ki, gelecek dönemlerde bu tür bir tabloyla karşılamak düşüncesi bile ürperticiydi.

Asıl önemlisi, söylediklerini, üzerinden bir buçuk yıl geçmiş olmasına karşın, sanki dün söylemiş gibi okuyabiliyor olmaktı. Gerçekten de bugün yaşanmakta olan ekonomik çöküşün izlerini o günlerde tek tek saymıştı Aziz Hoca. Ben ses kaydının çözüm metnini yeniden okuduğumda, sanki dün oturup konuşmuşuz hissine kapılmadan edemedim.

Bu röportaj o günlerde yayınlanamadı. Referandum hayhuyu içinde planlanmış başka yazı dizileri nedeniyle arşive kalkmıştı. Bir de ekonomiden çok hukuk ve siyaset alanı algılarımızı esir etmişti. Bu ve benzeri nedenlerle röportajı rafa kaldırmış, sonraki zaman içinde ne tür gelişmeler yaşanacak, görmek istemiştik.

Bir de şu notu düşmek istiyorum: O günlerde bu metni iyi ki yayınlamamışım. Yoksa şimdi görüşmüş olsaydık, ortaya çıkan tablonun sadece entelektüel eleştirilerin ortak argümanlarını konuşmuş olacaktık. Kanımca bu röportajın üzerinden bunca zaman geçtikten sonra yayınlanmasını değerli kılan da bu!

‘SALDIM ÇAYIRA MEVLAM KAYIRA!’ EKONOMİSİ

Hocam peşreve gerek yok. Ne olacak bu memleketin hali.

Bir kere Hükümetin yol haritası niteliğinde bütün resmi belgeleri çöktü. Biliyorsun bir siyasal iktidarın önündeki döneme ilişkin bir takım belgeleri vardır. Bunu da kendileri hazırlar.

Nedir bu? Genellikle ekim ayında bütçeden önce hazırlanması gereken ama nedense gelenek haline geldi, ekim ayında açıklanıyor. Halbuki bu durum, o belgelerin hazırlanmasına mesnet teşkil eden kanuna aykırı. Çünkü bütçeler için 5018 sayılı mali yasa bu bütçeler için takvim vermiş. Diyor ki eylülün birinci hafta sonuna kadar orta vadeli program açıklanır, ikinci yarısına kadar da orta vadeli mali plan, yani parasal bütçe boyutları açıklanır.

Bizimkiler, mali açıdan çok ‘kutsal’ olan bu ayda, senin yol haritanı belirleyecek takvimi atıyorlar bir kenara ve onu ekim ayının 7-8’inde açıklıyorlar. Ama zaten on beşinde yasa gereği Meclise geliyor. Şimdi bu kaç günlük oluyor, yedi günlük bir belge oluyor.

BÜTÇE SAYDAM OLMALI

Peki, bunu neden bu kadar kısa tutuyor?

Bu bütçe önceden tartışılmasın istiyor, çıkacak tartışmaları bloke etmek için yapıyor. Normal çağdaş burjuva rejimlerinde bunlar saydamlık gereği kamuoyuna verilir. Çünkü kamuoyunun örgütlü yapıları bunları alır ciddi bir süzgeçten geçirir, meclise geldiğinde eleştiriler hazırdır. Zaten o eleştiriler meclis kanalıyla yönlendirilir. Mesela bir kuruluşun eleştirileri hemen milletvekillerine gönderilir, mecliste de malzemesi hazır olur.

Siz ne yaptınız bunu, yolunu kestiniz. Üstelik hazirandaydı bu başlangıç. İşte hazırlayamıyoruz, bilmem ne yapamıyoruz dediler, bunu üzerine eylül olsun denildi. Bu sefer o teamüle de uyulmuyor.

BÜTÇEDE KATILIMCILIK ESAS OLMALI

Buna ekonomi kültürü mü, demokrasi kültürü mü, ‘ben yaptım oldu’ kültürü mü diyelim?

Bu demokrasi kültürüyle ilgili bir şey. Bu kültür oluşmamış. Halbuki 5018 sayılı yasa gelirken özellikle bu saydamlık iddiasıyla geldi. Ama buna uyulmuyor. Neden? Bütçe haddi diye bir kavram var. Kökleri Magna Carta’ya dayanıyor. Kısaca meclisin, yöneticilerin bütçe kararını denetlemesi oluyor bu. Meclis ne? Halkın temsilcisi! Halk adına burada bu bütçe yapılıyor.

Bütçe aslında vatandaşların çeşitli hizmetlerinin yapılması için bir sipariş listesidir. Halk ne yapar, hükümete yetki verir, bunun büyüklükleri belirlenir, sonra gelir genel kurula, teknik komisyonlarda tartışması yapılır; işte medyaya açık olsun, tartışılsın filan…

Dolayısıyla, böylesine önemli, bütçe öncesi süreçler kamuoyuna açık olmalı, daha doğrusu katılım süreçlerini daha bütçe hazırlık süreçlerindeyken de yapmak gerekir. Bir adım daha ileri giderek söyleyelim, bırakın yasaya uygun açıklama yapmayı, daha mutfaktayken talebi olan toplumsal sınıfların bütçenin hazırlığında katılımcı bir esas var mı? Mesela Porta Allegro’da bütçe böyle yapılıyor. Mahalleler örgütleniyor, sınıfsal talepler ortaya çıkıyor, bütçeye şekil mutfakta veriliyor.

HİÇ BİR BÜTÇE TUTMADI

Bu yasal gereklilik Türkiye’de şimdiye kadar tıkır tıkır işledi de biz mi haberdar olmadık?

Ben ondan vazgeçtim. O bizim hiçbir dönemimizde olmadı, şimdi de yok. Ama en azından hazırlık süreçleri açık yapılmalı. O da yok. Dolayısıyla bütçe hakkı zedelenmiş durumda.

Yol haritasına dönersek, bu çok önemli. Buradaki amaç hükümetin niyetini öğrenmek aslında. Gerçekleşir, gerçekleşmez ayrı konu ama niyeti öğrenmek açısından önemli. Aslında niyet öğrenmenin dışında ciddiye alınacak belgeler değil bunlar. 2003 yılında başlamış bu, tarihte yanılabilirim. O tarihten bu güne orta vadeli programları inceleyip bir matrix yaptım. Hep makro hedef öngörülmüş ama gerçekleşmemiş. Bir tanesi tutmuyor. O nedenle ciddiye alınacak belgeler değil.

MARSHALL PLANI İLE BAŞLADI

Ciddiyetsizlik dediğiniz gerçekleşmeyen öngörüleri nasıl anlayalım?

Somut örnekler vererek devam edelim de bu ciddiyetsizliği daha iyi açıklayalım. Bir hesap yaptım, 2016-17-18-19’da ortalama dolar kuru ne kadar öngörülmüş? Bunun önemi şurada, bütün bu bütçenin çatısını Dolar kuru belirliyor. Neden, üretim yapabilmek için dışarıdan ithal girdi kullanmamız gerekiyor. Bu AKP döneminde oluşmuş bir şey değil. İthal ikameciliğin tıkandığı dönemden beri, espriyle söyleyelim, kolay aşamasının yapılıp zor aşamasının geçilemediği bir durum.

ÖĞRENCİYİ SINAVDA ÇAKTIRIRIM

Sözünü ettiğiniz makro planlamadaki arızalar ne zamandan beri bu kadar belirleyici hale geldi? Devletçi iktisat politikalarının 1930’lardaki başarısını göz ardı mı edelim?

İşi Marshall Planı perişan etti. Ne dedi, aman ha hafif sanayi ve tarımda ihtisaslaş ama sakın ağır sanayiye girme! Bugüne, günümüze gelindiğinde döviz kuru bizim için hayati öneme sahip. Sokaktaki adam için de çok önemli. Bakın 2016 kuru 2.96 hesaplanmış. 2017 yılı kuru 3.18, 2018 kuru 3.29 ve 2019 yılı kuru 3.38 olarak öngörülmüş. Benim öğrencim bana gelip, “önümüzdeki dönem benim yol haritam bu Hocam” dese, ben o çocuğu sınavda çaktırırım.

MANŞETİMİZ “SALDIM ÇAYIRA!…”

Bunca ekonomi uzmanı aylarca çalışıp bu hataları nasıl yapıyor?

Şimdi haksızlık yapmayalım. 1980’lerden sonra bu planları hazırlayan bürokrasi de erozyona uğradı ama kolaycı eleştiriden kaçınarak belirtme gereği duyuyorum, büyük ihtimalle onlar 3’lü, 4’lü senaryo hazırlamışlardır. Siyasi otorite bunu kabul etmiştir.

Şimdi böyle bir yol haritasıyla, düşünün diyelim ki işsizlikle ilgili, enflasyonla ilgili bütçe hazırlayacaksınız, bu film koptu demektir. Şu anki modelin adını söylüyorum, ‘saldım çayıra, Mevlam kayıra’ modeli! Manşetimiz bu!

Bu koşullarda Kur nereye gider?

Bizim döviz kıtlığımız kronik bir olay. Çünkü bu yapısal hale gelmiş. Yani bu x otoritesinin ‘döviz satın, filan yapın’ gibi ucuz popülist politikalarıyla yürütülecek bir şey değil. Siz kampanya yapıp yastık altındaki ya da bankadaki dövizinizi çektiniz. Tamam, itirazım yok. Peki, bu ülke ham petrolü ne ile alacak? Dövizle. İster halının ister yastığın altında olsun, sonunda bu para ödenecek kardeşim.

ZEYBEKCİ KENDİSİ DE İNANMIYOR

Zeybekci buna bir çözüm önermişti hatırlarsanız. Nasıl bu noktaya geldi?

Denizlili Bakan dedi ki ‘ben bir formül buluyorum; ulusal para cinsinden bir ödeme!’ Bunlar çok kısmi, palyatif, işin özüyle uğraşmayan girişimler. Çünkü işin özü senin ödemelerinin dövize muhtaç olması, bu kadar basit! Aslında Bakan çok zeki birisi. Baş başa kalsak, sizinle benim şu an olduğumuz gibi bir muhabbet etsek, eminim kendisi de inanmayacak, buna adım gibi inanıyorum. Ama onu frenleyen başka şeyler var. Oysa aklın yolu bir, zekamızla kimse alay etmesin.

İKİ ADIM İLERİ BİR ADIM GERİ

İthalatın terbiyesi mümkün değil mi? Böyle bir terbiye mesela ithal girdilerin yarattığı döviz çıkışını daha dengeli hale getiremez mi?

Bir rakam vereyim size: Kabaca örnek veriyorum, 100 Dolarlık bir ihracat için 65 Dolarlık bizim ithal girdi kullanmamız lazım. Bu sektöre göre 85’e kadar çıkar veya daha düşük olabilir. Ama ortalama 65 dolar girdi kullanmak zorundayız. Çünkü Türkiye uzun yıllar ucuz maliyetli yüksek faiz kaynağı kullandı. Korkut Boratav bu döneme ‘Lale devri’ diyor. Cumhuriyet tarihinin ortalaması %5, AKP iktidara geldiği 2002’den 2007’ye kadar %7 ile büyüyor. Bu çok büyük bir başarı! Doğruya doğru. Ama sonra bu rakam 3-3.5 bandına iniyor. Hele 2013’ten sonra film tamamen kopuyor. Ben buna ‘Mehter marşıyla büyüme’ diyorum. Çünkü artık sıcak para dediğimiz, dışarıdan kısa vadeli sermaye hareketleriyle büyüyoruz, iki adım ileri, bir adım geri gidiyoruz. Üçer aylık verilerle incelerseniz şunu görürsünüz; Kısa vadeli sermaye hareketlerinin serbestleşmesi 1989’da 18 sayılı kararla oluyor. Bizim kambiyo mevzuatımızda o yıla kadar yasak. Oysa şimdi cebindeki telefondan bile girip takip ediyor. Yasaklamanın imkanı yok. Geliyor, bir yıl kalıyor, parayı alıp gidiyor. Onun için ne yapmanız lazım, yüksek faiz, düşük kur. O dönemdeki hükümetler bunu sağladılar. Bu şu demek: buraya gelip Dolarınızı bozdurdunuz. TL cinsinden bir yıllık bir yere yatırdınız. Aman ha, bir yıl içinde Dolar kımıldarsa, Dolar bazındaki kazancınız azalır. O nedenle dolar ibresinin yukarı doğru oynamaması lazım. O sıralar zaten sabit kur sistemi vardı, gayet iyi gidiyordu.

2008 KRİZİ TEĞET GEÇMEDİ

Sabit kur sistemini terk edeli 17 yıl oldu. Sonrasında büyüme, sermaye girişi, yatırım gibi pek çok faktör arttı. Kişi başına düşen 10.000 dolar. 2008 krizi bile teğet geçti.

Aslında bu görünen yüzü. Oysa 2001’den sonra film koptu. Sonrasında yapılan Kemal Derviş düzenlemeleriyle 2002’de yeniden canlandı ve AKP tam o sırada iktidara geldi. 2007 de aksadı ama 2009’dan sonra, o küresel krizden sonra da fena olmadı. Bunun nedeni teğet geçmek falan değildi. Ortalama 4.5 küçülmeydi. Siz küçüldüyseniz, sonrası zaten fena görünmez ama o küçülme teğet olmaz. Tam ortasından vurulup geçmektir.

Teğet geçmedi mi diyorsunuz?

Teğet nasıl olabilir? İktisat biliyorsunuz sıfırlı bir oyundur. Öyle ‘kazan-kazan’ falan hikaye. Bir taraf kaybeder, diğer taraf kazanır. Onun için kazanan taraf hakikaten teğet geçti der. Doğrudur. Çünkü onlara hiçbir şey olmamıştır. Ama kaybeden için hiç öyle olmaz. Göbeğinden vurulur. Teğet geçti diyen bunu tabi ki bilmez, yoksulmuş, kaybedenmiş onu ilgilendirmez. Çünkü ‘Türkiye’ deyince onlar kendilerini anlıyorlar. İstikrar dedikleri de kendilerinin istikrarıdır. Teğet geçtiği zamanki manzara buydu.

DEVAM EDECEK

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı