Taksim direnişi savaşa davul zurna ile giden bir halkın devrimidir

Gündem Gezi direnişi… Direnişin ön plana çıkan yönü ise argüman olarak mizahın kullanılması… Sosyal medyada fırtına gibi esen mizahi sloganlar, bu hareketin lokomotifi olmuş durumda. Yaşar Tok, tam böyle bir dönemde, Denizli’ye gelen Gırgır Dergisi’nin efsane Çizeri Nuri Kurtcebe ile direniş ve mizahı konuştu…
/ DENİZLİHABER / 10 Haziran 2013 Pazartesi, 12:23
Taksim Gezi Parkı direnişi ile açığa çıkan genç zekaya hep birlikte şapka çıkarıyoruz. Şarkılar, pankartlar, duvar yazıları, grafitiler, sloganlar, el ilanları, duyurular…
En çok hayranlığımızı kazanan, boş bulunan her yere serpiştirilmiş harflerin bir araya gelerek döktürdükleri özgürlük arzusuyla donanmış dinamik ve keskin mizah oluyor.
Gün geçmiyor, herhangi bir konuda şaşırtıcı, sıradışı ve etkileyici performansa muhatap kalmayalım. Başta müzik grupları olmak üzere, neredeyse her konuda genç insanların yeteneklerini sergilemelerine tanık oluyoruz. Tümü de yaratıcı ve güçlü anlatımlar. Kendini ifade konusunda son olarak “Walt Street’i İşgal Et” eyleminde tanık olduklarımızla karşılaştırırsak, olağanüstü!
Her kesimden, eğilimden ve düşünceden insanlar bunlar. Gençlik yalnız değil. Farklı yaş gruplarından ve sosyal statülerden insanlar onları yalnız bırakmıyor. Çağrılarına kulak veriyorlar. Yaşlılar gücü yettiğince, esnaf imkanları ölçüsünde, çocuklar ailelerinin verdiği izin kadarıyla Taksim direnişinde kendilerine düşeni yerine getirmeye çalışıyorlar.
Mizah bu sürecin ilk günden beri en etkili silahı olageldi. Öyle ki, üzerine gaz bombaları, coplar ve tazyikli sularla saldıran polise önceki genç kuşakların aksine, kaldırım taşlarının yanı sıra, sivri dilleriyle de yanıt veriyorlar. Savunma reflekslerinin en önemli unsuru mizah oluyor. Duvarları, yerleri, ağaçları, kağıtları, kısaca boş gördükleri her yeri kendilerini ifade etmenin medyasına dönüştürüyorlar. İletişim araçlarını olağanüstü yetenekte kullanıyorlar. Teknoloji sanki onlar için yaratılmış. O teknolojiyle hem kendi renklerini, hem yeryüzü renklerini yeniden boyuyorlar.
Denizli’yi ziyaret eden Gırgır kuşağı mizahçılarından Nuri Kurtcebe ile işte bu minvalde söyleştik. Kendisini ilkin “Gaddar Davut” ile tanıdığımız ünlü çizeri, çizgileriyle anlattığı Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı adlı kitabının yeniden basımı için çıktığı imza ve söyleşi yolculuğunda sütunlarımıza konuk ettik.
Böyle bir zamanda, böyle bir konuk bulduğunuzda ne konuşulması gerekiyorsa onu konuştuk. Konu elbette Taksim Direnişi ve direnişin en güçlü silahı Mizah’tı. Mizahın savunmacı ve saldırgan diliydi.
İşte Nasrettin Hoca’dan başlayıp, Özgürlük sorunlarını konuşmaya uzanan söyleşimiz.
“BİZ HOCA NASRETTİN TORUNLARIYIZ”
Y.T : Devam eden Taksim Gezi Park direnişinin dikkat çeken en önemli iki özelliği var. Birincisi gençliğin kendi inisiyatifiyle böyle bir direnişi örgütlemiş ve halen yürütebiliyor olması, ikincisi de kullandığı savunma araçları içinde en önemlisinin Mizah oluşu. Mizahın güç ve etkisini biliriz ama Türkiye protest siyaset arenasında ilk kez bu kadar etkili oluyor. Siz bu etkiyi neye bağlıyorsunuz?
N.K : Nasreddin Hoca’nın torunları olmamıza bağlıyorum. Bizim profesyonel olarak mizah yapmamıza gerek yok aslında, biz zaten doğuştan mizaha yatkın bir toplumuz. Düşünebiliyor musun, savaşa davul zurna ile uğurlanıyorsun bu ülkede. Mizahın Allah’ına bakar mısın? Adam “ne diyor bunlar, ne yapıyor bunlar” diye soruyor kendine. Yahu düğüne mi gidiyorsun, savaşa mı gidiyorsun? Bizdeki toplumsal mizahın en önemli unsurlarından biridir bu.
“MUSTAFA KEMAL YATTIĞI YERDEN DEVRİM YAPTI”
Y.T : Siyasi iktidarı da çok fazla etkilemiş görünüyor direnişin bu mizah dili. Başbakan’ın zaman zaman kontrol dışına çıkan tepkilerine biraz da bu dil mi yol açıyor dersiniz?
N.K : Onları çok etkiledi. Demin söylediğim gibi Hoca’nın torunlarıyız, Başbakan’ın anlaşılmaz öfkesi karşısında halk durumu alaya alıyor. Onlar da buna katlanamıyor. Bu durum gösteriyor ki, bizim toplumumuz aslında öyle koyun falan değil. Son olayların gösterdiği gibi oldukça bilinçli, kültürlü ve kendi yurdu üstünde oynanan oyunlara karşı çok duyarlı bir toplumuz.
İktidardakiler hiçbir eyleme, etkinliğe ve hak arayışına tahammül göstermiyorlar. Diğer yandan, toplum Mustafa Kemal gibi önderlerine, Cumhuriyet’e, devrimlerine nasıl sahip çıktığı ve çıkılması gerektiğini gösteriyor. Bu gün bir Devrim gerçekleşiyor. İstanbul’da, halkın arasında duyduğum bir cümleyi aktarayım, “Mustafa Kemal yattığı yerden devrim yaptı.” Bunu da emanet ettiği gençlik eliyle gerçekleştirdi. Bu gün tüm Türkiye halkı, 7’sinden 70’ine bu günkü iktidarla alay etmektedir. Alay ede ede bu devrimi yapmaktadır.
“BU MİZAH ERDOĞAN’IN GİDİŞİNE TENEKE ÇALMAKTIR”
Y.T : Tencere tavayı da aynı mizah kategorisinde görebilir miyiz?
N.K : Evet aynen öyledir. Alay etmek istediğin kişi için söylenen ‘peşinden teneke çalmak’ deyimi bize mahsus bir deyimdir. Daha önce de yapıldı, O zamanın Adalet Bakanı kimdi? Bak isimlerini bile hatırlamıyoruz görüyor musun? Yani bu kadar izi tozu kalmayan tipler bunlar. Tarihe bu kadar geçiyorlar.
Y.T : Şevket Kazan. Hukukçu, asıl mesleği avukatlık.
N.K : Evet Şevket Kazan. Eski Refah Partisi’nden Erbakan’ın Adalet Bakanı. Onunla da öyle alay edilmişti. Kazan çalınmıştı. Kazan çok komik bir malzemedir. Ben de o zamanlar Cumhuriyet Gazetesi’nde kazanlı bir karikatürünü çizmiştim. Başbakan tencere tava ile alay etmeye kalkıştı ama bu kez insanlar onun ardından teneke, tencere, tava çalmaya başladı. Doğrusu da bence bu. Bu adamlar öyle ciddiye alınacak adamlar değil aslında, bu adamlarla alay etmek lazım. Halk en doğrusunu yapıyor.
“HALKTA, BAŞBAKAN’DA GÖREMEYECEĞİMİZ BİR ZEKA VAR”
Y.T : Bu kez başka bir durum var. Başbakan’ın her söylediği söz kendisine mizahi bir silah olarak geri dönüyor. Bumerang gibi dönüp dolaşıp kendini vuruyor. “Çapulcu” öyle, “ayyaş” öyle. Halk ironisi diyebilir miyiz buna?
N.K : Vallahi hakikaten inanılmaz. Bu topluluk nasıl organize oldu? Başbakan kendisi yol açtı. Halk bu açığı iyi gördü. Bundan sonra bu hareket aynı şekilde silahsız, tencere tavayla, “ben de çapulcuyum, ayyaşım” diyerek devam edecek ve kazanılacak bir mücadeledir. Halkta, Başbakan’da hiçbir zaman göremeyeceğimiz yüksek bir zeka vardır. Taksim’de bu zeka pırıl pırıl ortaya çıkmıştır. Hem de “bunlardan adam olmaz” deyip hizaya getirmeye çalıştığı en genç halk kuşağında ortaya çıkmıştır. Terbiye etmeye çalışıp içkisini yasakladığı, ayyaş diye yaftaladığı insanlardır bunlar. Bu direniş, aynı zamanda gençliğin, iktidarın yarattığı korku imparatorluğundan korkmadığını da göstermiştir. Bir örnek vereyim, oğlum anlattı; polis demiş ki, “bir dakikaya kadar dağılmazsanız müdahale edeceğiz kalabalığa.” Direnişten bir genç megafonla bağırmış, “siz dağılmazsanız biz 20 saniye sonra müdahale edeceğiz.” Polis böyle anonslar yiyor orada şimdi. Yani bu kez korku yerini yürekli bir cesarete bırakmış durumda. Bu defa karşılarında cesur halkı buldular.
Ben de en büyük şakayı yapacağı birkaç gün içinde. Gerçi canlı karikatür çizmiyorum ama Tayyip Erdoğan’a teşekkür edeceğim. “Allah senden razı olsun, bölmeye çalıştığın insanlar yine senin sayende meydanlara çıkıp itiraz ettiler, direnmeye başladılar” diyeceğim.
Bu arada belirteyim, Ümit Boyner’in, Cem Boyner’in bu kalabalığın arasına karışıp “ben de çapulcuyum” demesini tasvip etmiyorum. Onlar da bu ülkeye ve insanımıza az zarar vermediler.
“DESPOT VE FAŞİST REJİM”
Y.T : Mizahı konuşmaya devam edeceğiz. Ama biraz da mizahsız devam edelim. Direniş eylemi tüm Türkiye’ye yayıldı, sınırları aşıp kıtalara yayıldı. Ama geleneksel eylem yapma biçimlerinden farklı bir özellik göstererek oldu bu. Bu güne kadar hak arama eylemleri kısa zamanlarda ve odak hedefler belirleyerek, lokal taleplerle günlük eylem olarak gerçekleşirdi. Oysa Taksim direnişi zamana yayıldı ve daha uzun vadeli, kalıcı taleplerle donandı. Direnişin biçimi, üslubu ve etkisi göz önüne alındığında bana öyle geliyor ki, bundan sonra eylem yapma biçimlerinin karakteri değişecek.
N.K : Çok doğru, bu artık değişecek. Bu gün istenen tek şey, polisin eyleme müdahale etmemesi. Az önce öğrendim, Polis Denizli’de hiç müdahale etmemiş. İstanbul ve İzmir polisleri alanlardan çekildi. Ankara polisi ise direniyor. Yani birçok yerde kardeşlik ve barış içinde hak arama mücadelesini, 11 yıl süren bu despot, faşist rejime karşı sürdürüyor halk. Bunun adını ne yazık ki Tayyip Erdoğan “Siyasal İslam Faşizmi” koydurttu. Onu dedik, bunu yazdık, şunu çizdik olmadı, anlamadılar. En sonunda ben de diyorum ki, Nasrettin Hoca’nın çocukları ayaklandı. Alay ede ede, kakara-kikiri, güle oynaya ve kahkahalar içinde bu iktidarı götürecekler. Kansız, topsuz-tüfeksiz yapacaklar bunu. İktidar sahipleri şu anda sadece direniyor. Direniyor ama dikkat edin eskisi gibi efelenemiyor.
“CHP’YE GÜVENMİYORUM”
Y.T : Önümüzdeki yerel seçimlerin erken genel seçim kararıyla birleşebileceği konuşuluyor. Varsayalım bu oldu. Şimdiki gençlerin meclise gitmesi nasıl bir sonuç doğurur?
N.K : Valla ilginç olur herhalde. Ben şimdiki CHP’ye güvenmiyorum. Kılıçdaroğlu’nun liderlik ve parti genel başkanlığını eksik buluyorum. Kendi oğluma da söyledim, önümüzdeki genel seçimler, katakulli yapacakları son şansları olacaktır. Bu saatten sonra hem genel, hem de yerel seçimlerde bizim eskiden beri söylediğimiz gibi oylar herkesin önünde sayılmalı. Elektronik ortamda değil. Bu gün sokakta gördüğümüz gençler o gün gidip sandık başında gönüllü nöbet tutacaklar ki, adaletli bir seçim sonucu elde edelim. Ben umuyorum, bu coşku yerel ve genel seçimlere kadar uzayacaktır.
Y.T : Gelecek seçim dönemine kadar hükümetin bertaraf edici bir manevrası olabilir mi?
N.K : Hükümetin manevrası demeyelim ama ABD’nin Ortadoğu manevraları içinde düşünelim. Şimdi ABD’nin emirlerini Başbakan Erdoğan, bu gençlik ve halk direnişi karşısında nasıl uygulayacak? Tüm dünyadan alkış alan bir harekettir bu. Biraz daha ileri gidelim, emperyalist politikaların bölgemizdeki iflasıdır bu. Tüm dünyaya örnek bir direniş var ortada. Bu halk ve gençlik, toplumsal kazanımların nasıl elimizden alınamayacağını gösteriyor, göstermeye devam edecek.
“HÜKÜMET BİNDİĞİ DALI KESTİ”
Y.T : Peki ilk soruyu şimdi soralım. Ne oldu da Türkiye bu hale geldi? Hükümetin izlediği Ortadoğu politikaları, yasal düzenlemelerle gündelik hayata yaptıkları müdahaleler, meslek örgütlerinin bertaraf edilmesine yönelik KHK’ler, son içki yasası, torba yasa vs. ile ne yaptı?
N.K : Hükümet kendi bindiği dalı kesti. Bunu bilinçli biçimde yaptı üstelik. Ama sonunu hesap edemediler ve hala hesap edemiyorlar. Halkın tepkisini görünce bocaladılar. Bu saatten sonra Erdoğan’a ancak şu söylenebilir; burası Mustafa Kemal’in ülkesi. Hiç kimseyi bu topraklardan kovma hakları yok. Çok istiyorsa gidip Patagonya’ya başbakan olsun, diktatörlük hevesini orada gidersin. Toplum bu güne kadar sustu ama “ya sabır” diye diye sustu. Bu hayra alamet değildi, Erdoğan bunu göremedi. Bundan sonra artık susturamaz. Halkın tepesi bir kere attı artık.
Y.T : İzlenen dış politika pek çok sosyolog tarafından ‘Osmanlıcı’ olarak yorumlanıyor. Ayrıca bu politikalar, ABD ile birlikte genel bir Ortadoğu perspektifi içinde yapılıyor. Arap Baharı, Suriye, İran gerginlikleri aynı diplomatik anlayışla ilişkili olarak görülüyor. En başta ABD ile ilişkileri bu hareket nasıl etkiler ve hükümetin dış politika anlayışına nasıl etki eder?
N.K : Aslında Hükümetten çok ABD bu direnişe ilgi duyuyordur. Bu saatten sonra bu topraklarda “Büyük Ortadoğu Projesi”(BOP)’ni nasıl ilerletir ve uygularız onu düşünüyordur. Çünkü çok tuttukları BOP eşbaşkanı onların gözünde iflas etmiştir. Bunu nasıl değerlendirecek göreceğiz. Zaten izlenen dış politika AKP’nin değil, ABD’nindir. O nedenle Halkın direnişi bu politikalara nasıl yön verecek, onu hesaplayacaklardır.
“ASIL BÖLÜCÜ ERDOĞAN’IN KENDİSİ”
Y.T : O zaman genel Ortadoğu politikalarını da etkileyecektir diyorsunuz.
N.K : Etkileyecektir. Ama Türkiye bu topraklarda parçalanmayacak, toplumu parçalayamayacaklar. Bir zamanlar takiyye yaparken halkı kandırabiliyorlardı. Ne zaman takiyyeden vaz geçtiler, o zaman halka bodoslamadan çarptılar.
Y.T : Bunları karikatürlerle anlatıyor musunuz?
N.K : Bu soruyu çok soruyorlar, artık sözün bittiği yerdeyiz. Bunlara yazılacak yazı, çizilecek karikatür de kalmadı ki. Onların anladığı dilden Türkiye halkı ve gençliği meydanlarda konuşuyor. Karikatürünü çiziyor, resmini yapıyor, mizahın en güzeli ile hak ettiği cevabı veriyor. Üstelik tanksız, topsuz, tüfeksiz ve şiddetsiz yapıyor bunu.
Y.T : Toplumda bir kutuplaşma var, son yıllarda kökleşmeye başladı. Ortaklaşmacı duygu yerini ötekileştirmeye bıraktı, ciddi bir sendroma dönüştü. Bundan sonra bu durum size göre nasıl seyredecek? Günümüz halk direnişinin bu kutuplaşmayı tamir edici bir işlevi olabilir mi?
N.K : Bu kutuplaşmada bölücülerin başını Erdoğan çekiyor. İç ve dış kaynaklı bölücülerle işbirliği içinde olan yine kendisi. Bundan sonra Türkiye halkı bu kültür mirasını koruyacaktır. Bölmek isteyenlere de dersini verecektir. Bu dersi alacak olanların başında Başbakan Erdoğan gelmektedir. Bir örnek vereyim. Duvar yazısında vatandaş “sık babo sık, aha bu gaz bizi gardaş yapmıştır” diyor. Siz ne yapıyorsunuz arkadaş yahu. Böcek mi bunlar, bu insanlar hayvan mı? Bunun adı sadece şiddettir. Padişahlar bile bu şiddeti insanlara reva görmediler. Halkına zulüm yapan, Alevileri katleden Yavuz Sultan Selim adını köprüye veriyorsun, kışkırtıyorsun. 31 Mart irtica ayaklanmasının simgesi bir yapı olan Topçu kışlasını yeniden yapıyor kışkırtıyorsun. Ne yapıyorsun sen arkadaş? Artık Taksim’in derdi ağaçların kesilmesi olmaktan çıkmıştır, bu nedenle çıkmıştır.
Y.T : Sizde Milli Eğitim Bakanı gibi “yıllardır muhalefet bu halkı birleştirip meydanlara çıkaramadı ama bunu da AKP başardı” diye mi düşünüyorsunuz?
N.K : Aynen öyle düşünüyorum. Muhalefet birleştiremedi ama hükümet projeleriyle, uygulamalarıyla, baskı rejimiyle ve tek kişinin eline bırakılmış devlet yönetiminin yarattığı karşı bilinçle bu günkü ayaklanmaya yol vermiştir.
GEZİ EYLEMİ SAF ÖZGÜRLÜK PEŞİNDE
Y.T : Gezi parkında başlayan eylemler sadece orayla sınırlı kalmadı, tüm Türkiye’ye sıçradı. Günlerdir devam ediyor. Siz İstanbul’da yaşayan birisi olarak, İstanbul’dan taşradaki Gezi Parkı destek eylemlerini nasıl görüyor ve değerlendiriyorsunuz?
N.K : Tavır, duruş, davranış ve niyetin aynı olduğunu düşünüyorum. Kılıçdaroğlu özür bekliyor. Mesele özrü aşmıştır. Benim içkimden, giyimimden, gezip tozmamdan sana ne? Sen nasıl yaşamak istiyorsan öyle yaşa ama bana karışma. Onlar özgürlüğü dolaylı değil saf şekilde istiyorlar.
Y.T : Peki bu durumdan nasıl kurtulacak ülke?
N.K. : Vallahi ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan umut veremiyor artık. Bu günün gençliği bu ülkeyi daha iyi yönetip, daha iyiye götürecektir. Bunu ispatlamışlardır. Onlar seçime girip milletvekili falan seçilsinler benim gibi binlerce insan tereddütsüz onlara oy verir. Yöneticilik erdemli olmaktır, bu erdem de şimdiki gençlerde var.
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ
Y.T : Sona doğru gelelim. Türkiye’deki hükümeti nasıl görüyorsunuz?
N.K : Bu hükümeti tanımlamakta ben zorlanıyorum. Sorsak, onlar da kendilerini tanımlamakta zorlanacaklardır. Ne yaptıkları, neden yaptıkları, hangi hedefleri, neye göre belirlediklerine dair fikir sahibi olduklarını sanmıyorum. Öyle planlı falan gibi görünüyorlardı ama son direniş olayları tüm bu görüntünün arkasının boş olduğunu açığa çıkarıverdi. Yani tekke düştü, kel göründü diyelim.
Y.T : Direnişte bundan sonra Mizah sürecek mi?
N.K : Bence devam edecek. Çünkü bunlar kendilerini gülünç duruma düşürdüler, bu millet de en sonunda bunu anladı. Mizahın diline düşeceğine lağıma düş daha iyi.
Y.T : Söyleşi için teşekkür ederim
N.K : Ben teşekkür ederim.
Yorumlar
Ağzınıza, beyninize sağlık. Çok güzel olmuş.