REKLAMI GEÇ

Faruk İnceoğlu’nun içinde uhde kalan Denizli hayali

24 Kasım 2017 Cuma

Faruk İnceoğlu. Denizli’nin en köklü ailelerinden birine mensup. İş yaşamında olduğu kadar, sosyal yaşamda da oldukça başarılı bir isim.

İş Dünyasıyla Kahve Sohbeti’nde bu hafta Faruk İnceoğlu’nu ağırladı. Daha doğrusu önce o bizi kahve sohbetinde konuk etti.

Bir yandan kahvelerimizi yudumladık, bir yandan da sohbet ettik. Entelektüel birikimi, üst düzey eğitimi, geleceği görebilen ve hayatına bu anlamda yön verebilmeyi başarmış bir işadamı Faruk İnceoğlu.

Kendi deyimiyle değirmenci olarak başladığı iş yaşamında, dünyanın dev şirketlerine parçalar yapan DEBAK ile yükselişe geçmiş. BEBAK, yani Faruk İnceoğlu, dünyanın dev şirketlerinin yaptığı ürünlerin çok özel parçalarını imal eden, Roketsan gibi Türkiye’nin savunma sanayisinin en etkili kuruluşlarından birine imalat yapan konuma yükselmiş.

Denizli için çok özel hayaller de beslemiş yıllarca. Bazılarını başarmış, bazılarıyla ilgili de “içimde uhde” dediği süreçler yaşamış. Bunların en önemlisi olan Denizli’yi Silikon Vadisi’ne dönüştürebilecek olan bir projenin, “Size ne oluyor? Yapılacaksa biz yaparız” diye sistemin önüne taş koyan dönemin PAÜ Rektörü Hasan Kazdağlı tarafından engellenmiş.

İşte size keyifle okuyacağınızı umduğumuz Faruk İnceoğlu ve hikayesi:

Faruk İnceoğlu kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz?
Ben 1953 Denizli doğumluyum. Ailemizin kökleri bilebildiğimiz kadarıyla Denizli’ye dayanıyor. Muhtemelen Orta Asya’dan veya da Asya’dan diyelim ne kadar ortası bilemeyeceğim ama oradan göç etmiş bir ailenin mensubuyum. Amcam Amerika’da gen araştırması yaptırıyor ve sonucunda Orta Asya’ya doğru uzanan izler bulunuyor. Ailemizin ilk mesleği de dericilik. Dedem, demin babası tabakmış. Tabakhanenin ilk imalathanesiymiş. Dolayısı ile bu mesleği ilk icra eden ailelerden biriyiz. Ailemiz daha sonra 1942’de, Denizli’deki un fabrikasını satın alıyor. Tabaklığın yanı sıra un fabrikası işletmeciliği yapıyorlar. Dedem iki kayınbiraderi ile birlikte ortak oluyor ve bu ortaklık 1965 senesine kadar sürüyor. Biz çoğunlukla değirmencilikle uğraşmaya devam ettik. Halen gıda sektöründe çalışıyoruz.

Ben ilköğretimi Denizli Gazi İlkokulu’nda, liseyi İzmir Özel Türk Koleji’nde okudum. Yüksek tahsilimi de Almanya’da Stuttgart Üniversitesi’nde yaptım ve makine yüksek mühendisi olarak 1981 yılında Türkiye’ye döndüm.

Almanya’dan dönünce aile işlerimizle ilgilenmeye devam ettim. İlk 10 yılımı değirmende geçirdim. Ben özellikle değirmen diyorum. Bugünlerde fabrika deniliyor ama ben onu yanlış buluyorum. Un değirmenciliğini severek yaptım. Laboratuvar cihazları yaptım değirmenler için. Şimdi birçok yerde kullanılması benim hoşuma gidiyor.

“KENDİMİ DEĞİRMENCİ OLARAK GÖRÜRÜM”
Bu sisteminiz hakkında bilgi verir misiniz bize?
Sedimantasyon test cihazı yapmıştım kendimiz için. Biz bunu kanda biliyoruz ama unda yapılabilir mi dediler. Çünkü kaliteyi yakalayabilmek için unu ölçebilmek gerektiğine inanıyordum. O zamanlar bunları yapmak, satmak tabi sıkıntılıydı. Ben de kendim yaptım. Daha sonra benden talep ettiler, ben de vermiştim. O sıralarda sektörde yapılanma vardı. Un standardı yoktu. Standart süreci başladığında, ben de bütün toplantılarına katılarak, destek vermiştim. Bununla ilgili bazı toplantılara ve bazı eğitimlere de davet ediliyordum. KOSGEB bünyesinde okulda eğitimler verdim birkaç kez. İzmir’de Değirmencilik Meslek Yüksekokulu kurulmuştu. O okulda iki sene kadar sadece haftanın belirli günleri gidip gelmek kaydı ile eğitim verdim. Bugün bazı değirmenci meslektaşlara gidiyorum, karşılaşıyoruz, benim öğrencim olduklarını söylüyorlar, çok mutlu oluyorum.

“EMSAN’DAN GELEN DAVET SEYRİMİZİ DEĞİŞTİRDİ”
Daha sonra başka bir davet aldım. Denizli’de EMSAN var biliyorsunuz. EMSAN’ın kurucusu Doğan Demircioğlu’nun daveti üzerine EMSAN’la birlikte bir şirket kurduk. EMSAN’ın elektrikli ev aletlerini kurmak üzere. İlk aşamada yurt dışındaki bir firmayla ortak bir çalışma yaparak, EMSAN’ın mikser ve portakal püresi tarzı küçük ev aletlerini üretmeye başladık. Bu gayet başarılı giden bir işti. EMSAN’da daha sonra ikinci bir talep bize geldi. Plastik enjeksiyon işiyle de uğraşıyorduk ve o işi bir parça öğrenmeye başlamıştık. EMSAN tencerelerindeki en büyük sıkıntının üretimde sapları olduğunu söylediler. Çünkü tencere sapları, kulpları bunları gerçekten Türkiye’de ilk yapan firmalardan biriydi EMSAN. Paslanmaz çelik tencereleri üzerine çok basit bir sapı takmak zorunda kalıyorlardı. Çünkü Türkiye’de üreten yoktu. Bunun üzerine EMSAN, yurt dışından iyi sapları çok pahalı getirmek zorunda kaldı. Bunun üretiminin Türkiye’de yapılmasına arzu ettiklerini söylediler ve ikinci bir şirket kurduk. DEBAK bu şekilde doğdu. Ben artık değirmenden hemen hemen kopmuştum. Oradaki desteğim hala devam etmekle beraber, bu plastik işiyle uğraşmaya başladım. Değirmencilik hala aklımın bir köşesindedir. Gerçekten multidisipliner bir meslek dalıdır. Yani çok fazla meslek dalını bünyesinde barındırır. İyi bir değirmenci olmak için iyi bir ziraatçı, iyi bir gıdacı olmak gerekir.

“EMSAN İNİŞE GEÇİNDE KENDİMİZE YENİ BİR YOL BELİRLEDİK”
Değirmenciliğin yanı sıra, plastik işine de sürdürdük. EMSAN’ın ilerleyen yıllarda ticari işlerin iyi gitmedi ve 2000’lere doğru inişe geçti. EMSAN’a bağlı olarak çalışmamız, bizim de işlerimizi etkiledi. Büyümemiz ve gelişmemiz daha kısıtlı oldu. Süreç tabi bizi etkiledi. EMSAN tamamen kapanınca, yaptığımız işin daha farklı bir şey olduğunu fark ettik. Bunu başka yerlerde de kullanabiliriz düşüncesiyle, arayışlara girdik. İlk etapta tencere sapını diğer tencerelere satabilir miyiz düşüncesiyle, Türkiye’deki bütün tencerecilere ulaşmaya çalıştık. Maalesef başarılı olamadık. EMSAN’ın kalitesi diğerlerine göre birkaç kat daha yukarıdaydı. Bunu zaten satış fiyatlarında da görürdünüz. Dolayısı ile bizden talep edilen şey, daha az bir kalitede de olsa ucuz bir ürün olmasıydı ki bu bizim anlayışımıza ters geliyordu. Nitekim yurt dışında bizden talep edilen firmalara ulaştık. Bunun dışında sektör biraz değişmeye başladı. Mutfak sektörü dışında otomotiv sektörüne girdik. Otomotiv sektörünün önemli aktörlerinden birkaç tanesiyle temasa geçtik. Bunlardan bir tanesi bir Fransız firması Valeo. Zor bir süreçti. Çünkü otomotiv sektörü hiç hata kabul etmiyor. Gerçekten sizden farklı beklentileri oluyor, kalite anlamında. Biz bu beklentilerin ne olduğunu çabucak kavradık ve zamanında gerekli girişimlerde bulunarak kalite sistemini oturtmaya çalıştık. Çünkü otomotivin farklı bir kalite sistemi var. ISO 9000 gibi bildiğimiz kalite sistemlerinin ötesinde, ISOP16949 ifade edilen farklı bir kalite sistemi var. Bu otomotivin anayasası gibi bir kalite sistemi. Üç büyük otomotiv firmasının oluşturduğu bir sistem, sizi müşterilerinizin adına sürekli denetliyor. 70’li yıllarda ben okurken üniversitede, şöyle bir hikaye anlatılırdı, Japonya’da parçalar üretilirmiş, Avrupa’dan bir sipariş gelmiş, en fazla %2 hata olsun diye. Japonlar üretimi tamamlamışlar ve yazmışlar, o %2‘yi içine mi koyalım yoksa ayrı mı paketleyelim diye. %2 hata yapılması Amerika’da normal karşılanabiliyor. Şimdi ise milyonda sıfır hata, küçücük bir hata sizin çok büyük bedeller ödemenize neden oluyor. Onun için 70’li yıllarda espri niyetine anlatılan bir olay bugün çok farklı bir yerde.

“KOCA FABRİKAYI POLONYA’YA TAŞIDILAR”
Otomotivdeki ürün çeşitliliğinden de bahseder misiniz neler yapıldı?
Biz Valeo’nun Türkiye’deki fabrikasıyla temasa geçtik. Burada marş motorları üretiliyordu. Valeo Türkiye’deki çalışmadan pek memnun değildi. İlk önce bir söylenti duyduk, Valeo buradaki fabrikayı 4 ay sonra Polonya’ya taşıyacak diye. Ben inanamadım, ihtimal vermedim. Kolay şey mi fabrikayı taşımak, kaldı ki çok büyük bir arazi satın almışlardı fabrikayı daha büyütmek için. Ama çok ilginç 4 ay sonra adamlar, fabrikayı olduğu gibi taşıyıp götürdüler. Bu bizim için çok talihsiz bir durumdu, yani yabancı sermayenin ülkeyi terk edişi.

Otomotivde yan sanayi sistemi nasıl işliyor?
Mercedes, Audi, Peugeot fabrikalarının her biri, marş motorlarını ya Bosch’ta alırlar ya da Valeo’dan. Bosch birinci Valeo ikinci sırada. Daha sonra biz Polonya ile devam ettik. Çünkü başarılı bir çalışma vardı, müşteri memnundu bizden. Biz bu sefer Polonya’ya sevkiyatları yapmaya başladık. Orada çalışmamız sırasında birkaç başarı hikayesi yakaladık. Bunlardan bir tanesi çok ilginçtir. Bize bir parça gönderiler ve “Bunu yapabilir misiniz?” dediler. Marş motorunun içinden küçük bir parça, inceledik ve yaparız demeden önce epey bir düşündük, biz nasıl bir şey yapalım ki müşteri Fransa’da yaptırdığı şeyi bizden alsın diye. Görüşmeye giderken, bir tane prototip hazırladık. Müşterinin karşısına çıktığımızda masanın üzerine yapılmış parçayı koyduk ve bunu farklı bir teknikte yaptık. Bu müşteriyi çok etkiledi. Daha sonra bu projeyi bize verdiler, kalıp yapıldı ve parça üretimine başladık. Bu her geçen ay daha fazla taleple bize döndü. Ardından Fransa’dan sonra Polonya, Meksika, Hindistan da marş motorunda bizim bu parçayı kullanmaya başladılar. Çünkü bir teknik farklılık yarattık orda. Bu bir başarı hikayesi oldu. İkinci bir başarı hikayesi de, 2008 krizi döneminde oldu. Marş motorunun bobin kapağı dediğimiz bir parçası var. Tabi otomotivcilerin bütün hedefi, ağırlığı azaltmak ve fiyatı düşürmek. Volkswagen için parçayı ucuzlatmak amacıyla bakır pil yerine çelik pilleri önerdi Valeo. Bakır fiyatlarının da tepe yaptığı zamandı. Volkswagen tamam yapalım ama çeliğin iletim katsayısı çok daha farklı bakırdan, orda bir ısı yoğunlaşması olacak, bunu nasıl karşılayacağız diye bize döndü, böyle bir sorun var dedi. Biz de farklı bir şey önerdik. Bu termoplastik bir maddeydi. Biz bunun içerisine termoset olan melez bir parça yapalım dedik. Bu pek yaygın olan bir yöntem değil. İlginç geldi müşteriye, onun üzerine birkaç prototip yaptık ve başarılı oldu. İlk önce Volkswagen’de kullanılan bu ürün, şimdi Auidi’de, Fort’ta ve Toyota’da kullanılıyor. Bu da DEBAK’ın ikinci bir başarı hikayesi oldu.

Üretimi yalnızca otomotiv sektörüne göre mi planladınız?
Yalnızca otomotivde kalmadık tabi. Elektrik sektöründe de temaslarımız oldu. Siemens’le çalışmaya başladık ve son beş senedir en iyi tedarikçisi seçiliyoruz. En iyi tedarikçi ödülünü de aldık. İlk ödülü almadan önce, Siemens’le epey bir uğraşımız oldu. Orda bir engel karşımıza çıktı. Denizli uzak, sevkiyatlar, lojistik nasıl olacak diye. Biz de onlara şunu söylüyorduk, biz Denizli’den malı çıkarıyoruz, Brezilya’ya gönderiyoruz ve hiç sıkıntı olmuyor, bunu çok iyi planladıktan sonra kusursuz bir şekilde yürüyebilir diyorduk. İkna ettik sonunda ve başladık. İlk aldığımız ödül, kalite ödülü değil lojistik ödülüydü. Tam zamanında ve iyi kalitede mal gönderdiğimiz için.

“ROKETSAN’A PARÇA ÜRETİYORUZ VE DENİZLİ’DE TEKİZ”
Kaliteyi ön planda tutan bir şirketsiniz. Eğitimini Almanya’da almış olmanız size Alman disiplini kazandırdı diyebilir miyiz?
Mutlaka etkilenmişizdir. Sadece benim bunu birebir yerleştirmem değil de çalıştığınız firmalarda sizi eğitiyor ya da zorluyor. Otomotiv firmasında çalışabilmek için bu kalite sistemini kurmanız gerekiyor. Kalite sistemini kurmuş olmamızın, bizim DEBAK’ın o yıllardaki girişiminin fazla etkili olduğunu düşünüyorum. Roketsan’la çalışmamızın nedeni bir şekilde öyledir. Savunma sanayinin önemli bir ismidir Roketsan. Roketsan’a çok önemli parçalar yapmaya başladık. Sanayi Odası’nda valimizin de katıldığı bir toplantıda Roketsan’a çalışmamız gündeme geldi, Denizli’den başka bir kuruluş da yapmak istiyormuş ama bu çok zor. Orada da anlattım. Her şeyden önce kalite sistemlerini kuracaklar dedim. Baştan savma bir iş olmamalı. Geçtiğimiz ay Roketsan Genel Müdürü ziyaretimize geldi. Denizli’den tek tedarikçi biziz.

DEBAK’ın piyasadaki konumu ne?
Hemen hemen bizimle örtüşen bir firma yok. Tamam çok fazla tencere sapı üreten firmalar var, bizim farkımız çok farklı sektörlere iş yapıyor olmamız. Üretimde kullanıyor olduğumuz o maddenin, bunu değişik sektörlerde kullanıyor olmamız. Şimdi çok daha özel bir projemiz var. Gaz sayaçlarının parçaları. Bir Fransız firması var, onların bir alt gurubu. Onlara üretim yapıyoruz. Çok özel bir proje gerçekten. Tabi bunu yaparken sürekli öğrenmek zorundasınız. Bizim bu sektörün 2 senede bir konferanslar olur Almanya’da. 15 seneden beri bu konferanslara giderim. Türkiye’den bugüne kadar bir tek ben vardım. Çünkü herhalde ona ihtiyaç yoktu. Orada bu sektördeki tüm oyuncularla buluşma şansım oluyordu. Kalıpçısıyla, hammaddecisiyle, müşterisiyle, orda bir araya geliyorsunuz ve trendi yakalıyorsunuz. Niş bir alandı, dardı fakat bütün oyuncuları tanıyorsunuz. Bu şekilde DEBAK gelişmesini sürdürüyor.
Sizi Türkiye pazarı içinde görmek ve değerlendirmek yanlış olur. DEBAK’ın bundan sonraki hedefi ne? Yol haritanızı belirlediniz mi?

Bugüne kadar DEBAK hep müşterilere hizmet verdi. Müşterilerin projelerinde onlara destek verdi. Otomotiv sektöründe marş motorunun parçalarını üretti. Ama tasarımlar esas olarak müşteriden geldi. Tasarımlar onlar tarafından verildi. Biz sadece kalıplarını yaptık, bizim makinalarımızla ürettik. Bundan sonraki aşamada DEBAK, bazı ürünler planlıyor. Özellikle uzmanlık kazandığımız, bu malzemenin işlenmesiyle ilgili TUBİTAK projelerimiz var. Önümüzdeki zamanlarda bir iki projeyi DEBAK’ın kendi ürünü olarak çıkarmak istiyoruz. Bu en büyük hedefimiz ve arzumuz. Çünkü DEBAK o konuda belirli birikimleri sağladı.

Tedarikçi konumundan yavaş yavaş çıkmayı mı planlıyorsunuz?
Hayır, o yine devam edecektir. Sizi her an daha ileriye taşıyan bir şey. Mesela otomotiv sektöründe yeni bir ürün çıkıyor ve o ürünü ilk öğrenen siz oluyorsunuz. Bu marş motorunun bir parçası olabiliyor ama yeni bir gelişme oluyor. Tabi biz ilelebet bu şekilde kalmayı arzu etmiyoruz. Kendi ürünlerini yapabilmek bizim ana hedefimiz olacak.

Pazar payı sizi endişelendiriyor mu?
İşin pazarlama boyutunu hiç düşünmedim bile çünkü dünya pazarında yapabildiğiniz her ürün, belirli bir kalite seviyesinde yapıyorsanız mutlaka bir değer bulacaktır. Bu ürünlerin Türkiye’de çok olmadığını düşünüyorum. Türkiye için değil artık tüm dünya için, yani dünya küçüldüğü için rekabetler de farklılaştı. Eskiden karşı rakibimiz diğer bir ildendi ama şimdi öyle değil, rakibimiz Çin’de ya da Çekoslavakya’da. Meksika’ya küçük bir parça göndereceğimizi, üstelik de Amerika hemen kapı komşusuyken hayal edemezdik. Bu mücadeleyi sürdürebilmek için ne yapmak gerekiyorsa onun peşindeyiz.

Roketsan ile çalışmanız önemli. Savunma sanayi Türkiye için yeni ve gelişen bir süreç. Sizin bu alanda bir hedefiniz var mı?
Yok. Biz oradan gelen küçük bir parçayı yapıyoruz sadece. Öyle bir çalışmamız yok. DEBAK henüz o boyutta bir şeyleri düşünebilecek donanımda değil. Bizim konumuzun dışında. O ürünlerin bizim sahamızda kesişen noktaların kompetentini yapıyoruz sadece o kadar. Yoksa onun tekniğine hakim olmak falan bizim konumuzun dışı.

“ÇAMLIK YÜRÜYÜŞ PROJESİNİ İLK YAPANIM”
İş hayatına biraz ara verip, sosyal projelerden konuşalım. Siz bu alanda da çok aktifsiniz. Bu süreci de anlatır mısınız?
Denizli’ye geldikten sonra Lions Kulübü üyesiydim. Projeler yapıyordum, herkes bir şey öneriyordu. Ben çok eksikliğini duyduğum, ihtiyaç duyduğum bir şey önerdim. Çamlık’ta bir koşu yolu yapalım dedim. İlk önce muhalif sesler oldu, ya nasıl olacak diye. Ben daha sonra koşu yolunu projelendirdim. Uzun yıllar yaşadığım eğitim gördüğüm Stuttgart Belediyesi’ne yazdım. Almanlar çok duyarlıdırlar bu konuya. Ben sizin eski bir hemşerinizim orada uzun yıllar yaşadım şimdi de yaşadığım kentte böyle bir şey yapmak istiyoruz, sizin oradaki koşu yolu ile ilgili bana biraz doküman gönderebilir misiniz dedim. Bu ara kendim de fotoğraf çekmiştim arkadaşlarımdan da istedim. Burada kulüpte anlattık bunları. Sonra arkadaşlar bunu proje olarak kabul ettiler. Orman İdaresi’nin ve askeriyenin desteğini alarak, bende bizzat çalışarak projede, koşu yolunun güzergahını belirledim. Şu anda çok güzel olan koşu yolunun ilk projesini ben yapmıştım. Şimdi tabi benim yaptığım ahşap elemanlardan kalmadı orda. Daha sonra belediye devraldı biliyorsunuz Çamlık’ı. Çok güzel yaptılar şimdi, çok da güzel bakıyorlar. Ben de büyük bir mutluluk duyuyorum orada yürümekten. Bu Denizli’deki ilk sosyal faaliyetim olmuştu.

“PAMUKKALE TENİS KULÜBÜ”
İkicisi de bir tenis kulübü oldu. Ali Abalıoğlu “sen koşu yolu yapmıştın bak güzel oldu şimdi de kulüp kuralım” dedi. Hiç de tenis oynamadım o güne kadar. Üniversite zamanı yurdun karşısında tenis kortu vardı ama hiç de merak edip de oynamadım. Derneğin kurucu başkanı olarak kulübü oluşturduk. İlk önce kortlar nasıl olur diye Ankara’ya gittim, Tenis Federasyonu’na. Oradan bilgi almaya çalıştım ama hiçbir şey veremediler. Daha sonra İstanbul’a gittim Necati Bey’e. Necati bey o zamanlar, amcam, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık fakültesi dekanıydı o zamanlar sosyal tesislerini yapmışlardı İTÜ’nün. Beni tesislere götürdüler tenis kortunun nasıl olduğunu anlattılar. Sonra İstanbul’daki tüm tenis kulüplerini gezdim. Ardından İzmir’de, Bursa’da birçok tenis kulübünü inceledim. Ayrıca Almanya Tenis Federasyonu’na yazmıştım. Oradan gelen yanıtta, tenis kulüpleri için burada her dört sene de bir dosya yayınlanır. Bu dosyada tenis kulübü nasıl kurulur, çeşitleri nasıl olur, sahalar nasıl olmalı, bunu yapan inşaat firmaları kimlerdir, bu konuda detaylı bilgilerin olduğu bir dosya yayınlanır, gelecek ay çıkacak onu alın dediler. Ben o dosyayı getirttim, muhteşem bir şeydi. Yani Almanların mükemmeliyetçi tarzı, tenis kulübünün nasıl olacağına karşı bana her şeyi anlatıyordu zaten. O kadar detay vardı ki, tenis kulübünde kapalı spor salonunda antrenörün çekmecesinin boyutuna kadar her şeyi anlatmışlardı. O bize çok güzel yol gösterici oldu. O sırada amcaoğlum Amerika’da doktorasını tamamlayıp dönmüştü. Mimar, Profesör Arda İnceoğlu. O bizim ilk projelerimizi yaptı, bir arkadaşıyla birlikte. Pamukkale Tenis Kulübü bu şekilde oluştu. Yaklaşık 5 sene kadar başkanlığını yaptım. Fakat yorucu ve çok zaman alan bir işti. Ani bir kararla başkanlığı bıraktım. Sağ olsun Müjdat Bey, daha sonra devraldı.

“MÜHENDİSLERİ TEKNOLOJİ İLE BULUŞTURDUK”
Makine Mühendisleri Odası’nda da etkin bir çalışmanız vardı. Bu süreci de anlatır mısınız?
Tabi bu süreçte odadaki faaliyetlerimiz vardı. Makine Mühendisler Odası gerçekten çok kıt imkanlarla, eski SSK binasında 1. katında çok kötü bir ortamda faaliyet yürütüyordu. Fakat çok arzulu birkaç arkadaş vardı, orada bir şeyler yapmak isteyen. Beni de yönetime davet ettiler. İlk önce, ilk yaptığımız şeylerden bir tanesi, birkaç söyleşi yaptık, söyleşiye davet ettik. Çok ilgi çekti bu, bunlardan birkaç tanesini anımsıyorum, ilki galiba Turhan Bey’le oldu, DENTAŞ Genel Müdürü. Sonra Ali Durmaz adında bir bilim insanı var, Ankara’da. Ali Durmaz, ben üniversiteye başladığımda Stuttgart Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayıp bitirmek üzereydi, Denizlili kendisi. Orada hemşeri olmamız vesilesiyle görüşmemiz olmuştu. Çok ilginç bir söyleşi olmuştu onunla da.

Çizimleri hala biz makinacılar tahtalarda yapardık, fakat artık otoket kullanılıyordu. Arkadaşlar biraz isteksiz göründü ilk başta, bir kısmı da ne dersen yapalım dediler. Tabi imkanları yoktu, fazla paramız da yoktu oda olarak. Sağ olsun o dönemlerde Mücahit Bey bu otoket programlarını almamızı sağladı. Bize özel bir fiyatla, program sağladılar. Biz bir bilgisayar iki bilgisayar nasıl alalım derken, bir gün Genel Sekreter Fatih Yaşa aradı, “biz bilgisayar aldık” dedi. Nasıl sevindik. Programlar geldi, hemen hemen bedavaya değecek bir fiyata, tabi bunun eğitimini vermek bana düştü artık. İki haftalık kursu yanılmıyorsam ben verdim eğitimi. Daha sonra benim eğitim verdiğim arkadaşlar o görevi üstlendi. Odaya çok büyük bir katkısı olduğunu düşünüyorum, diğer odalardan da gelenler oldu, kimsenin yoktu imkanı.

“DENİZLİ’NİN TARİHİ DEĞİŞECEKTİ AMA OLMADI”
Geçmişte sizin şu andaki Teknokent’ten daha farklı, bir nevi Silikon Vadisi oluşturma hedefinizin olduğunu, bu konuda ciddi çalışma yaptığınızı biliyoruz. Bu konuyu anlatır mısınız?
O sonucu hüsranla biten ve hala içimde uhde kalan bir olaydır. Onu gerçekleştirmiş olsaydık, bugün Denizli her tarafta küçük küçük yazılım firmalarının olduğu bir yer olacaktı. Almanya’yı ziyaret ettiğimde, eski arkadaşlarımla konuşurken, Stuttgart Türk Akademisyenler Derneği’ne davet ettiler. Orda bir arkadaşla tanıştım. Ericsson’dan davet almış ve Türkiye’ye getirecek, üst seviyede bir görev için. Arkadaşınım birçok yerde uluslararası çalışmaları olmuş, donanımlı bir arkadaş. Sohbetimiz oldu kendisiyle. Ericsson’un o tarihlerde İstanbul’da bir üssü vardı. Maslak’ta mükemmel bir bina düzenlemişler ve gençlere açmışlar. Üniversite camiasından veya dışından geliyorlar, ben şöyle bir projeyle çalışmak istiyorum bana imkan sağlar mısınız diyorlar ve her türlü imkanı sağlıyorlar. Bilgisayarlar orda, yazılımlar orda, yatıp kalkma imkanını bile sağlıyorlardı. Beni davet etti oraya gittim, büyülendim. Muhteşem bir şey. Arı kovanı gibi, gençler geliyor orda bir sürü bilgisayarla, yetersiz kaldıkları noktada onlara eğitim veriyorlar. Bir proje geliştirdiklerinde onun pazarlanmasında da çalışıyorlar. Gençler ürünlerini İsrail’e satıyor, Almanya’ya, Belçika’ya satıyor. Büyülendim ve arkadaşı Denizli’ye davet ettim, Denizli’de böyle bir şey olur mu dedim, tamam dedi. Makine Mühendisleri Odası’ndan herkes katıldı bu olaya. Daha sonra biz bunu yapalım dedik, yazılıma meraklı bir gurup arkadaşı etrafımızda topladık. Haftada birkaç saat erken saatlerde kalkıp, toplanıyorduk. Neler yapabileceğimizi düşünüyorduk. Aramızda çok ciddi yazılımlar yapan arkadaşlar vardı tabi. Bizler sadece onları destekleyen kişilerdik. Denizli ve Birleşmiş Milletler arasında bir bağlantı sağlayacaktık. Bunun için destek sözleri aldık. O zaman Belediye Başkanı Ali Aygören’di, onu ziyaret ettik. Ali Bey çok etkilendi. Denizli’de gördüğüm en güzel projelerden bir tanesi, ben arkanızdayım dedi. Ali Bey’i İstanbul’a götürdüm. O da çok etkilendi ve destek vereceğini söyledi. Velhasıl Denizli bunun ilk adımlarını atmaya başladı. Toplantı ayarlayın, bende katılacağım, orda bunun ilk adımlarını atalım dedi. Bu arada 400 bin dolar kadar bağışın gelmesi söz konusuydu. Bunu Birleşmiş Milletler vasıtasıyla sağlayacaktık.

“OLUMSUZ TAVRI DÖNEMİN REKTÖRÜ DE SÜRDÜRÜNCE HAYAL ÇIKMAZA GİRDİ”
Ticaret Odası’nda bir toplantı ayarlandı. Sanayi kesiminden birçok arkadaş geldi, Vali Bey geldi, PAÜ Rektörü ve yeni kurulmuş olan Bilgisayar Bölümü Başkanı geldi. Toplantı başlar başlamaz, Bölüm Başkanı arkadaş, “ya size ne oluyor burada böyle bir şey yapmak gerekirse yazılım falan bunu üniversite yapar” dedi. Biz şaşırdık, donduk kaldık. Bütün arkadaşlarımız da genç çocuklar. Vali Bey’de şaşırdı, farkındaydım. Hatta o arada Rektör Bey’le bir sanayici arkadaş, münakaşaya tutuştu. Vali Bey giderken, sen şimdi bizden ne istiyorsun, onu söyle, arkandayız dedi. Ankara’dan BM’in temsilcisi gelecek, ona projenin arkasında bütün Denizli var dedirtmek lazım dedim. Çünkü Üniversiteler, sanayiler, sivil toplum kuruluşu olsun istiyorum diyordu. Tamam dedi Vali Bey, biz onlarla uzlaşalım diye, bir sonraki toplantı üniversitede olsun dedi. Bir iki hafta sonra temsilci geldi. Biz daha oturur oturmaz dönemin rektöre Hasan Kazdağlı aynı konuyu açtı. Üniversite’de o sıra gelişme aşamasındaydı. Birden “size ne oluyor” diye tartışma başladı. Biz BM temsilcisinin önünde tartıştık orada. Temsilci bayan “siz aranızdaki sorunları halledin ben gerekirse yine gelirim” dedi ama bir daha da ses seda çıkmadı. O toplantıdan sonra hepimizin morali bozuldu. Gerçi bu bir bahane değil, yine sürdürülmesi gerekiyordu ama inanın çok demorilaze olduk. Hatta bir sanayici, bırakın bunları çocuklar, ayağınızın yere basacağı şeyler yapın dedi. O gün imkanlarım da yoktu, işte 15 tane bilgisayar alayım da ofis kurayım, çocuklar yapsın diyemedim. Bunu hatırladıkça hayıflanırım yani.

“DENİZLİ YAZILIM ÜSSÜ OLABİLİRDİ”
Bu proje başarılı olsaydı ne olurdu?
Denizli’nin hem talihi, hem tarihi değişirdi. Hep hayalini kurduğumuz, katma değeri yüksek ürünler bazında bir adım atılmış olacaktı. Kurmayı hayal ettiğimiz sistemde eğitim verilecek gençlerimiz yazılım üretecek, Denizli bilişim üssü haline gelecekti. Denizli deninde akla yazılım ve bilişim gelecekti. Yani kısaca, Denizli çok farklı olacaktı. Ancak, o toplantıda üniversite rektörü Hasan Kazdağlı’nın tavrı her şeyin sonu oldu.

Yorumlar

zaferaga   -  Bağlantı 25 Kasım 2017, 02:27

Çok başarılı bir hayat hikayesi yazısı tebr.teşkr.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı
 

İletişim

Tel : 444 1974

Web: http://www.aquacitydenizli.com.tr/

Sinpaş AquaCity Denizli Tanıtım Ofisi

İzmir Asfaltı Üzeri 5. km

Adnan Menderes Bulvarı No: 185

(Eski EGS Park) Denizli