REKLAMI GEÇ

UYGARLIKLAR! SUYOLLARI! KİRLENME!

27 Ekim 2016 Perşembe

ic_kapak

Dalaman Çayı gezi yolculuklarına bu hafta Acıpayam Belediye Başkanı Hulusi Şevkan röportajıyla devam edeceğimizi duyurmuştuk. Ancak bir hafta daha bekleyeceğiz. Yerine, geçen hafta ortasında gerçekleşen birkaç etkinliğe yer ayırıp, söyleşi formatındaki etkinliklerde öğrendiğimiz ‘yeni’ bilgiler ve dinleyici eleştirileri üzerinde durmaya çalışacağız. Konunun, doğrudan Dalaman Çayı olmasa da suyolu uygarlıkları ve kirliliğini içermesi nedeniyle ilginç bulunacağını umuyoruz.

***

Geçtiğimiz günlerde TMMOB Mimar ve Mühendisler haftası kutlandı. Denizli TMMOB İl Koordinasyon Kurulunun düzenlediği etkinlikler bir haftaya yayıldı. Çoğunlukla mesleki nitelikli olan hafta etkinliklerine değinirken, önce bir-iki teşekkürümüz var! Dalaman Çayı üzerinde sürdürdüğümüz geziler ve gezi yazıları projemizde TMMOB İl Koordinasyon Kurulu kendine yakışanı yaptı. Çevre sorunlarına Türkiye’nin farklı bölgelerinde gösterdiği desteğin lokal bir örneğini sergiledi. Bizi yalnız bırakmadı. Bu nedenle özel bir teşekkür borcumuz olduğunu düşünüyorum. İkinci olarak, Denizli’de çevre konusunda yaşanan rant öncelikli politikaların önüne geçip yargı yolu ile önleme çalışmaları bu güne kadar pek çok çevre faciasının önüne geçti ya da açığa çıkardı. İkinci teşekkür borcumuzun nedeni de bu.

TMMOB bu yılın Mühendis ve Mimarlık Haftası etkinliklerinde bu tutumunu daha somut hale getirdi. Çevre sorunları ya da çevreyi de ilgilendiren tarihsel kültür sorunlarına gösterdiği yakınlığı haftanın konusuna dönüştürdü. Enerji politikalarını masaya yatırdı. Büyük Menderes ve Dalaman Çayı kirliliğinin panelde ele alınmasını sağladı. Tarihi suyollarını içeren bir söyleşiye yer verdi, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğini gündeme getirdi.

i2

Büyük Menderes ve Dalaman Çayı Kirlilik Sorunlarını işte böyle bir haftada konuştuk. Etkinliklerin ikinci günü yaptığımız sunumla haftaya biz de dahil olduk. Çevre ve Su Araştırmaları Derneği Genel Başkanı, PAÜ Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Duran ve ben, her iki nehir üzerinde (esasta Büyük Menderes merkezinde) çevre sorunlarını konu alan iki ayrı sunum gerçekleştirdik.

i6

ZARAR GÖRÜNENDEN DAHA FAZLA!

Mustafa Hoca’nın sunum konusu, son 10 yılda Büyük Menderes Nehri boyunca, Dernek veya üniversite adına yaptıkları çalışmaların özetiydi. Prof.Dr. Mustafa Duran akademik çalışmalarını özetleyerek başladığı konuşmasında, Büyük Menderes üzerindeki kurtarma ya da havza projelerinin her zaman olduğunu ve bundan sonra da olmaya devam edeceğini vurguladı.

i5

10 yıldan beri Menderes nehrinin kirliliğini üniversite olarak izlediklerini belirten Prof. Duran,  “Büyük Menderes Nehri havzasında şu ana kadar Avrupa Birliği, Bakanlıklar, TÜBİTAK ve Üniversiteler olmak üzere onlarca proje yapıldı ve rapor sunuldu. Projeler devam ediyor…..” diyerek başladığı konuşmasında, kirlilik sorunu olarak görülen unsurların görünenden daha fazla zarara yol açtıklarını ve gündelik yaşantımızı etkileyecek bir kirlenme yayılımına yol açtığını söyledi.

i7

“Kim? Nasıl  Kirletiyor!!!” başlıklı sunumunda nehirdeki kirlilik olgusunun kaynaklarını özetleyerek, “Tekstil, Deri, Tarım, Şehirleşme, Yer Altı Kaynaklarının Azalması, Kuraklık-Susuzluk (Suyun buharlaşması, kanallardaki su kaybı, su itilafları), Atıklar (sanayi, Jeotermal, hayvansal, kanalizasyon), Su Yapıları (Baraj ve gölet yapımındaki karmaşa!!!), Mevzuat (Yasa ve yönetmelik çok; boşluk da çok ), Koordinasyon Eksikliği Ve Örgütsel Çatışma (Kurum içi ve dışı çatışma, alt/üst havza yetki karmaşası), Denetim (Kim nasıl yapacak, ne kadar yapacak), Sel Taşkın (Barajlar/Hes ve ticari kaygılar, yatak ıslahı, doğru zamanda su salımı-mevsimsel elektrik üretimi)” gibi kirlilik sürecini doğuran ve sürekli hale getiren unsurlar olduğunu belirtti.

Ben birkaç yıldan beri Hoca’nın alanda yaptığı çalışmaların bazılarına tanık oldum. Gezilerine katıldım. Ancak o gün yaptığı sunum sonrası yeni şeyler öğrendiğimi, bildiklerimi daha sistematik biçimde sıraya koymaya başladığımı söyleyebilirim. Zihnim açıldı, literatür dağarcığım yeni bilgiler kazandı. Mustafa Hoca’nın vakti olduğu sürece, bundan sonraki gezi yazılarımızda fırsat buldukça konuk etmeye, bilimsel çalışmalarından yararlanmaya çalışacağız.

i1

KÜRSÜDE 45 DAKİKA

Aslında Mustafa Hoca ikinci konuşmacıydı. İlk söz alan ve sunum yapan ben oldum. Büyük Menderes ve Dalaman Nehirleri kirlilik sorunu başlığımız olmasına karşın, o gün konuşma girişinde belirttiğimi gibi, Dalaman Çayı üzerine yazmaya başlayalı henüz iki ay oldu. Yeterince materyal birikmedi. Gezi ve gözlemlerimiz yeterli değil. Görüşme ve bilgi-belge hazırlığımız konuyu bir sunuma dönüştürecek çalışma altyapısı için uygun değil. O nedenle Dalaman üzerine söz söylemeyi doğru bulmadığımı, ama Büyük Menderes üzerine konuşabileceğimi belirttim. Hazırladığım sunum eşliğinde yaklaşık 45 dakika kürsüde kaldım.

i3

Büyük Menderes (aşağı-yukarı) havzalarının kirliliği, modern toplumun kendini endüstriyel yeniden üretiminin bir sonucu! Bunun farklı katmanları ve alaşımları var. Tümünü burada saymak gereksiz. Ancak, nehri tarihi ve kültürüyle karakterize eden bir başka boyut var ki, eğer yok olma sürecinden söz edeceksek en az ekolojik ziyan kadar bu yanıyla da dikkate değer bir kıymet görmeyi hak ediyor. Benim kısaca suyolu uygarlıkları olarak betimlediğim eski çağ yerleşmeleri, gerek tarih öncesi, gerekse antik çağlar boyunca bölgenin yerleşik toplumları için bir tür ışık kaynağı olmuş. Suyun ve üzerinden geçtiği toprak zenginliğinin her dönem ‘barbarlar’ için çekim merkezi olma sebebi bu.

FOTOĞRAFLAR ESKİ! MENDERES YENİ Mİ?

Konuyu işte bu yanıyla ele aldık ve sunumumuzu gerçekleştirdik. Sunum esnasında bir-iki eleştiri olmadı değil. İlki, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünden geldiğini ve sonradan Çevre Mühendisi olduğunu öğrendiğim kadın dinleyiciydi. Sonradan yanıt vermeyi gereksiz bulduğum itiraz sebebine göre bizim kullandığımız Büyük Menderes sunumu fotoğrafları eskiydi. Bunların yenileri sunumda kullanılabilirdi.

i4

İlginç bir itirazdı o an. Sessiz kalmadıysam da, kesip atmak yerine hafifçe itiraz edip geçiştirmeyi tercih ettim. Şimdi düşünüyorum, o eleştiricinin haklı ve haksız yanları nelerdi diye, pek haklı yanını göremiyorum. Sanki ‘resmi daire mensubu’ olmanın dürtüsüyle yapılmış bir itiraz gibiydi! Ya da, ‘ben kurum olarak buradayım ha!’ türü örtük bir gözdağı mıydı acep? Arka sıralara geçip, önemli değilmiş de, şöyle bir görmek istemiş, dinleyici değilmiş de dinliyormuş gibi! Uzaktan, hayli ‘yüksekten’!!!

Önce şu noktanın altını çizelim: biz kendi gezi maceramızın sağladığı olanaklar çerçevesinde bu çalışmayı bir yılı aşkın bir zaman boyunca yaptık. Gittik, gezdik, gördük, görüştük, konuştuk, fotoğrafladık ve yazdık. 2014-2015 yıllarını Büyük Menderes’e ayırdık. Üzerinden iki yıl geçti. O nedenle fotoğraflarımızın eskisi en fazla iki yıllık. Fakat şu sorulara nasıl yanıt vereceklerini merak ediyorum: Üzerinden iki yıl geçmiş olmasına karşın, Büyük Menderes Nehrinin kirlilik sorunları çözüldü de bizim haberimiz mi olmadı? Fotoğrafları yenilemeyi gerektirecek ne oldu? Mesela tarım kimyasalları yerine organik ilaçlamaya mı geçildi topyekun? Çal-Bekilli-Güney Kanyon ve vadilerine girmeyi bile imkansız hale getiren HES’ler mi ıslah edildi? Dinar’dan başlayan organik atık kirliliği mi ortadan kalktı? Çivril, Baklan, Sarayköy, Nazilli, Aydın-Söke ovalarındaki vahşi sulamaya son mu verildi? Adıgüzel’e akan Banaz Çayı, ona kirliliği taşıyan Dokuzsele Deresi, onun taşıdığı Uşak sanayi atıkları mı temizlendi? Yoksa Çürüksu da sanayi kirlenmesi son buldu da, diyelim Güzelköy altlarında çaydan bardak bardak su içilebilir hale mi geldi…?

Madem her şey fotoğrafları yenilemeyi gerektirecek kadar düzeldi ya da başkalaştı; iki ay önce oksijen yokluğundan Çal kısık kanyonundan sonraki güzergahta yaşanan balık ölümlerini nasıl açıklayacağız? Geçtim, daha bir hafta önce Çivril Gökgöl’deki milyonları aşan alabalık telefatını neye yoracağız?

O gün bizi dinleme nezaketi gösteren Müdürlük temsilcisi, Çevre Mühendisi Hanımefendi “ben uzun zaman Büyük Menderes üzerinde çalıştım” mealinden bir şeyler söyledi laf arasında. Çok güzel! O halde bu saydıklarımın hangisi değişti, siz yakın zamanda ve daha iyi gözlemişsinizdir. Yazın buraya gözlem ve izlenimlerinizi ben yayınlarım. Hatta çok yeni fotoğraflarınızı da eklerim. Ama sonrasında ben de eleştirilerimi sıralarım, buna rıza göstermelisiniz.

FOTOĞRAF ‘KİRLETİR?!’

Diğer itiraza gelelim: Çürüksu vadisindeki gezilerim döneminde Denizli Organize Sanayi atıksu arıtma tesisinde biyolojik çökeltmenin fotoğrafını çekmiştim (burada yayınladık.) Hoş bir estetiği vardı fotoğrafın. Sunumda, bölüm başına biraz da görsel-estetik değeri dolayısıyla alıp koydum. Bir itiraz da bu fotoğrafın olumsuz algı oluşturduğu biçimindeydi. Neyse ki başka itiraz olmadı. O fotoğrafın en azından anlatım estetiği içerdiğini anladılar. Diyelim ki kirlilik algısı oluşturuyor, oluştursun. Yok mu kirlilik diye bir şey? Fotoğrafın çağrışımının arka planı pek mi belirsiz? Hem bir fotoğraf tek başına kirleticiyi anlatmaz. Kirleticiye ayna tutabilir. Gerisi sizin tasavvur gücünüze kalmış.

Peki, bir fotoğraf imgeleminizi(tasavvurunuzu) kışkırtabilir mi? Neden olmasın? Sizde itiraza meydan veren şey belli ki tam da bu. Buna sanatın etki gücü diyorlar. Başka türlü söyleyelim, keşke estetize edilmiş bir çevre duyarlığını fotoğraf ve görselliğe ait başka malzemelerin etkisiyle edinme imkanımız olsa tek başına! İşte o zaman tüm bunları konuşmamıza gerek kalmazdı. Ne yazık ki bu o kadar kolay değil. Eh siz de bu fotoğrafa katlanıverin artık!

İl Çevre Müdürlüğü mensubu, Çevre Mühendisi, dinleyici hanımefendinin söyledikleri çok önemli değildi aslında. Asıl önemli olan, bu konuda söz söyleme fırsatı vermiş olması. Öyle ya, işine gelmeyen herkesin bu tür itirazlarda buluma potansiyeli var. Neden? Yaptığımız, onlar için bir tür alan işgali olmalı. Rahatsızlığın aslın sebebinin bu olduğunu sanıyorum. Bir de sivri gelen dilimiz.

ALABALIK KİRLETMEZ Mİ?

Bir başka itiraz konuyla ilgili İl Müdürlüklerinden birinde görevli dinleyici bürokrattan geldi. “Balık çiftliklerinin kirletici olmadığı konusuydu bu. “Keşke tüm kirleticiler balık çiftlikleri gibi olsa? Elden gelse de bir değil bin tane çiftlik kursak!” Bu kısmını öyle abarttı ki yanıt vermeyi gereksiz buluyorum. Ancak, diğer kirletici unsurlara karşı kısmen haklı olabilir. Yine de lokal olarak her zaman bu konuda haklı olmadıklarını düşünüyorum. Örneğin, Çivril Gökgöl’deki balık üretme ünitesi! Son zamanlarda neredeyse her yıl birkaç milyon alabalık telef oluyor. Her seferinde Dinar’dan gelen Büyük Menderes, onun taşıdığı kirlilik fail olarak işaret ediliyor. Ancak ne yerel yöneticiler, ne mülki amirler bu soruna bir türlü çare bulamıyorlar. Neden? Yoksa sadece Dinar’dan taşınan kirlilik gerekçesi yetersiz mi? Başka ne gibi nedenleri olabilir? Geçen hafta gerçekleşen son kitlesel balık ölümü sonrası Çivril Belediye Başkanı Dr. Gürcan Güven’in dediklerini hatırlayalım: Başkan iyice dolmuş olmalı ki, “durumu Vali, Belediye Başkanımız, Dinar Kaymakamlığı, Afyon Valiliği, Dinar Belediyesi’ne ilettik ama bir sonuç çıkmadı” diyerek ilgisizliğin boyutlarına dikkat çekiyordu.

Kirletici mi değil mi? Bu alanın analizi yeterince yapıldı mı, yoksa şu 20 senede 17 kez değişen ÇED yönetmeliğine göre mi konuşuyoruz? O alanın kaynak noktası olması, nehir suyunun akışı ve tam dirsekte kaynak suyu ile karışması, alabalık üretme bölgesinin bu noktadaki yarattığı dışkı ve yem artığının azot miktarı, yeraltından gelen suyun yeterli oksijenlenme fırsatı bulmadan balık üretiminde kullanılıyor olması, Dinar’dan kirlenip oksijeni zayıf oranlı olarak gelen nehir suyunun burada, saydığımız faktörlerle birlikte daha fazla oksijen azlığına sebep olma olasılığı… gibi faktörler bilimsel bir değerlendirmeye tabi tutuldu mu? Tutulduysa sonuçlar açıklanabilir mi? Endüstriyel üretim, ihracat falan-filan iyi de, yok olmaya devam edenin yerine yenisini nasıl koyacağımıza ilişkin tasarımımız ne? Hoş, Cerattepe’de, Akkuyu’da, Yeşil Yol projesinde olan bitenin makul görüldüğü bir ülkedeyiz. Kime ne anlatabilirsiniz ki? “Az kirlenme iyidir!” Büyük olasılıkla devletin en son ‘düsturu’ bu!

i9

ANADOLU’DA SU MÜHENDİSLİĞİ ÜZERİNE

TMMOB haftası etkinlikleri içinde su kültürünü ilgilendiren güzel başka bir söyleşi 19 Ekim 2016 günü yapıldı. PAÜ Mühendislik Fakültesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Orhan Baykan tarafından hazırlanan sunum, “Binyıllar Boyunca Anadolu’da Su Mühendisliği” başlığını taşıyordu.

Önce Hocayla ilgili kısa bir tanıtım: Prof.Dr. Orhan Baykan, 1974 yılında Ege Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünden mezun oluyor. Sonrasında yüksek lisansını aynı üniversitede, doktorasını ise Dokuz Eylül Üniversitesinde 1983 yılında tamamlıyor. Bu arada özel sektör ve devlette, mesleğini ilgilendiren çeşitli birimlerde çalışıyor. 1977 yılında  Ege Üniversitesi, İnşaat Fakültesi (1978’e kadar Mühendislik Bilimleri Fakültesi)’nde asistan olarak başlayan akademik kariyeri, bugün onun Anadolu’da su yapıları konusunda bilimsel bir otorite olmasına kadar uzanıyor. 1987 yılında, o zamanlar Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde olan ve daha sonra Pamukkale Üniversitesi’nin temelini teşkil edecek olan Denizli Mühendislik Fakültesinde öğretim görevlisi olarak işe başlıyor.

Söyleşi sonrası yaptığımız kısa sohbette, artık emekli olduğunu, Üniversitede bir-iki derse girip çıktığını ama çoğunlukla evde çalıştığını belirtti. O gün yaptığı sunumu izlediğimizde ise pek öyle emekli olmuş bir hali yoktu Hocanın. Dinç ve açık bir zihinle Anadolu su yapıları üzerine hazırladığı slayt gösterisini yer yer eğlenceli, iğneleyici ya da açık eleştiri içeren ifadelerle gerçekleştirdi. Tıpkı bizim sunumumuzda olduğu gibi az sayıda ama ilgili bir dinleyici kitlesine hitabetti.

O kısa sohbette, “Hocam sunumunuzdan yararlandık, slayt çalışmanızın kopyasını alabilir miyiz?” dedim, tereddütsüz “elbette” dedi ve ekledi, “bu saatten sonra bu bilgileri öbür tarafa götürecek halim yok. İstediğiniz gibi yararlanın. Yeter ki bir dipnotla çalışma sahibini belirtin. Başkaca bir şeye gerek yok.”

Çalışma sahibini anmak ve onu belirtmek, her namuslu çalışmanın olmazsa olmaz dipnotu olmalı. Biz de bu geleneğe uyarak Hocamızın değerli çalışmasının kısa bir özetine yer vererek kendisine teşekkür ve selamlarımızı iletiyoruz.

yasar-tok-10

“BİNYILLAR BOYUNCA ANADOLU’DA SU MÜHENDİSLİĞİ”

“Binyıllar Boyunca Anadolu’da Su Mühendisliği” başlıklı Prof.Dr. Orhan Baykan çalışması, alanın diğer displinlerle ilişkisine değinerek başlıyor. Sonra antik su mühendislerinin çalışmalarına yer veriyor. “Eskil (antik) su mühendisleri ne yapmışlar?” diye soruyor ve “Bugün biz ne yapıyorsak, onları !…. Su derleme, biriktirme, dağıtma, sulama, liman, çevirme, kıyı koruma ve bunlarla ilgili yardımcı öğeler… Farklılık nerede? Teknoloji ve bir miktar da bilgi birikiminde…” diye yanıt veriyor. Bu tezden yola çıkarak vardığı sonucu da, “Anadolu Uygarlıklarını ‘Hidrolik Uygarlıklar’ olarak anmak yanlış bir deyiş olmayacaktır!” diye açıklıyor.

i12

Sonrasında Hoca, Miletoslu filozof ve bilim adamı, eski Yunan’ın Yedi Bilge’sinden sayılan, İyonya okulunun kurucularından (aynı zamanda hidrolik mühendisi) Thales’le başlayıp tarihin daha önceki dönemlerine uzanıyor. Göbeklitepe sarnıçlarından Cumhuriyet su yapılarına kadar bir dizi dönemi içeren zaman çizelgesi üzerinden bize harika bilgiler veriyor.

i8

OLASILIKLA BELKİ, EVET, HAYIR!

“Bu denli yıl önce insanlar ne yaptı? Su gereksinmelerini nasıl sağladı? Tarlalarını nasıl suladı? Suyu sarnıçlarda mı topladılar? Toprak kanallar mı yaptılar? Suyu doğrudan doğruya akarsudan toprak (Kargir?) kanallara mı aldılar? Taşıma su ile mi yetindiler?” diye soruyor. Ardından aynı soruyu yine kendisi yanıtlıyor. “Olasılıkla Belki, Evet, Hayır! kesin olarak bilmiyoruz!” diyor.

11 bin yıl öncesinden başlattığı suyolları ve yapıları ile ilgili yolculuğuna bizi de ortak ediyor Orhan Baykan Hoca. Çatalhöyük’te duraklayıp Anadolu su kültürü için önemini anlatıyor. Bitlis’ten İzmir-Bornova’ya geliyor, oradan Van’da Bronz çağı yerleşmelerine geçiyor. Hitit İmparatorluğu ile Boğazkale’nin önemine işaret edip “Pınarsuyu derleme yapısı, Karakuyu barajı, Eflatunpınar  bendi, Hitit Barajı önemli kalıntılardandır” diyerek tarihsel bir eşiğin oluşumuna dikkatimizi çekiyor.

Urartu Krallığında Şamran Kanalının neden önemli olduğunu açıklıyor. İ.Ö. 800’lerde yapılan 56 km. uzunluğundaki bu kanalın halen çalışır durumda olduğunu belirtiyor.

Sonra Helenistik dönem, ardından Roma dönemi ve onu takip eden Bizans dönemi su yapıları oluyor. İzmir, İstanbul, Aydın, Antalya, Mersin, Amasya ve Denizli coğrafyalarında öne çıkan ve halen izlerine rastlanan su kanalları, yapılarının seceresini sayıyor.

Orhan Baykan Hocaya teşekkür ediyoruz. Okurlarımıza öneriyoruz, eğer hocanın bir yerde sunumu varsa, sakın kaçırmayın gidip dinleyin. Eminim bizim kadar, belki daha fazlasını ilgiyle, hayranlıkla ve dolu dolu izleyeceksiniz.

5 BİN Mİ? 120 BİN Mİ?

Prof.Dr. Orhan Baykan sunumuna dair yazdıklarımıza nokta koymadan önce, bir eleştirisine yer verelim. Hoca Denizli’deki eskil kentler ve su yapılarını özetlerken, Başta Laodikeia olmak üzere, Lycos Vadisi kentleri ve başka yerlerde, kentlerin nüfusunu belirlemede kullanılan kıstasların doğru olmadığını söyledi. Söz konusu belirlemenin biraz keyfiyet, biraz da tanıtım/projeksiyon içerdiğini söyledi. Örneğin Laodikeia’nın gelişmiş dönemdeki “fiziksel su gereksinmesi, öngörülen kullanım oranı (içmesuyu-sulama) ve kayıp-kaçak varsayımları yapılarak en çok 5000 kişi dolayında bir nüfusu barındırmış olacağı değerlendirilmiştir” dedi. Aynı dönemler için kentin şimdiki nüfusunu Kazı başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek 120 bin olarak hesapladıklarını belirtmiş. Aradaki fark muazzam, tam 24 kat. Bu fark nereden geliyor olabilir? Orhan Hoca aynı bilgiyi Hierapolis için “en fazla 17.000 kişi” olarak verdi. Oysa son kazı başkanı Ord.Prof.Dr. Francesco D’Andria, Hierapolis nüfusunu, yanlış hatırlamıyorsam 80-100 bin civarında hesapladıklarını açıklamıştı. Burada da en az 6 kat fark var. Bu farkın nedeni ne olabilir? Keza Tripolis’in nüfus belirlemesi de aynı rakamlarda seyrediyor, 6 bin! Dönemin ekonomi, demografi ve savaş gibi değişken faktörlerini de hesaba katarak bir öngörüde bulunulabilir. Ancak, farkların bu büyüklükte olması olağanüstü gibi görünüyor. Umarız başka bir vesile ile aynı bilim adamlarına konuyu sorar, yanıtlarını bir yerlerde yazıp yayınlama fırsatı buluruz.

***

Bazen bizi yaptığımız işe, yazdıklarımıza yabancılaştırıp başka bir konuda zihinsel efor sarf etmeye yönelten bu tip gelişmelerin olması fena etki etmiyor. “Tarihin Peşinde” onca koşmuşluğumuz var, örneğin su yapıları hiç bu denli dikkatimizi çekmemişti. Yani öğreniyoruz. Bildiklerimize yeni şeyler ekliyor, bilmediklerimizi bir kenara not etme fırsatı buluyoruz. Bu kez de böyle oldu. Hem kendimizin, hem Mustafa Hocanın ve hem de Orhan Baykan Hocanın söyleşi sunumları bizi yeniledi. Düşünce ufkumuzu biraz daha genişletecek verilerle donattı. Bilgi dağarcığımızı zenginleştirdi.

***

Bu haftayı böyle kapatalım. Ancak haftaya Acıpayam Belediye Başkanı Hulusi Şevkan’la yaptığımız görüşmeye mutlaka yer verecek, Dalaman Çayı gezi yazılarımıza geri döneceğiz.

 

(Devam edecek)

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı