REKLAMI GEÇ

ANTİK YAZARLARDA HİERAPOLİS VE TERMAL

24 Aralık 2019 Salı

“Termal sağlık, Anadolu’da yaygın biçimde bilinen en eski tedavi sahasına sahiptir. Bu kültüre uygun kurulmuş kentlerin başında, bugünkü iç Ege’de Denizli coğrafyasında bulunan Pamukkale-Hierapolis antik kenti gelir.” Dizimizin ilk bölümlerinden birinde yaptığımız bu tanım, aslında sadece modern çağın değil, en eski çağlardan beri devam eden bölge yerleşmelerinin kültürel gerçekliğine değiniyordu. Periferisiyle birlikte düşünüldüğünde, sağlık odaklı bir kent olarak Hierapolis, kendi ihtişamlı dönemindeki göz kamaştırıcı çekiciliği ile sadece sağlık arayışı veya termal olgusunun değil, daha pek çok özelliğin temerküz ettiği bir kentti. Hem geç Roma dönemine kadar süren Paganizm ve hem de Bizans dönemi inanç sistemi olarak erken Hristiyanlık inanışının kenti olarak kutsanmıştı. Ölüler dünyasının tanrısı Hades’e (Plüton) adanan “Cehennem Kapısı” ve “Ploutonion”, yüzyıllarca Apollon Arkhegedes kültünün kutsal ziyaret merkezi olageldi. Keza erken Hristiyanlıkla birlikte, birinci yüzyıl sonlarına doğru İsa’nın havarilerinden St. Philippus’un kentte katledilmesinden sonra ((özellikle 3. Yüzyıl itibariyle) Hierapolis bu kez Hristiyanlığın hac merkezine dönüştü.

Hierapolis’i her dönem çekici kılan asıl unsur, kutsal alan ziyaret seremonisine anlam kazandıran ‘tanrıya yakın olma/ölme’ fikridir. Tanrı inancına ve tanrıya yakınlık duygusuna sahip her birey, bu duyguyu ifa edebileceği yer/mekan seçimini önemser. Antik kent her iki inancın hakimiyeti döneminde de böyle bir tercihin kenti olagelmişti. Hierapolis ve Batı Anadolu eski çağ kültürleri uzmanı olan Daria de Bernardi Ferrero, Helenistik dönemde Hierapolis’in kurulduğu bölgenin ayırt edici özelliğinin morfolojik koşulları olduğuna dikkat çeker. “… kentin doğuşu ve bunu izleyen olaylar zinciri kuşkusuz, bu koşullar tarafından belirlenmiştir” diyen Ferrero, açıklamasının devamında, “Menderes’in orta ve aşağı havzalarında toprak, çok sayıda dallanmış yeraltı boşluklarına sahiptir ve bunlardan, kalsiyum ve başka mineraller bakımından zengin sıcak su kaynakları geçer ki bu da, başka nedenler yanında, belli sürelerde bölgede sık sık yer alan yıkıcı deprem olgusunun nedenidir.

Hierapolis’te bu olgu, zehirli gazla dolu mağaralar ve kanallar sistemi içinde belirir, zehirli gaz belli bir noktada çıkış yolu bulur. Eski dinsel anlayışın ışığında bu tür doğal yapılar, aşağıdaki dünyayla bir iletişim noktası olarak görülmüştü. Hierapolis’teki bu nokta, yeraltı dünyasının eski yazarlarca hatırlanan girişlerinden sadece biriydi, bu yazarlar, yakın yörelerde, Nysa dolayında ve Menderes üstündeki Magnesia toprağında yer alan başka giriş noktalarından söz etmişlerdir” diyerek termal suyla ilintili topoğrafik ve jeolojik şekillenmelerin dinsel inanışlarla toplumsal yaşayış arasındaki doğrudan ilişkisini tanımlar. (Dario de Bernardo Ferrero, s. 72)

Modern çağda Hierapolis’i ziyaret eden J. Spon, G. Wheler (1678) ve T. Smith (1654) kalıntılara değinmiş, onların görkemini ve mezar yapılarının çeşitliliğiyle zenginleşmiş çok geniş alanları kapsayan mezarlıkları anlatmıştır; bu gezginlerin hemen hepsi, beyaz kayalardan etkilenmiş ve sıcak suların özelliklerini vurgulamıştır.”(Ferrero, age. s.81)

Hierapolis üzerine yazan ve araştıranların en çok etkisi altında kaldıkları kalıntı kentin nekropolü yani mezarlık alanıdır. Çünkü mezarlık sadece nüfus yoğunluğu ve kentin eski tarihinin ipuçlarını vermekle kalmaz. Daha fazla olarak, kentin kutsal ölüm ritüelleri için seçilmiş özel bir mekan olduğunu gösterir. Helenistik dönem pek bilinmemekle birlikte, özellikle sonrasında yoğunlaşan bu süreç, Hierapolis’i kutsal ölüm ve tanrısal ilişkinin Roma ve sonrası döneminde Karia ve Frigya ülkeleri halklarının vazgeçilmez kutsal kentine dönüştürmüştür.

Ferrero’nun yukarıdaki alıntıda zikrettiği antik metinler kentin kutsallığının betimlendiği, birbirini tamamlayan bilgiler verirler. Hierapolis kazılarının başında neredeyse bir ömür vermiş olan Prof. Dr. Francesco D’Andria, son olarak kaleme aldığı “Cehennemden Cennete Hierapolis (Pamukkale)” başlıklı yapıtında, kentin kutsal alanlarının keşfediliş serüvenini anlatır. Pagan dönemi kutsal alanı Ploutonion ve Hades’in cehennem kapısı ile erken Hristiyanlık dönemi inanç kültü Aziz Philippus Kilisesi ve Martirion’u onun kazı başkanlığının son on yılında bulunmuş ve kazılarak açığa çıkarılmış, düzenlemesi yapılarak ziyarete açılmıştır. Bu yanıyla Hierapolis tarihinin en önemli kaynakçalarından olduğu söylenebilir.

Prof D’Andria, kitapta Pagan dönemi antik kaynaklarında Ploutonion olarak bilinen (bu arada Pluton, aynı zamanda yeraltı veya cehennem tanrısı olarak bilinen Hades’in Latince’deki diğer adıdır) termal kaynağın özelliklerini, zamanında Hierapolis’i ziyaret etmiş olan yazarların yapıtlarından uzun alıntılarla ayrı bir bölüm halinde verir.

Üç yazarın yapıtında açık ve net biçimde Hierapolis ve Ploutonion kutsal alanı betimlemesi yer almaktadır. Bunlardan Amasyalı Strabon en çok bilinen ve antik çağ tarihçilerince de tercih edilen, en popüler olanıdır. Anadolu’nun antik coğrafyası ve arkeolojisi açısından başyapıt sayılan Strabon’un Geographica’sının XII, XIII ve XIV. bölümleri, yazarın Anadolu gezilerine ait yazılarını kapsamaktadır. Bunlardan XIII. kitabın 4. bölüm, 14. kısmı Hierapolis tanıtımını içerir.

Strabon’a göre çağının Hierapolis’inde kutsal alan aşağıdaki gibidir: “Karialılar arasından Mesogis’i geçenler ve Nysa topraklarını, Maiandros’un ötesine Kibyra ve Kabalis’e kadar uzanan bölgede şu kentlerle karşılaşırlar: Mesogis’in yakınında, Laodikeia’nın karşısında Hierapolis yer alır, burada sıcak su kaynakları ve Ploutonion bulunur, her ikisi de olağanüstü şeyler barındırır. (…) Ploutonion, ona hâkim olan dağlık bölgenin kısa eteğinin hemen altında, mütevazı büyüklükte, bir adamın gireceği boyutta, ancak çok derin bir açıklık yer alır. Dörtgen bir duvar ile çevrili yarım plektron ölçüsündedir, o kadar kalın ve yoğun duman vardır ki yer zor görülmektedir. Çevresine yaklaşanlar için etrafındaki hava zararsızdır, hava sakinse bile duman zararsızdır. Gerçekten de çevre duvarının içinde kalır, ama içinden geçen her hayvan hemen ölüme kavuşur. Örneğin, içeriye sokulan boğalar yere yığılırlar ve dışarıya ölü olarak çıkarlar ve ben içeriye serçe attım hemen ölerek yere düştü. Galloi rahipleri girerler ve sağ salim kalırlar, açıklığa yaklaşabilirler ve içeri girerek belki bir derinliğe kadar giderler, mümkün olan en uzun süre nefeslerini tutarlar: görünüşlerinde neredeyse boğulma belirtilerinin ortaya çıktığını tespit ettim; bu (bağışıklığın) sakatlığı olanlarda, ya da kutsa alana dâhil olanlarda ve tanrıçanın korumasında olanlarda -kutsala sahip olan durumlarda olduğu gibi- antidot gibi bazı özelliklere sahip olanlar.”

Prof. D’Andria ikinci yazar olarak Cassius Dio’nun görüp betimlediği Hierapolis’e yer verir. Dio ve Dion Cassius olarak da bilinen Cassius Dio Cocceianus, MS 155-164 yılları arasında Bithynia eyaletindeki Nicaea kentinde doğmuştur. Bithynia’nın önde gelen aristokrat ailelerinden birine mensuptur. Babası Cilicia ve Dalmatia valisi olarak görev yapmış Romalı bir senatör olan M. Cassius Apronianus, dedesi ise ünlü hatip Dio Chrysostomos’tur (yak. 40-115). Antoninus Pius (138-161) döneminde Roma’nın eyaleti olan Bithynia’da doğan Cassius Dio yaklaşık 180 yılında Roma’ya gitmiş ve orada hızlı bir devlet kariyeri yapmıştır. Antik çağın önemli tarihçilerinden olan Cassius Dio seksen kitaptan oluşan Hellence bir Roma Tarihi yazmıştır. Eser, Aeneas’ın İtalya’ya ayak basmasından başlayıp MS 229 yılına kadar geçen yaklaşık 1000 yıllık zaman dilimini kapsamaktadır. (Hülya Boyana Ahmet Türkan)

Cassius Dio’nun görüp betimlediği Hierapolis şöyledir: “(Babilonia’da, Traianus) bir açıklıktan her türlü kara hayvanını ve kanatlıları sadece birazcık nefes alsalar bile öldürecek kadar kötü bir duman çıktığını gözlemler; ve eğer biraz daha yüksek olsa ya da etrafa yayılsa bölge oturulamaz olurdu; ama aslında duman kendi etrafında dolanır, burada sabit kalır ve yükseklerden uçanlar ya da yakınında duranlar sağ kalırlar. Bir benzerini Asia Hierapolis’inde gördüm ve kuşlarla deney yaptım, üstüne doğru eğildim ve kendim dumanı gördüm. Gerçekten de bir tür sarnıcın içine kapalıdır ve üzerine izleyiciler için bir yapı (theat-ron) yapılmıştır; ve duman hadım edilmiş adamlar dışındaki tüm canlıları yok eder. Nedenini anlamadım, ama gördüğümü gördüğüm gibi duyduğumu duyduğum gibi söylüyorum.”

Önceki dönem Hierapolis kazı başkanı Prof. Dr. Francesco D’Andria’nın kentin kutsal alanlarına ilişkin gözlem ve betimlerini aktardığı son yazar Damascius’tur. Tarihte “Şamlı” lakabıyla bilinen İskenderiye’li filozof Damascius’un yaşamı konusunda ayrıntılı bilgi yoktur, doğum ve ölüm yılları kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Şam’da doğup, İskenderiye’de öldüğü rivayeti yaygındır. İskenderiye’de retorik ve astronomi, Atina’da matematik ve felsefe eğitimi aldı. Hocası ve dostu İzidoros’un ardından Akademia’nın başına geçti. 533’te İskenderiye’ye döndü. Tüm yapıtlarını ölene değin kaldığı bu kentte verdiği sanılmaktadır. Yaklaşık olarak İS 480-550 arasında yaşadığı varsayılır.

Damascius’un Hierapolis üzerine gözlemleri bir ölçüde Strabon’un gözlemleriyle örtüşür: “(Damascius doğrular ki) orada Phrygia Hierapolis’inde bir Apollon Kutsal Alanı vardır ve tapınağın altında yeraltına inen bir açıklık ölümcül sızıntı üretmektedir. “Bu boşluğun üst tarafından geçen için zararsızdır, buna kanatlılar da dahildir ancak kendini içinde bulanlar ölürler”. Ancak müridlerin en iç kısımlara girdiği ve zarar görmeden kaldığı söylenir. Yazarın kendisi de ve felsefeci Doros da deneme isteğine yenik düşerler ve hiç zarar görmeden çıkarlar. Ve yazar diyor ki “Hierapolis’de uyuya kaldım, rüyamda kendimi Attis olarak gördüm ve benim için ana tanrıça tarafından Ilaria bayramı kutlanmaktaydı, (rüya) Hades’ten kurtuluşu sembolize ediyordu. Aphrodisias’a dönünce rüyamı Asklepiodotos’a anlattım. Olanlardan büyülendi ve “bir rüyanın yerine bir rüya” olarak değil “küçüğün yerine daha büyük bir mucize” olarak yorumladı. Gençken buraya gittiğini ve doğayı incelediğini söyledi. Burnunun etrafına mantosunu iki ve üç kere, bir çok kere nefes alsa bile kötü ve zararlı havayı içine çekmeyecek şekilde doladı, kuşkusuz zararsız ve sağlıklı olarak mantosuna sarınarak hareket etti, inişe başladı, sıcak suyun akışını izleyerek, girişin yasak olduğu boşluğun en derin yerlerine kadar, ama inişin sonuna kadar ulaşamadı: gerçekten de giriş oldukça derin sulara doğru bir inişle içeriye doğru götürüyordu, ve bir adamın (normal) geçmesi olası değildi, ancak (tanrıdan) esinlenmiş kişi sonuna kadar gidebilirdi.”

Yukarıda uzunca alıntılarla yer verdiğimiz antik yazarların dışında, Hierapolis ve kutsal alanlarını konu edinen yazarlar yok değil. Eğer bir okuma listesi ve programı yapmak gerekirse, Türkçede hayli geniş çeviri eser listesinin literatürde bulunduğunu ve kolayca erişilebildiğini belirtelim. Biz sadece kentin kutsal alanları, özellikle Plutonion kutsal alanı olarak bilinen yeraltı tanrısı Hades’in “Cehennem Kapısını” sembolize eden termal kaynak çıkışlı bölümlerin ele alındığı kısımları paylaştık.

Kaynaklar:
1- Prof. Dr. Francesco D’Andria “Cehennemden Cennete Hierapolis”, Ege Yayınları, İzmir 2014

2- Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, Ark. Ve Sanat Yayınları, İst. 2005, 5. Baskı

3- Hülya Boyana Ahmet Türkan, “Cassıus Dıo Cocceıanus’un Hayatı ve Tarihçiliği” AÜ Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 38 Sayı: 65,  2019/1

4- Dario de Bernardo Ferrero, Türkiye’deki İtalyan Kazıları, Ankara İtalyan Kültür Heyeti, Ankara 1993

DEVAM EDECEK

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı