REKLAMI GEÇ

Denizli’nin geleceği sağlık turizminde!

14 Ekim 2019 Pazartesi

Birkaç yıl önce sağlık turizmi üzerine yazdığımız bir giriş metninde, Denizli’nin termal dahil yeraltı kanyaklarının ekonomik önemine değinmiş ve aşağıda yer verdiğimiz uzun alıntıdaki değerlendirmeyi yapmıştık:

Değerlendirmemizin temel argümanları hala geçerli. Akademik çalışmalar dahil, pek çok yerel araştırmanın üzerinden atladığı sorunlar, gerçekçi bir biçimde ele alındığında, ortaya çıkan sonuç şaşırtıcı değil.

TEŞVİK RUHSAT KREDİ
Bölge ekonomisinin en önemli kaynakları yer altında. Bunların başını termal ve maden çekiyor. 1980’li yıllar bir tür milat olmuş. Devletin o yıllarda ülkenin yer altı kaynaklarına gösterdiği sorumsuz ilgiden en çok nemalanan bölgelerden biri olarak Afyon-Denizli hattı öne çıkmış. Teşvikler, kolay ruhsatlandırmalar, krediler ve çevre duyarlığından yoksun, neredeyse rastgele verilen izinler özellikle maden sektörüne ivme kazandırmış. Sonraki on yıllarda özellikle doğa üzerindeki tahribatı belirgin biçimde etkilerini ortalığa saçınca bile önlem alma konusunda ayak sürüme devam etmiş. Bu gün hala maden sektörünün bölge düzeyinde yarattığı doğa katliamına yeterince önlem alınmıyor. Aksine bunun yanı sıra doğa kaynaklarına dönük yatırım faaliyetleri, hız kesmeden devam ediyor. Yer yer arsızca süren bu yatırımları şimdilik çaresizce ve elimiz böğrümüzde izlemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Yapabildiğimiz ölçüde yazıp çizmekten başka!

TERMAL BU SÜRECİN NERESİNDE?
Termal kaynakların kullanımı ve esasları bu sürecin belki de en masum tarafını oluşturuyor. Her ne kadar hovardaca görünen termal kaynak kullanımı örneklerine rastlanıyor olsa da, maden ya da diğer sektörlerdeki kaynak israfı ve çevre tahribatı ile karşılaştırıldığında adını anmaya bile gerek kalmıyor. Karahayıt’ta yatak kapasitesini arttırmaya dönük turizm yatırımları 1990 başlarından itibaren hızlanmış. Eş zamanlı olarak Karahayıt bölgesinde büyük arazi kapatmaları da başlamış. O güne kadar “birkaç pansiyon, birkaç hayvan damı ve bazı evlerden oluşan yerleşim alanı”, sonraki on yıl içinde tüm yatırımları toplamaya başlıyor. Hierapolis ören yeri içindeki oteller kapanıyor. Pamukkale köyünün rolü zayıflıyor. Teşvikler ve krediler Karahayıt’ta temerküz etmeye başlıyor ve böylece şimdiki turizm formatının haritası ilk o dönem şekillenmeye başlıyor.

Termal üzerinde devletin yatırım politikalarını yönlendirmesi de o dönemlere rastlıyor. Bu dizi yazı içinde bazı tanıklar kendi tanıklığını aktarırken, devletin planlamaya ilk müdahale dönemini 90’lı yılların başı olarak zikretmekteler.

Ne ki tüm yatırımlar gibi, termal kaynak kullanımının masumiyetini zedeleyen bir süreç bu gelişmelerle birlikte başlıyor. Planlamanın yeterince kontrol edilmeyişi ve kaynak kullanımının disiplinsizliği nedeniyle herkes kendi termal kaynağını sondajlarla çıkarmaya başlıyor. Geleneksel olarak ‘kaplıca şifası’ anlayışından bir adım ötede olamayan bir zihniyet, giderek kısmen modernize olsa da, temel bir anlayış olarak varlığını bu güne kadar sürdürüyor.”

TERMALDE MERKEZİ ‘DİSİPLİN’ ŞART
Bu gün Karahayıt termal kaynaklarının bir bölümü turistik yatak kapasiteli oteller tarafından bağımsız birimler halinde işletiliyor. Önemli bir bölümü ise kaplıca kültürüyle kullanılıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, her ikisinin de termal kaynaklara kendi ölçeklerinde yarar ve zarar verdiklerini söylemek mümkün. Yani bir diğerinden daha çok tercih edilir değil. Hala merkezi olarak kontrol ve disipline ihtiyacı olduğu aşikar. Bu sadece israfa ilişkin olarak değil, aynı zamanda yatırım verimliliği, termal turizmde sürdürülebilirlik, hizmet kalitesi ve rasyonel kaynak kullanımı açısından düşünülmeli.

Konuyu fazla dağıtmayalım.

Termal, Denizli ekonomisinin temel kaynaklarından birisi. Maden ve tekstil düzeyinde ekonomik girdi potansiyeline sahip. Şimdiye kadar kör-topal uygulanan programlara rağmen ayakta kalabilmiş. Ancak yeni dönemde yaşanan turizm değişimleri, termal politikasını alışılmış yerleşik değerler ve yöntemlerle sürdürmeyi olanaksız kılıyor. Yeni, sistematik ve geleceğe dönük, gerçekten master planlamaya dayanan bir gelişme öngörüsünü zorluyor. Bunun en temel unsuru ise termali ne olarak gördüğümüz sorusuna verilecek cevapta yatıyor. Sağlık mı, turizm mi, basit bir kaplıca kültürü mü?

Bu soruların yanıtına bağlı olarak Merkezi hükümetin hangi Bakanlığı bu işe sahip çıkacak? Sağlık Bakanlığı mı, Turizm Bakanlığı mı, Ekonomi Bakanlığı mı?

YÖNETMELİK ŞART AMA…
Birkaç yıldan beri Denizli’nin öncülük etmesiyle başlayan Termal Sağlık Yönetmeliği Sağlık Bakanlığı bünyesinde hazırlandı. Bildiğimiz kadarıyla Bakan’ın önünde ve imzasını bekliyor.

24.07.2001 tarih ve 24472 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren ve halen uygulamada olan “Kaplıcalar Yönetmeliği” hem sektör temsilcilerinin, hem de ilgili kurumlar temsilcilerinin yetersizliğinden şikayet ettikleri bir düzenleme. 2017 yılında yayınlanan “Uluslararası Sağlık Turizmi ve Turistin Sağlığı Hakkında Yönetmelik” ise amaç ve kapsam bakımından oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Termal konusu dolaylı biçimde değerlendirilse de, “Kaplıcalar Yönetmeliği” gibi doğrudan termal sağlık hizmetlerini düzenleyici hükümler içermiyor.

Eğer Bakanlık bünyesinde hazırlanan yeni yönetmelik Bakan tarafından onaylanırsa, Türkiye’de termal sağlık ilk defa yönetmelik hükümlerine bağlanmış olacak. Bu arada belirtelim, yeni hazırlanan yönetmelik hükümlerinin neleri içerdiğini, nasıl bir termal sağlık yönetimi öngördüğünü, yerli ve yabancı sağlık personeli, personel eğitimi vb. konularında hangi koşulları ve ölçütleri zorunlu kıldığını henüz bilmiyoruz. Çıkarım yapmak gerekirse, “Uluslararası Sağlık Turizmi ve Turistin Sağlığı Hakkında Yönetmelik” hükümleri bu konuda fikir verici olabilir. O nedenle önyargı oluşturmamak kaydıyla şu notu iliştirmeden geçmeyelim. Yönetmelik hükümleri Turizm Bakanlığı ile yapılacak bir koordinasyon ile uygulanacak olursa, yaşanan sıkıntıların önemli bir bölümü bertaraf edilebilir. Türkiye 2000’li yıllarda o kadar çok yönetmelik, tüzük, yasa ve hüküm değişikliğine tanık oldu ki, önemli bölümü ‘keşke hiç değişmeseydi’ dedirten değişikliklerle gelmişti. Hatırladığım son değişikliklerden bir tanesi Akkuyu Nükleer Santrali’ni ve beraberinde doğayı koruma kaygısı olmayan pek çok uygulamayı meşrulaştıran ÇED yönetmeliği olmuştu. Bir diğeri inşaat sektörüne her tür fırıldak için kapıyı aralayan ‘seç-beğen-al’ yönetmelikleriydi vs. Umarız çok iyi niyetli biçimde gündeme taşınıp hazırlandığını sandığımız termal yönetmeliği de aynı akıbete maruz kalmaz.

MASTER PLANDA DENİZLİ TURİZMİ
Master plan demişken; Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2007’de hazırlanan 2007-2023 hedefli termal turizm master planına değinmeden geçmeyelim. Özet olarak 14-21 gün konaklamayı öngörüyor. Mevcut yatak kapasitesini 50 bine yükseltmeyi hedefliyor. Bölgeye destinasyon tanımı getiriyor. Buldan-Tripolis, Çardak, Gölemezli ve Sarayköy-Buharkent sahalarını 4 ayrı öncelikli gelişme alanı olarak ilan ediyor. Pamukkale’yi özel alan (ÖÇK olmasından dolayı olsa gerek) olarak adlandırıyor. Turizmi sürekli kılacak olan tur meselesine ise kabaca birtakım açıklamalarla çözüm üretmeye çalışıyor. Belli başlı antik kentleri günlük tur merkezleri olarak ilan ediyor.

Alternatif güzergah üretmeyi önemsemiyor ya da mevcut güzergahı zenginleştirici bölgeler, alanlar, konular üzerine hiçbir öngörü ya da faraziye taşımıyor. Tüm bunlara rağmen 2023 yılında 20 milyar dolarlık/yıllık ulusal gelir planlaması yapıyor.

Böyle bir master planlama doğru mu? Evet, doğru bir planlama olurdu. Ancak, ne yazık ki bölge de termalin örgütlenme biçimi, sadece otel inisiyatifleriyle belirlendiği sürece planlamanın verimi kuşkulu olacak. Kaplıca işletme zihniyetinde aşama kaydedemeyen yerel yönetimlerin yanında, kurumsal sağlık merkezleri oluşturulmadığı sürece verimli olamayacak, ‘günü kurtarma’ anlayışını terk etmedikçe ekonomik unsurlar fayda yerine zarar verecek.

Burada başka parametreleri tartışıp devletin izleyeceği merkezi turizm politikaları eleştirisi üzerinden bazı argümanlar üretilebiliriz. Bu argümanlar üzerinden daha popülist yaklaşımlarla eleştirilerde bulunulabiliriz. Ya da dönemsel karşılaştırmalarla stratejik planlamanın sorunlarını sıralayabiliriz. Ama her halükarda varacağımız nihai nokta güncel gerçeklerin arasında boğulmadan, termal merkezli bir turizm planlamasının nasıl yapılacağı sorunu olacaktır. O nedenle mevcut gelişme eğrisinin izleğini dikkate alarak daha analitik vargılarla turizm perspektifi üretmenini yöntemlerini araştırmak gerekebilir. Bu gelişme eğrisini, yayınlanması beklenen termal sağlık yönetmeliği ile belirlenecek gibi duruyor. Çünkü bu yönetmelik aynı zamanda teşviklerin, ruhsatlandırma kolaylıklarının ve yatırım kredilerinin yönünü tayin edecek. Bölgesel ekonomik örgütlenmenin unsurlarını eleyecek ve yeni ihtiyaçlara dönük yerel yatırımlarla aynı yerel ekonomik yapıyı zenginleştirecek.

KLEOPATRA IN, ST. PHILIPPUS OUT!

Şimdi sorulması gereken asıl soru şu; tüm bunlar yeterli olacak mı?

Öncelikle tüketim sektörü olarak turizmin eğlenme ve gezme alanlarının çeşitliliği artmak zorunda. Bu yalnızca sayı artması olarak değil, orijin özelliğinde de fark ve artış içermeli. Gezi güzergahları için temel olarak belirlenen alanlar tarih ve kültür merkezleri. Daha doğrusu antik dönem yerleşmelerinin miras bıraktığı mimari kalıntılar. İçlerinde yerleşme, inanç-tapınma ve konaklama mekanları var. Ancak bu alanların turiste tek başına cazibe merkezi oluşturması ne ölçüde mümkün? Laodikeia’da hızla ‘inşa edilen’ kilise yapısı dışında, belki aynı inanç kültleri için çok daha değerli, günümüz turizmine dinamizm kazandıracak daha başka kalıntı ve tespitler var. Ancak onların turizm faaliyetine kazandırılması konusunda ne tanıtım, ne de düzenleme yapıldığı söylenebilir. Bir dönem Büyükşehir Belediyesi uhdesinde süren kazılar oldukça verimli şekilde devam ediyorken, 2016 yılı itibariyle tamamen Kültür ve Turizm Bakanlığının yönetimine geçti. Özel şirketlere kiralanan ören yeri işletmelerinden sonra, her yerde olduğu gibi Laodikeia ve bölgedeki diğer ören yerlerinde de kazı ekibi ve başkanının kişisel çabaları dışında bir tanıtım olanağı kalmadı.

Bu konuda en verimli dönem, sanırım 2010-2015 yılları arasıydı. Hierapolis’te St. Philippus’un mezarını bulunması, Laodikeia’da Kilisenin ortaya çıkarılması, Tripolis ve Tabae kazılarının yeniden başlaması, Ekşihöyük’ün saptanıp Denizli Müzesi tarafından kazıya yol verilmesi… Tümü de bölge arkeolojisinin karakteristiğini ortaya çıkaran gelişmelerdi.

ANADOLUDA BİR HAC MERKEZİ

Bunların içinde en bilineni, 2011 yılında Hierapolis’te ortaya çıkarılan St.Philippus anıt mezarı. Şimdi kaç kişi hatırlıyor bu mezarı? Oysa erken Hristiyanlık döneminin Anadolu’daki başlıca hac merkezlerinden olduğunu bizzat İtalyan kazı heyeti Başkanı Ord. Prof. Francesco D’Andria söylüyor. Hala mezarın gerçekliğini tartışanlara hatırlatalım: “Kleopatra Havuzu” diye pazarlanan antik havuzdan Kleopatra’nın bırakın haberi olmasını, coğrafyadan ne kadar haberli olduğunu dahi açıklamak mümkün değil. Bunun bir pazarlama tekniği olduğu savunulabilir. Peki, itirazımız yok. Ama aynı hoşgörü veya hesap neden St. Philippus’un mezarı için gösterilmiyor? Üstelik “Kleopatra Havuzu” fantezisinden farklı olarak tamamen gerçek bir tarihi öykü olmasına karşın! Maddi varlığı bilimsel olarak kanıtlanmış olmasına karşın! Tarihsel kayıt, bulgu ve parşömenlerde yer almasına karşın! İnanç ve hac kültürü için Anadolu coğrafyasında yer alan sadece iki merkezden biri olmasına karşın! İsa’nın son akşam yemeğini paylaşan 12 havari içinde en güvendiği havarilerden birinin, mesken tuttuğu kenti kutsal kılmasına karşın! Tüm bunları içeren bir pazarlamanın orta vadede kalıcı ziyaret ve turizme en güçlü katkıyı yapacak olmasına karşın… Neden?

Turizm yazılarımız boyunca tanık olduğumuz yakınmaların başında günlük turizmi birkaç günlük, haftalık ya da 2-3 haftalık konaklamaya dönüştürecek bir altyapının olmayışı geliyor. Turist buraya gelse, onu bağlayacak ne gezi, ne eğlence, ne de başka bir dinlence unsurunun olmayışından şikayet ediliyor. Bu doğru bir belirleme ve şikayet/yakınma.

O halde termal gibi olağanüstü bir imkan bölge turizminin ayakları altına serilmişken, turizmi ve turisti günlük turizm dışında bir hizmet ağıyla bağlayıcı olma potansiyeline sahipken, onun üzerinde plansız-programsız tepinmek ne derece doğru?

Bu konuda son yıllarda turizme dönük hizmet veren kurumların, özellikle DENTUROD’un (Denizli Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği) başarıyla yürüttüğü “Termal İyi Gelir” projesini de içeren gelişmeleri haftaya konuşalım.

DEVAM EDECEK

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı