REKLAMI GEÇ

ENERJİ POLİTİKALARI İÇİNDE ‘TERMAL’İN YERİ

2 Aralık 2019 Pazartesi

Türkiye enerji politikaları açısından, termalden elde edilen enerji yenilenebilir enerjidir. Ancak diğer yenilenebilir kaynaklarla karşılaştırıldığında çevresel etkileri beklenenden fazladır. Üretim sürecinde olumsuzluklar zinciri olarak ortaya çıkan bu etkiler, son yıllarda ivme kazanan termal enerji santrallerini giderek daha fazla tartışmalı hale getirmektedir. Merkez politikaları, başta Çevresel Etki Değerlendirme süreçleri olmak üzere her ne kadar pek çok kolaylık ve teşvik sağlıyor olsa da, termal zenginliğe sahip bölgelerdeki girişimler, geçmişten farklı olarak yöre yerleşmelerinde halkın ortak tepkisine yol açmakta, açılan davaların ve sürekli protestoların sayısı günden düne artmaktadır. Bu gelişmelerin çeşitli örneklerine Batı Anadolu’da termal kaynaklar açısından zengin sayılan Denizli, Aydın ve Manisa gibi kentlerde sıkça rastlamak olağan vakıa sayılmaktadır.

Türkiye’nin ilk jeotermal işletmesi olan Kızıldere Jeotermal işletmelerinde, jeotermal atık sulardaki kimyasal kirleticilerin konsantrasyonları, aşağıda belirttiğimiz kaynak tarafından Lityum (Lİ) 4,5 – Amonyak (NH3)0,04 – Borik Asit (H3BO3) 0,05 – Arsenik (AS) 0,6 olarak verilmiş. Araştırmanın hangi tarihte yapıldığını yayınlanan metinden anlamak oldukça zor. Çünkü Mebrure Barduk’un araştırması hacimli bir raporun 345-368. sayfaları arasında yer alıyor. Yazarın Maden Tetkik Arama (MTA) çalışanı bir mühendis olduğu göz önüne alınırsa, büyük olasılıkla Kızıldere jeotermal işletmesi henüz MTA bünyesinde faaliyet gösteriyorken çalışılmış veya o döneme ait verilerden elde edilen sonuçlar aktarılmış. Oysa Kızılderedeki jeotermal, şimdi Türkiye’nin bu alandaki en büyük işletmesi. O nedenle MTA’nın mütevazi üretimi döneminde elde edilen verilerdeki ölçeklerin, bugün büyüme oranında ürkütücü bir artış göstermiş olması gerektiğini hesaplamak yanlış olmasa gerek.

Araştırmanın, buhar deşarjıyla ortaya çıkan havadaki gaz etkilerinin yanı sıra, işin yüzey sularına etkisi açısından söyledikleri ise Denizli özelinde bakıldığında küçümsenecek gibi değil. “Jeotermal kirleticiler” diyor yazar Badruk, “suyu kaynak olarak kullanarak sıvı ekosistem ve karasal ortamı etkileyerek nehir ya da akarsuların içine karışarak su kimyasını değiştirir. Aynı kirleticiler doğal jeotermal sularda bulunmasına rağmen, bunların toprakta çökelme ve dolayısıyla konsantrasyonlarını arttırma eğilimleri vardır. Bu yüzden çevresel etkiler daha çok bölgeseldir.”(Kaynak: Mebrure Badruk, “Jeotermal Enerji Uygulamalarında Çevre Sorunları” https://www1.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/91aece1163477df_ek.pdf)

Diğer yandan, yenilenebilir enerji kaynaklarını kutsama eğilimi içindeki yerel ve merkezi yönetimlerin anti-çevreci ve vurdumduymaz tutumlarını anlamak pek kolay değil. Termal gibi ekonomik olarak değerlendirme potansiyeli çok yönlü olan bir kaynağın, ısrarla enerji sektörüne transferi, diğer ekonomik potansiyellerini en azından bölgesel olarak marjinal düzeye indirgemektedir.

Pamukkale, yaklaşık üççeyrek yüzyıldan beri uluslararası bir turizm destinasyonu olma sürecini devam ettirdi. En bilinen tarihiyle 1950’li yıllar itibariyle hızlanan bir süreç bu. Pamukkale üzerine kurulu antik Hierapolis kenti o tarihten sonra kesintisiz bir araştırma ve kazı sürecine girdi. Bu kazının bilimsel bir ekibin elinde oluşu, özellikle 1980 sonrası görmemişliği olarak nükseden “turistik hafriyat” düzeyinde kazı yapılmasının önüne geçmiş oldu. Kısmen ağır ama kesinlikle ‘kalk gidelim’ türünden bir acelecilikle değil, sabırla, bilimsel metotlarla sürdürülen çalışmaların günümüzde ulaştığı bulgular tartışmaya meydan vermeyecek kadar sarih. Pamukkale travertenleri başta olmak üzere, Karahayıt termal kaynakları ve bu kaynakların sağlık ve turizm sektörleri dahilinde değerlendiriliyor oluşunda, Hierapolis çalışmalarının payı inkar edilemez. Kısaca diyebiliriz ki, Pamukkale olmasaydı Hierapolis olmayabilirdi. Ama açıkça söylenmeli, Hierapolis olmasaydı, Pamukkale bu ölçüde korunuyor olmayabilirdi.

Ne var ki, Karahayıt’ta temerküz etmiş olan termal kaynakların Denizli yeraltı zenginlikleri içinde turizm sektörüyle değerlendiriliş biçimi, tüm çabalara karşın marjinal olmaktan öteye geçmemektedir. Konuyu bu dizinin ilk bölümlerinde sıkça işledik. O nedenle yinelememek kaydıyla şunu söyleyebiliriz, günlük turizm olarak seyreden Pamukkale turizminin, sağlık turizmi ile birlikte orta vadede yaratabileceği sinerjinin kaynağı termaldir. Termalin marjinal olarak adlandırdığımız düşük kullanım biçiminden kurtulması, son iki haftadır yazdığımız jeopark veya jeosit gibi kapsayıcı-koruyucu projelerle birlikte sıçrayarak hak ettiği değere kavuşmasıyla olabilir. Bunun ilk şartı ise termale verilen değerin jeotermal ile özdeşleşen olumsuzluklara kurban edilmemesidir.

Bugün kent düzeyinde coğrafi yatırımların en gözde olanı, ciddi kriz içindeki sanayi sektörlerinden yaka silken sermayenin gözünü diktiği enerji sektörüdür. Ancak bu alana yapılacak yatırımın seçici olması gerekmektedir. Akarsuların giderek kuruması ve HES, TES ve baraj tipi enerji yatırımlarının aşır maliyetleri, devletçe teşvik edilen yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimi arttırmaktadır. Henüz emekleme aşamasında olan hidrojen, biyokütle gibi enerji üretim alanları gelişirken, güneş, rüzgar ve jeotermale olan ilgiyi katlayarak büyütmektedir. Güneş tarlaları neredeyse en güzel güneş alan tarım arazilerini işgal etmekte, RES’lerin (Rüzgar Enerji Santrali) her biri kuruldukları bölgede türbinlerinin çapı oranında alanı başka bir biçimde kullanılamaz hale getirmektedir. Termal ise yenilenebilir olanların içlerinde yeraltı sularına dayalı olan tek enerji üretim kaynağıdır. Bu nedenle toprakla ve toprağa bağlı elementlerle doğrudan ilişkilidir, enerji üretiminde dönüştürücü olarak kullanılan kimyasalların zararlı etkilerini toprak, su, bitkiler, hayvanlar ve atmosfer üzerinde doğrudan gösteren en yaygın kaynaktır.

Sadece Denizli değil, bölgede keşfedildiği toprakların tümünü şu veya bu ölçüde kirletici olan termal enerji üretiminin ekonomik değeri, doğanın, çevrenin ve yerleşik insan topluluklarının kaybını hiçbir zaman telafi edecek düzeyde bir kazanç sağlamayacaktır.

Denizli, termal kaynaklarını sağlık ve turizm gibi temiz kullanım olanakları olan alanlarda değerlendirme kapasitesine sahip bir kenttir. Bunun için, üretilen turizm ve sağlık politikalarını gözden geçirerek, termal ve jeopark gibi kapsamlı projelendirmeleri gündemine almak zorundadır.

Yazdıklarımız, bizim ulaştığımız/okuduğumuz kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve muhakeme yeteneğimizin bize sağladığı düşüncelerden oluşuyor. Bu konuda akademik çalışma yapanların çalışmalarını önemsiyoruz. Kendi çıkarımlarımızı mutlaklaştırmadan, onların yaptıkları inceleme ve araştırmaların sonuçlarına güven duymayı seçiyoruz. Dolayısıyla her zaman olduğu gibi fırsatını bulduğumuzda, akademisyen bir bilim insanını sayfamıza konuk etmeyi görev biliyoruz.

Önümüzdeki haftalarda termal konusunu daha bilimsel bir yaklaşımla değerlendirmeye çalışacağız. Bu konuda özel çalışma yapan bilim insanlarının görüş ve önerilerine sayfamızda yer vereceğiz.

DEVAM EDECEK

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı