REKLAMI GEÇ

BİR FOTOĞRAF VE MÜZE HUSUSU

21 Aralık 2015 Pazartesi

ic_kapak

ŞİMDİLİK SON MÜZE YAZISINI KALEME ALIYORUZ. HAFTAYA TURİZMİN İÇİNDEN GEÇMEKTE OLDUĞU DAR BOĞAZA TURİZM İŞLETMECİLERİ NASIL BAKIYOR BİRAZ DA İŞİN BU BOYUTUNA EĞİLECEĞİZ. ANCAK, MÜZE SORUNUNA BUNCA LAF-I GÜZAF ETMİŞKEN, YAKIN TARİHİNE GÖZ ATMADAN OLMAZDI. BU VESİLEYLE ELİMİZE GEÇEN BELGE VE BİLGİLER IŞIĞINDA CUMHURİYET DÖNEMİ DENİZLİ MÜZE TARİHİNE BİRLİKTE BAKALIM.

0

Elimde bir fotoğraf var. Gazeteci Muhammet Karaçay’dan alınma. O da, Dr.Metin Vural’ın(*) arşivinden kopyalamış. Fotoğraf, Mareşal Fevzi Çakmak bir binanın giriş merdivenleri önünde, elinde bastonu, içeriye girmek için adım atarken çekilmiş. Genelkurmay Başkanı olduğu dönemden kalma. Maiyetinde siviller ve askerler var. Binanın giriş merdiveninin iki yanına süsleme amacıyla orijinal Roma dönemi mermer sütun altlığı ve başlığından parçalar, onların hemen arkasında yazıt kaidesi formunda mermer bloklar yerleştirilmiş. Fotoğrafın en solunda ise sanki bir tür Osmanlı dönemi mezar taşı bahçe duvarına dayanmış. Bina fotoğraf kadrajına girdiği kadarıyla ahşap çatılı kagir duvarlar, pişmiş topraktan tuğla ve Roma dönemi sütunlarından devşirme malzeme ile ilginç bir yapı özelliği gösteriyor gibi. Genel karakteri için çatı sistemine bakarak karar vermek gerekirse, Osmanlı dönemi Anadolu mimari örneklerinden tipik bir yapı. Fotoğraf karesinin altında “Mareşalimizin Kültür müzesine girişi” açıklaması eklenmiş.

Fotoğraf nerede ve kim tarafından çekilmiş bilinmiyor. Mareşal Çakmak’ın Denizli’ye geldiği tarih, fotoğrafın da içinde olduğu albüm kapağında açıklanıyor: “Genelkurmay Başkanımız Sayın Fevzi Çakmak’ın maiyetleriyle birlikte 21.07.1938 tarihlerinde Denizli’yi ziyaretleri hatırası.”

Fotoğraf ve altına düşülen bilgi notuna göre o dönemde Denizli’de bir Kültür Müzesi varmış. Bu yapının etnografya müzesi olan, Atatürk’ün Denizli’ye geldiği zaman gecelediği yapı olması ilk akla gelen olasılık. Ama bu mümkün değil. Çünkü yapı Atatürk’ün ziyaret ettiği tarih ve sonrasında CHP parti binası olarak kullanılmış, 1950’li yıllarda Sağlık Bakanlığı’nın kullandığı yapı 1977’de Kültür Bakanlığına geçmiş, 1981 yılında, 100.doğum yıldönümünde müze olarak kullanma konusunda karara bağlanmış. O nedenle akla ilk gelen şey bir olasılık bile değil.

Peki neresi olabilir? Ya da bu fotoğraftaki bilgi doğru mu? Veya fotoğrafta Kültür Müzesi olarak işaret edilen yapı tescilli bir müze olmayıp, dönemin duyarlı insanları tarafından, çevreden toplanmış arkeolojik kalıntıların bir araya getirildiği bahçeli tipte bir kamu yapısı olması mümkün mü? Mareşal’e bu yapı “müzenin, şehrin ehemmiyet arz eden mühim bir hususiyeti olduğunu izah etmek amacıyla” gezdirilmiş olabilir mi? Çünkü muhtelif duyumlardan hatırlıyorum; son olarak Müze Müdürü’nün de teyit ettiği böyle bir mekan var. Sanırım Gazi okulu binası. Çevreden toplanıp bir araya getirilen antik yontu ya da mimari parçalar orada sergilenmiş. Ön ayak olanlar da okulun öğretmenleri, duyarlı memurlar, işin farkında olan kamu çalışanları…

1

Konuyla ilgili ilk aradığımız, Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal oldu. Denizli’de Atatürk Etnografya ve Hierapolis Arkeoloji müzesinden başka müze olmadığını belirten Baysal, 1930’lu yıllarda da müze olduğuna dair bilgi-belge olmadığını belirtti. Kendi çocukluğundan itibaren belleğini zorladığını ama Denizli’deki o dönemin yapılarından hiç birinin müze gibi bir işleve sahip olduğunu hatırlamadığını söyledi. “Olsa olsa antik kalıntıların bir araya getirildiği, okul binası olabilir. Orasının bir müze binası gibi Mareşal’e gezdirilmiş olması ihtimaldir” diyerek tahminde bulundu. Devamında Pamukkale Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Ercan Haytoğlu’nun bir araştırma yaptığını, kendisiyle görüşürsek daha fazla bilgi edinebileceğimizi söyledi.

Müdür Baysal’a, elimizdeki fotoğrafı getireceğimizi ve birlikte değerlendirmek istediğimiz söyleyerek telefonu kapattık.

Buraya kadar olan biten biraz bizim merakımızı gidermeye dönük araştırma dürtüsünün ürünü. Ancak tartışmasız bir başka gerçek, Denizli Müzesi konusunda yeterli araştırma raporları ya da araştırma metinleri, akademik çalışmalar bulunmadığı olgusu. O nedenle Ercan Haytoğlu’nun yaptığı araştırmayı ve bu araştırmanın içeriğini merak ettim. Bende telefonu olmadığı için Üniversiteden ortak bir arkadaşımızı aradım. Hoca ile görüşüp bana gönderdiği “Ercan Hoca ile görüştüm, o tarihlerde müze yoktu diyor, o resmin büyük ihtimalle Pamukkale’deki buluntuların o tarihlerde Gazi mektebinde saklandığı yere ziyareti gösterdiğini düşünüyor. Bana müzecilik ile ilgili makalesini gönderecek, sana ulaştırırım” notunu iletti. Umarız Hoca’nın makalesi yakında ulaşır ve okuruz, ardından yüz yüze görüşür, çalışmasına dair bilgi alır, Denizli’nin son 60-70 yıllık tarihindeki müze serüveninin akademik bir bakış açısıyla izini süreriz.

***

KENT MÜZESİ GİRİŞİMCİLERİ DERNEĞİ

Müze dediğimiz zaman epey çorak bir kent kültürü çıkıyor karşımıza. Bu, Cumhuriyet dönemi boyunca kentin müzesizliğini tek başına açıklamıyor ama kültür yoksunluğunu yeterince açıklıyor. Dolayısıyla da kentli seçkinin, kentli burjuvanın, kentli entellektüelin ve farklı sektörlerden oluşan kentli iş dünyasının konuya neden önem vermediğine ilişkin kanaat oluşturmamıza olanak sağlıyor.

Ancak tüm bunları yazarken haksızlığa meydan vermeyelim.

Denizli Kent Müzesi Girişimcileri Derneği’ni kuran sözünü ettiğimiz “kentli…”lerin hiç olmazsa bir kuşağı, kent kimliği oluşumu sürecinde müze gibi kültür mirası mekanların önemini kavramış. O nedenle bir araya gelip adını “Kent Müzesi Girişimcileri Derneği” koydukları bir örgütlenmeye gitmişler.

Böyle bir derneğin varlığından ilk olarak 2005 yılında haberdar oldum. O dönem yayında olan Kent ve Sanat Dergisi’nin içinde derneğin adını taşıyan 4 sayfalık broşürleri ile kendilerini anlatıyorlardı.

Üzerinden 10 yıl geçti. Tam sözün yeri gelmişken onlara ve tanıtım broşürlerine yer vermek istiyorum. Çünkü muhtelif dernek üyesi yazarların zaman zaman yayınlanan makaleleri veya bizlerin köşe yazılarında değinmelerimiz dışında neredeyse adından bahseden yok.

2

Oysa çok önemsiyorum bu derneği. Kurucularının kimliğini gördüğünüzde sizde hak vereceksiniz. İçlerinde gazeteci, doktor, mühendis, mimar, avukat, fotoğrafçı gibi farklı meslek dallarından önemli isimler var. Kurucuları arasından, şu anda hayatta olmayanlar var.

Geçtiğimiz yıllarda, müze tartışmaları alevlenmeye yüz tutup, kabak EML taş binalarının başına patlamak üzereyken de devredeydiler. Ancak etkili olma yolları bizzat bürokrasi tarafından engellendi. Dönemin yöneticileri yanlış hatırlamıyorsam randevu vermekten imtina ettiler. Görüşme gereği duymadılar.

Peki ne vardı derneğin tanıtım broşüründe? Hedefleri neydi? Nasıl bir müze öngörüyorlardı? Neden başka bir müze değil de, Kent Müzesi hedefleniyordu? İşte bu soruların cevabı, aşağıda yer alan müze tanıtım broşüründe verilmekteydi.

“NİÇİN BİR KENT MÜZESİ

Her insanın bir adı ve soyadı vardır. Tanıştığımız insanların ilk olarak adını öğreniriz. İhtiyaç duyduğumuzda onlar hakkında daha çok bilgi toplarız.

Kimdir, ne iş yapar, mesleği nedir, nereden gelmiştir, kökeni nedir, niteliği nedir gibi sorulara yanıt arar, değerlendirme yaparız. Bir anlamda onun gerçek kimliğini ortaya çıkarmak için araştırma yaparız. Bu bilgilenme çabası, ilişkinin getirdiği zorunluluktan kaynaklandığı gibi, merak etme duygusundan da kaynaklanabilir. Kentler de, insanlar gibi bir isim taşıyor. Bir kentin adını duymak, ya da sokaklarında dolaşmak, onu tanımak için yeterli olmuyor. Çünkü insanlar gibi kentlerin de bir sosyal kimliği var, onlar da canlı birer organizma. Doğuyor, gelişiyor veya iyi beslenmediği için gelişemiyor. Bazen de, beklenmedik şekilde hızlı büyüyor hormonlu sebze meyveler gibi… Böyle olunca da içinde yaşayanlara sağlıksız ve kalitesiz (mutsuz) bir yaşam sunuyor.

İnsanlar bunları merak ediyor ve öğrenmek istiyor. Kentin tarihi, gelişim süreci içinde yaşananlar, gelenek-görenekler, toplumsal gelişmeye katkılar, üretim biçimi ve yaşam biçimi gibi bilgilere ulaşmak için geziler düzenleniyor. Bu bilgilere ayrıntısı ile ulaşmak için ciltlerle kitap okumak gerekir. Bu işin pek pratiği yok. O halde bir kente gelen yabancıya, ya da içinde yaşayan insanlara o kenti tanıtmanın en kısa yolu, o kentte bir “Kent Müzesi” oluşturmaktır.

Gelişmiş ülkelerin kentlerinde müzeler kurulmuş. Bununla yetinilmeyip, Bilim müzesi, Sanayi müzesi, Tarih müzesi gibi kollara da ayrılmış. Müzeler ayrıntı değil, özet bilgi veriyor. Belgelerle, eşyalarla, figürlerle geçmişteki yaşamı, mevcut ve gelecek nesillere aktarıyor.

Geç kalınmış bile olsa “Denizli Kent Müzesi” kurulmalıdır. Denizli’de yaşayan sorumlu yurttaş bilincine sahip insanlar müze kurma çalışmalarına destek olmalıdır.

Denizli’nin de bir geçmişi vardır. Bu geçmişimizi göz önüne çıkarmalı ve sergilemeliyiz.

Bu güne kadar korumaya yeterince özen göstermediğimiz değerlerimiz; Binalar,  eşyalar, belgeler, bilgiler, giysiler; kısaca etnografik değerlerimiz tümden yok olmadan koruma altına almalıyız. Müze veya müzeler kurmak için öncelikle fiziki bir mekan gerektiğini biliyoruz. Bu gerekliliği, ilin yöneticileri olan Valilik ve Belediye Başkanlığına ilettik. Müze yerinin temini konusunda her iki kurumunda çalışma programları içinde yer ayırdıklarına inanmak istiyoruz.

Derneğimizin, müze veya müzeler kurulması çalışması dışında, kentlilik bilincinin oluşturulması, yükseltilmesi, olgunlaştırılması ve yaygınlaştırılması için kent yaşamının tüm alanlarında çalışmalar yapmak gibi bir amacı da var. Önümüzdeki dönemde, bu amaç doğrultusunda etkinlikler düzenleyeceğiz.”

Denizli Kent Müzesi Girişimcileri Derneğinin broşür metni bu kadar öz ve kısa. Sanırım meramını en iyi biçimde anlatmış. Fazla söze gerek yok. Ben sadece o dönem dernek yöneticilerinin isim listesine yer verip geçeceğim: Yönetim Kurulu: Başkan Mehmet Acar, 2.Başkan Atilla Sezener, Sekreter Faruk Boyacı, Sayman Metin Saydal, Üye Coşkun Önen, Üye Süleyman Boz, Üye Erdem Ekici. Denetim Kurulu: D. Aslan Konyalıoğlu, Metin Vural, Cüneyt Zeytinci.

3

COŞKUN ÖNEN VE PAMUKKALE FOTOĞRAFLARI

Müzenin kurucuları arasında konumuz açısından özel bir öneme sahip olan ismi fark etmiş olmalısınız. Müze’den, turizmden ve Pamukkale’den bunca söz ederken onu anmamak olur mu?

Öyle isimler vardır: yeri gelir adıyla bazı mekanlar, bölgeler ya da yerleşimler adeta özdeşleşir. Hemen akla gelen ilk örneklerden biri Cevat Şakir Kabaağaçlı. Namı diğer Halikarnas Balıkçısı. İsyana teşvik suçuyla mahkum olup, 1930’lara doğru Bodrum’da kalebentliğe sürgün gittiğinde ne orada şimdiki Bodrum vardı, ne de Cevat Şakir’in hayalleri böyle bir Bodrum öngörüyordu. O sadece sürgün yıllarında kendine kucak açan, çağlar boyu tarihe ve insanlık kültürüne tanıklık etmiş görkemli eski bir kentin şimdiki kasaba haline sevgi duydu. Mahkumiyeti bitti, yeniden gelip oraya yerleşti. Orayı anlattı, insanlarını anlattı, balıkçılarını, sünger avcılarını anlattı. Yetmedi tarihini anlattı, yetmedi rehberlik yapıp tek tek gezdirdi, yetmedi, sayısız kitap yazıp hikayeleri, tarihleri ve belgeselleriyle Mavi Ege’nin masmavi köşelerini insanlığa duyurmak için önlerine düşüp bir de öyle anlattı. Ve gün geldi Bodrum, böyle Bodrum oldu.

4

Denizli Kent Müzesi Girişimcileri Derneği’nin kurucuları arasında yer alan Coşkun Önen adı, size biraz Halikarnas Balıkçısını anımsatmıyor mu?

Fiziki engelleri yıka yıka çektiği o güzelim Pamukkale fotoğraflarının yeri hala doldurulamadı. Ve hala Kültür Bakanlığı turizm tanıtımı amaçlı fuar, gezi, yayın ve program söz konusu olduğunda onun fotoğraflarındaki eşsiz Pamukkale görüntülerine ihtiyaç duyar. Evet Balıkçının entelektüel mantalitesinden farklı biriydi Coşkun Önen. Ne ki o da aynı aşkla, sevgiyle ve tutkuyla Pamukkale sevdası yaşadı. Bu sevdayı fotoğraflarına geçirdi ve dünyanın en ulaşılmaz köşelerine Hierapolis-Pamukkale adı onun görüntüleriyle servis edilip ilgiyi toplandı. Diyebilirim ki, o şenlikli Pamukkale’yi sadece Türkiye değil, dünya turizmine kazandıran başlı başına bir fenomendir Coşkun Önen. Ölümüne yakın günlerde açtığı bir fotoğraf sergisinde takılmıştım, “Coşkun abi şu fotoğrafları bir de İstanbul, İzmir ve Antalya’ya sırayla taşıyalım.” “Neden olmasın” demişti. “Ama ben bu yaşta uğraşamıyorum artık. Birileri yaparsa neden olmasın?” Ömrü vefa etmedi. Toprağı bol olsun.

Aylardır turizm adına çok insanla görüştüm. Görüşlerini aldım, bu sütunlarda yayınladım. Ama turizmin içinde olanlardan ne yazık ki hiç ama hiç kimse çıkıp Coşkun Önen’e rahmet dilemeyi akıl etmedi. Küçük bir teşekkür yeterdi halbuki. Bu gün Denizli Turizmi varsa, Pamukkale başlı başına bir destinasyon olarak sunuluyorsa, Onbini aşan yatak kapasitesiyle azımsanmayacak bir potansiyel taşıyorsa; bu biraz da Coşkun Önen’in engelli haliyle, o travertenlerde tüm engelleri aşarak, gece yarılarına, sabahın kör aydınlık anlarına kadar bekleyip fotoğraflaması sayesinde olmuştur.

Denizli’de faaliyet gösteren Turizmle ilgili Dernek yöneticileri için bu çağrım. Biraz vefa nelere kadirdir bir bilseniz! Onu anmak, adına plaket vermek, belki de aynı Pamukkale’yi ve turizmi fotoğraflayacak yeni kuşak insanlar için sergiler düzenlemek, onlara katkı sağlamak ve bu olan bitene her ne diyecekseniz, Coşkun Önen adını vermek! Fena mı olur?

Turizm demişken kent müzesi, kent müzesi demişken Coşkun Önen’i bırakıp geçmek olur mu?

 (*) Fevzi Çakmak’a ait fotoğraf kopyasını veren Muhammet Karaçay ve arşiv sahibi Dr.Metin Vural’a teşekkürler.

 

 

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı