REKLAMI GEÇ

HANGİ TURİZM?

30 Temmuz 2015 Perşembe

yeni-ic-kapak

Birkaç yıl önce Denizli önceki Valisi Abdülkadir Demir’in odasındayız.

Bizi kırmayıp röportaj isteğimize olumlu yanıt verdi. Oturup Denizli’de çok ilgilendiği arkeolojiyi, turizm potansiyelini, Karahayıt projelerini, kent müzesini ve kentin kültürü için vazgeçilmez saydığım geleneksel sanat etkinliklerini konuşacağız.

Ben sordum, o yanıtladı. Çoğu soruya istediğim yanıtı alamadım. Üstelemedim de. Biliyorum ki, üsteleyerek “evet-hayır” noktasında sıkıştırılmış yanıtlar çoğunlukla amaca hizmet etmez. Eğer sansasyonel bir olayın peşinde değilsek, o amaca ulaşmamızı engellediği bile olur. Bu gibi durumlarda ben daha çok soruya veril/mey/en yanıttaki ipuçlarından yola çıkarak kendi cevabımı ve eleştiri noktalarımı oluştururum. Karşı taraf çok çekindiği yorum olanağını kendi diliyle teslim etmiş olur.

Bu kez de öyle oldu. Tüm sorularıma Vali Bey kendi konuşmak istediği çerçevede yanıt verdi.

O konuşmada gördüm ki, kamu yöneticilerinin en çağdaş, ilgili ve cabbar görüneninin bile sığ bir noktası oluyor. Vali Demir’in sığlığı ise ilgisini daima canlı tuttuğu Pamukkale turizmi ufkunu Karahayıt termaline kadar genişletebilmiş olduğuydu.

Alternatif turizm: Karahayıt termali.

Tarih ve kültür: Hierapolis

Gezi ve su: antik havuz + travertenler. (Hakkını yemeyelim, Bozdağ kayak merkezi projesinin hızlanmasındaki çabası göz ardı edilemez.)

Ulaşım: Pamukkale bölünmüş yol projesi.

Elbette bu kadar basit değildi ama çıkarım yapmak isterseniz elinizde kalan bunlar oluyordu. İşte o günlerde ‘turizmi bir gün yazalım, bakalım nereye kadar uzanacağız’ mealinden ilgimiz oluştu.

Aşağıda bölümleyip özetlemeye çalıştığımız “Denizli’de Turizm” başlığı işte böyle ortaya çıktı.

***
Denizli’de Turizm konusunu 4 temel başlık altında göreceğiz.

1

1- TARİH VE KÜLTÜR TURİZMİ (Tüketim odaklı turizm ekonomisi)

Onlarca yıldan beri kent turizmini Pamukkale merkezli olarak biçimlendiren planlama(varsa eğer) son yıllarda-ödünç ekonomi kavramı olarak-stagflasyon(durgunluk) dönemi yaşıyor.

Bunun sebepleri çok çeşitli.

Örenyeri işletmeciliği,

Bakanlığın yönetim değişikliği tercihleri,

Yönetim organları değişikliğinin sıkça yapılması şeffaflığın olmaması,

Giriş-çıkış fiyat politikaları,

Kent insanını dışlayan yönetme anlayışı,

Denizli’den koparılmış Pamukkale öngörüsü,

Antik havuzda uygulanan zaptı rapt,

Bölgeyi sadece antik havuz-travertenler olarak sunan kartpostal tanıtma anlayışı,

Göz ardı edilen tarihi, mitolojik ve kültürel mirası…

Anılan sebeplerin ilk akla gelenleri olarak sayılabilir.

Saydığımız bu faktörlerin genel olarak hoşa gitmeyeceğini biliyoruz. Ama ne yazık ki hoşa gitmeyen bu unsurlar şimdiki Pamukkale gerçeğinin faili olarak sırıtmakta.

Laodikeia, son yıllarda Belediye işletmeciliği ve Celal Şimşek’in kendi kişisel-mesleki çabasıyla ek bir merkez olma iddiasında. Şimdilik inanç turizmini öne çıkaran bir tanıtım uygulanıyor. Kısmi olarak başarılı sayılabilir. Ama geçmiş dönemlerdeki görüşme kayıtlarımızdan hatırlıyoruz ki, gerek kültür turizmine bakış açısı, gerekse kent içi turizmle bağlantı konusunda problemler devam ediyor.

En önemlisi ise kent içine inşası öngörülen müze yapısı. Bu yapının inşa edileceği alan ve aynı alanda bulunan korumaya muhtaç yapılar kompleksi ciddi bir handikap. (Bu konuya sonraki haftalarda genişçe eğileceğiz.)

2

Pamukkale salt ekonomist bir anlayışın kurbanı oluyor. Bu ekonomist anlayışı kendi içinde sınırlayan faktör ise tüketim odaklı olması. Tehlike işte tam da burada. Antik kentin varoluşunu nedenleyen faktörlerin yeniden üretimi devre dışı kalıyor. Kazı çalışmaları giderek İtalyan heyetinin ürkekliğini arttırdı, onları tümüyle devre dışına itti. Ne kazıyor, ne buluntuluyor, nereyi düzenleyip restore ediyor kimsenin bilgisi yok. Kamuoyuna bilgi veren merci kalmadı. Varsa yoksa giriş çıkış ücretleri ve traverten, antik havuz…

Merak arttırıcı şeylerden birisi şu: acaba antik havuz ve travertenlerin bunca odaklanıldığı bir tüketme günlüğünün orta vadedeki sonuçları öngörülüyor mu?

Bu soruyu başka türden sorup geçeceğiz: Şimdiki işletmeci TÜRSAB, eğer travertenler ve antik havuz cazibesini yitirirse hala işletmeci olarak orada kalmaya devam ederler mi? Bu soruya öylesine bir ‘evet’ yanıtı verebilirler. Peki sizce bu yanıt inandırıcı olabilir mi?

Denizli turizmi için Pamukkale bir tartışmalar süreci olageldi. Orada atılması gereken her adım bitmez tükenmez tartışmalara konu oldu, hala olmaya devam etmekte. Son büyük tartışma, 2013 yılı son aylarında örenyeri işletmeciliğinin, Denizli Valisi ve İl Kültür Müdürü imzalarıyla TÜRSAB’a devri konusuydu. Gerçi yaklaşan yerel seçimler ve alan-veren ilişkisindeki hülleci yöntemler fazla maraz çıkmasını önledi ama kanımca sönümlenmiş gibi görünen devir olgusu önümüzdeki dönemlerde daha şiddetli bürokrasi tartışma ve savaşlarına sahne olacak gibi duruyor. İkinci el bilgiler, söylentilere göre genel rahatsızlık havası giderek artıyor. Başta işin muavinliğine soyunan Zeybekci olmak üzere pek çokları şimdiki işletmeci ve yöntemlerinden memnun değil havası yayılıyor. Doğru olabilir mi, olabilir.

Şimdilerde Laodikeia’da canlanmaya başlayan inanç turizmi için Hierapolis çok daha elverişli olmasına karşın, bu tanıtım ve ziyaretçi potansiyeli neredeyse bilinçli bir kıyıma uğruyor. Nedenleri biraz karmaşık gibi görünse de neden ve sonuç konusunda tereddüde yer yok.

Biz bu konuların tümüne haftalar ve sayfalar ayıracağız. Çeşitli görüşlere yer verecek, cesur birkaç yönetici bulabilirsek öneri ve şikayetlerini yansıtacağız. O güne kadar Pamukkale ile ilgili ne bulursak biriktirecek ve gerçeğin peşinde olmaya devam edeceğiz. Yazılarımızda izlenmekte olan salt tüketim odaklı turistik ekonomi anlayışı yerine tanıtım ve kültür odaklı, sürekliliği olan bir anlayışın çerçevesini çizmeye çalışacağız.

3

2- KENTSEL TURİZM (ve olanaksızlıklar)
Denizli yakın tarihinin tanıklarınca sık sık dile getirilen “eski Denizli” mimarisi ve yaşam kültürü, hala anlatanın da, dinleyenin de özlem duyduğu çeşitli sosyal ayrıntılar barındırıyor. Bahçeli, cumbalı, geniş avlulu, bahçeden bahçeye geçen bol akarsulu mekanlar. Anadolu mimarisinin geleneksel pek çok özelliğini barındıran yapılar. Hem yaşayan, hem izleyenin içini ısıtan, saygılı yerleşme formları. Şimdiki zamanlarda hayal etmesi bile giderek güçleşiyor.

Hızla tüketilmiş eski dokunun yerine inşa edilen yapılar, çarpık kentleşmenin ulusal ölçekteki en tipik örneğini teşkil ediyor. Merkez yerleşme bölgelerine yapacağınız kısa bir gezintide hasret duyacağınız tek şey, ferah, kiremit çatılı, içinde yeşillik ve ağaç barındıran bir ‘eski Denizli evi’ olacak.
Bu tablonun “Denizli Turizmi” ile ilgisi nedir?

Tüm bu olumsuzluklara karşın, kent için turizm olgusu kentin bürokrasi ve ilgili kesimlerince gündemde tutulur. Başta Kaleiçi(Bayramyeri) olmak üzere, Valilik çevresi ve Çınar civarı ‘kent içi turizm merkezi haline nasıl gelir’ tartışmalarına konu edilir.

Hierapolis-Pamukkale-Laodikeia’ya gelen turistin kent içine taşınması, bunun için bir çekim unsuru ve çekim merkezleri oluşturulmasına dönük girişimlere sıkça rastlanır.

Şehrin kenarda köşede kalmış, yıkılmaya terk edilmiş veya bilinçli olarak ortadan kaldırılmak istenen eski mimari örneklerinin Turizm için değerlendirilmesi üzerinde durulur.

4

Bir yandan eski doku yok edilip sonra ağıt yakılır, diğer yandan ayakta kalmış yapıların daha ‘modern’ ve daha ‘en’, ego yapılar için nasıl bertaraf edileceğinin mevzuatı hazırlanır.

Kız Meslek Lisesi yıkımı, (önceki Vali Abdülkadir Demir’in deyimiyle) ucube yeni Valilik binasının yapımı, Endüstri Meslek Lisesi’nin tarihi ve ünik taş yapılarının yeni müze projesi için ortadan kaldırılma planı… ‘daha’sını saymaya şimdilik gerek yok.

Kent içi turizm için herkesin üzerinde fikir birliği yapacağını sandığım en önemli unsur, Müze yapısı ve düzenlemesi olmalı. Bir kent müzesi elbette salt turizm için gerekli değildir. Daha önemlisi kent belleğini tarihi, kültürel, geleneksel ve sosyal boyutlarıyla yansıtıp örneklemesidir.

Başka bir nokta, bizi ilgilendiren boyutuyla Müze meselesi, bazı egolara ve bireysel kaprislere, rantçı anlayışlara terk edilemeyecek denli hayati öneme sahiptir.

Müze meselesi, yaptım oldu mantığına uydurulamayacak denli evrensel bir düzleme sahiptir.

Müze meselesi, geleneksel ile modernin, geçmiş ve geleceğin, tarihi mirasın şimdiki ile harmanlandığı, çok özel bir meseledir.

Dolayısıyla bürokrasi ve devlet mevzuatının statik- durağan-yaratıcı olmayan çarklarına hapsedilemeyecek denli önemlidir. Her şeyden önce kentin ihtiyacıdır, halkın ihtiyacıdır. ‘Nasıl bir müze’ sorusunun karşılığı ‘bilmem neyin en büyük müzesi’ türü sıfatlar üreten yavan egolara kurban edilmiş bakış açıları olmamalı.

Müze ile ilgilenenlere bir başka soru:

Nasıl bir müze sorusuna verilen yanıt, onun mimari özellikleri ile sınırlı kalıyor. Oysa aslolan müzenin neyi temsil edeceği, neyi sergileyeceği, nasıl ve kime sunacağıdır. Çağdaş müzeciliğin en önemli unsurlarından biridir bu. Hangi türden bir kategori ile ele alınacak ve tarihin, hayatın, sanatın hangi boyutlarını yansıtacak?

Kentsel turizm alanında mimari kadar müze konusuna özel bir ilgi göstereceğiz. En azından turizm olgusunun Karahayıt termal otellerine uzanan 20 km.lik bölünmüş yol projesiyle nihayetlenmemesi gerektiğini göstermek için bunu yapacağız. Kenti ve kültürünü dış dünyanın bilgi ve ilgisine mazhar kılmak için müzenin önemli olduğuna değineceğiz, bu konuda on yıllardır kendi çapında var olmaya çalışan “Kent Müzesi Giriişimcileri Derneği”nin çabalarına yer vereceğiz.

5

3- DOĞA TURİZMİ (Yaratıcılıktan yoksun, naif, becil)
Doğa turizmi, çok özel ve spesifik bir alan gibi dursa da, son on yıllar içinde gelişen doğa ve koruma bilinciyle sivil toplum için gün gün önemini arttırıyor.

Doğa gezileri için gruplar kuruluyor,

Yeni coğrafi bölgeler keşfediliyor,

Belediye ya da Turizm müdürlüklerince yetersiz de olsa envanterler çıkarılıyor,

Kış turizmi için (Bozdağ örneği) yatırımlara başlanıyor,

Kanyonlar, vadiler ve doğal parklar yeni keşiflere dahil ediliyor.

Çok değil, onbeş-yirmi yıl önce bu tablodan eser yoktu. Doğa meraklısı birkaç kişiden ibaretti, onlar da yaptıkları gezi ve keşifleri kitaplaştırırlardı. Çok iyi olurdu bu. Belki de bu günkü ilgi artışında o yayınların ve kitapların rolü sandığımızda çok daha fazladır, kim bilir.

Şimdi konu hem kent yöneticilerinin, hem de sivil dernek ve toplulukların ilgi odağında. Bunu besleyen çeşitli fotoğraf gruplarının ortaya çıkması, bu derneklerin kendi rüştünü ispat edecek çalışmalara imza atmış olmaları ayrıca övgüye değer.

Ne ki bu olumlu gelişmeler, kentin yönetim mekanizmasındaki seçilmiş ve görevlendirilmiş olanlar için çok geçerli değil. Tek bir örnekle yetinelim.

Kentin yöneticilerinden biri Bozdağ kayak merkezinde faaliyet yürüten bir doğa ve kayak derneği için “bizim çöplüğümüzde ne işleri var?” diyebiliyor. Neresinden tutsanız elinizde kalır. Bu faaliyeti emekleyerek yürütmeye çalışana mı bakalım, yoksa o talihsiz cümleyi sarf edene mi?

Doğa turizmi kavram olarak çok geniş bir içeriğe sahip. Tüm başlıkları sıralamaya gerek yok. Ama yukarıda değindiğimiz haliyle bile başlı başına projeler isteyen bir alan. Sadece proje mi? Gönüllülük, dayanışma ve doğaya sahip çıkma duygusundan yoksun bir projenin hiçbir anlamı yok.

Geçtiğimiz yıl gezi yazılarımıza Büyük Menderes Nehri’ni konu ettik. Nehrin Denizli il sınırlarında kalan bölümünün neredeyse tamamı yukarı havza da. Çivril Gökgöl’den başlayıp, Sarayköy’de sona eriyor.

Denizli tüm bu güzergah boyunca sayısız doğa harikasına sahip. Doğal parklar, göller, kanyonlar, şelaleler, barajlar… bunları tamamlayan tarihsel yerleşme kalıntıları. Hangisini sayalım? Gümüşsu(HOMA)’dan başlayarak Sarayköy’e, Ahmetli köprüsüne kadar kentler, tapınaklar, köprüler, höyükler ve tanımlanmamış yerleşme kalıntıları…

Bir de toprak ve tarım ürünleri zenginliği. Hem toprak ve ürün kalitesi, hem de ürünün niteliği bu coğrafyayı diğer bölgelerden ayrıcalıklı kılıyor. Oysa bu potansiyel ve imkanlara rağmen o bölge merkezi yönetimin ve kırsal yönetim organlarının çoğu olanağından yoksun kalıyor. Adeta üvey evlat muamelesi görüyor. Bu konular da kapsama alanımız dahilinde ele alınacak.

Kent coğrafyasının tümü ölçeğinde çok daha fantastik ve egzotik doğa turizmi alanları olduğu biliniyor. Ne ki bu konuda yapılacak envanter çalışması için bile bir yaklaşım üretilemiyor. Neden? İşte bu nedenleri araştırmaya çalışacağız. Acıpayam’ı, Çameli’ni, Beyağaç’ı, oradan Toroslara ve denize doğru Likya topraklarına bağlanan zenginlikleri görüp yazacağız.

6

4- ALTERNATİF TURİZM (Bekleyen potansiyel)
Alternatif Turizm için şimdilik fazla yazmaya gerek yok. Niçin?

Bu alanda yazı yazmak için gidip görmek gerek. Alternatif niteliği bulmak gerekir. Ziyaret ya da sunum karşılığını niteleyen değerin ne olduğunu saptamak gerekir.

Oysa biz henüz başlıyoruz ve ukalaca bile olsa söz söylemekten aciz olduğumuz alan şimdilik Alternatif Turizm alanı. O nedenle fazla yazmaya gerek yok.

Ancak, 20 ve 21.yüzyıl ekonomilerinin hem kentsel-lokal, hem de ulusal ve evrensel düzeyde vazgeçemeyeceği en önemli gelir kaynağı turizm girdisi. Toplumsal keşifler sona geldi. Artık bilinmez olan, daha hayali ve fantastik olanla yer değiştiriyor. Turizmin alışılmış formaları dışında seçenek arayışları giderek artan sayıda turistin tercihine dönüşüyor.

Böyle bir seçenek arayışının başlıca merkezlerinden biri olmayabilir ama Denizli’nin mevcut sınırları hatırı sayılır bir potansiyeli barındırıyor inancındayım. Uyanmayı bekleyen, keşfi bekleyen, herekete geçirilmeyi bekleyen… potansiyel: Alternatif Turizm.

***
Önümüzdeki aylar boyunca turizmi yazacağız. En can alıcı ya da en çok dikkat çeken taraflarını didikleyeceğiz. Hiç bilinmeyen boyutlarını keşfetmeye çalışacağız. Göz önünde olan ama görülmeyen ya da görülmek istenmeyen imkanlarını sayfamıza taşıyacağız.

Hasılı Turizmi yazacağız. Gezecek, görecek, görüşecek, konuşacak, sonra da sizlerle paylaşacağız.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı