Acıpayam’dan Çameli’ye geçiş
28 Ekim 2012 Pazar
Mevsimin yüzünü güze çevirdiği, yeşil in ferini yitirdiği, ovalara sisin, dağlara mor’un indiği günlerdi…
Sabahın erken saatinde çağrısına uyduğumuz yol alıp bizi Acıpayam ovasının düzüne Karahüyük tarafına alıp götürüyordu.
Karşı dağlardan gelen güneşin fersiz ışığına ters yönden bakınca görünmez olmuştu ovanın ahengi ve köy evlerinin rengi. Yalnız bir at otlamaktaydı Apa köyünün çayırda. Yolun sağına dizili soğan çuvallarının yanına oturmuş bir kadın elini güneşe siper edip alıcı beklemekteydi mahsulüne …
Karahüyükte duracaktık ve Karahüyük ekmeği ile sıcak demli çay eşliğinde kahvaltımızı yapacaktık kahvenin önündeki ağaçların altında. Fırından yeni çıkan ekmeklerin buğusunu izleyecektik güz sabahında güne karşı…
Aynen hayalimizdeki gibi de oldu her şey. Lezzetli “garüyük ekmeği” ile yanımızda getirdiklerimizi afiyetle yedikten ve çayımızdan son yudumlarımızı aldıktan sonra yola düşmeli dedik.
Yolumuz Ovadan yaylaya doğruydu ama rota kesin de değildi aslında!
Ne bulursak, ne görürsek onunla yetinecek gezdiğimizi kâr belleyecektik. Karahüyükten Ucarı köyü yönüne dönüverdik hemencecik.
Daha köyün içinden çıkarken yakın zamana kadar bölgenin en büyük pazarı olan “Karahüyük pazarı”nın son kalıntılarına bakarak ve biraz da iç geçirerek ovanın düzünden doğuya doğru ilerledik.
Önümüzde Ucarı köyü vardı. Ucarı gölcüğü ve su kaynağı da tabi. Acıpayam ovasının bu tarafında adeta ovaya elini siper edip bakar gibi duran bu sessiz köyde ilk durağımız sığır güden kadın çobanların yanı oldu.
Biraz çekinerek yaklaştık ve izin isteyip fotoğrafların çekmeye başladık. Son derece modern ve sıcak karşılandık. Arada espriler ve şakalar uçuştu havada. İşlerini yapıyor olmanın duruşu ve para kazanmanın verdiği özgüvenle konuşuyorlar kadınlar. Bizde hayranlıkla onları izliyor, söyleşiyorduk. Yüz elli dolayında büyükbaş hayvanı güdüyorlardı. Herkes gibi onlarda “zor! “ diyorlardı işleri için. Ama ekmek parası ne yaparsın demeyi de unutmuyorlardı peşinden.
Biz oradan ayrılırken onların kendi aralarında “gııız meşhur olduk gari” diyerek şakalaştıklarını duyuyorduk uzaktan…
Ucarı köyünün Karahöyük girişinde ilk su kaynağı ve “gölcük” ile karşılaştığımız noktada gölcüğün içinde onlarca su kuşu ile birkaç yaban ördeği sabah keyfi yapmaktaydılar. Bizim araçtan inmemizle bir çift yaban ördeği havalanıp ovanın üzeride kaybolup gittiler. Geride evcil beyaz kazlar ile karamekeler ve diğer su kuşları kaldı.
Yakın zamana kadar doğal olan bu su kaynağı, içi arıtılıp, sazlıkları kesilip ortasına küçük bir adacık oluşturup ve de adaya çardak-kamelya tarzı bir yapı kondurularak “peyzaj düzenlemesi” yapılmıştı. Tabi bataklık alanın çevresine fıstık çamı dikmeyi de unutmamıştı peyzaj düzenlemesini yapanlar.
Çok oyalanmadan ayrıldığımız Ucarı köyü arkamızda kalırken Yeşildere beldesine doğru ilerlemekteydik. Yolda ilk karşımıza çıkan kireç ve taş ocakları oldu. Bir de toz duman içinde koyunlarını otlatmadan gelen çoban.
Yeşildere den sonra Yumrutaş beldesine uğradık.
Bu beldeden ne zaman geçsem yakın zamana kadar burada at yarışları yapıldığını hatırlarım ve birde hiç adını aldığı haliyle çalışmamış olan Organize sanayi bölgesini.
Dodurga ve Yazır beldeleri yol kavşağından sağa dönüp Antalya yoluna çıktığımızda artık hedefte Çameli vardı.
Araç içinde arkadaşlarımla laflarken Kumavşarı beldesini geçip Çameli sapağını kaçırdığımı geç fark ettim. Nasıl olsa geziyoruz ve yetişeceğimiz bir yer yok diyerek Gölhisar tarafından Çameli ye geçmeyi önerdim arkadaşlarıma, yolu da biliyordum nasıl olsa !
Gölhisar – Çameli arasındaki dağ yolunda yılankavi kıvrımlarla dönerek İmamlar-Belevi güzergahından Çameli merkeze ulaştık sonunda.
Bir mola da burada vermeliydik. Yorulmuştuk ve dinlenmek gerekirdi. Özellikle araç kullanan arkadaşımız için gerekliydi bu mola.
Çameli bölgesine gelip Hayri DEV ile görüşmezsem olmazdı. Oğlu Bayramı arayıp; nerede dede evde mi, uygun mu diye sordum? Olumlu olunca karşılık rotamızı Gökçeyaka köyü Taşavlu mevkiine çevirdik.
Hayri Dev ile oğlu Bayramın evinin bahçesinde “yarenlik” ettik biraz. Elbette yarenlikte “Cura” da vardı “gayda” da… Zülüfleri de taradık, güllerlide kokladık! ve hatta “ Iramazan bak oğlum bi goyun galdı gabardıcın dibinde ölcek” de dedik…
Ve sonra ayrılma zamanı geldiğinde klasiğimiz gereği, anı fotoğraflarımızı çekip Bayram Dev’in yaptığı nazarlıklardan da alarak yola koyulduk.
Fethiye yolunu takip ederek Kirazlı yayla köyüne oradan sağa dönüp Mınak mahallesine ve Sarıkavak köyü tarafına geçecektik planımız gereği. Mola ve öğle yemeğimiz için Mınak mahallesindeki balıkçıyı tercih ettik.
Çünkü burada ekmekler özel yapılıyor ve fırından çıktığı şekliyle servis ediliyor, balıklar ise kendilerince buradaki suda yetiştiriliyordu. Özel ekmek ve lezzetli balıkları kiraz ağacının altında afiyetle yedikten ve çayımızı yudumladıktan sonra tekraryollara düştük…
Hedefimde daha önce gittiğim Suçatı köyünün ilerisinde Yolçatı köyü taraflarındaki bir köprüyü arkadaşlarıma göstermek var. Yerini tam anımsayamadığım için önümüze gelene soruyoruz köprüyü.
Yörede çok köprü bulunduğundan olsa gerek herkes başka bir yer söylüyor. Sonunda iş başa düştü ve vurduk yollara kendimizi. Suçatı köprüsünde biraz oyalandıktan sonra yolumuz sel nedeniyle bozulmuş bir bölgeye düştü. Toz duman içinde yol alıyorduk. Bir ara dönelim isterseniz yol kötüleşti diyerek bir nabız tuttum. Arkadaşlarımda kararlıydı. Bulalım şu köprüleri ne olacaksa olsun dediler.
Aradığım karşılık buydu, artık kim tutardı ki beni.
Yolçatı köyüne ulaştığımızda artık Çameli bölgesini tamamen unutmuş ve Acıpayam sınırlarındaydık ve hatta arada Muğla sınırlarına da girmekteydik!
Yolçatı’na geldiğimizde kesin olarak köprünün yerini bulmuştum ve rahattım, hatta sonrasında Geyik köprüsüne de gidebiliriz dedim arkadaşlarıma.
Yolçatı köyü içinden devam ederken bir kez daha geçtik Dalaman çayı üzerinden ve devam ettik yolun gittiği yöne doğru. Sonunda aradığımız köprüdeydik. (İnsanların bir kısmı da bizi yeni yapılmakta olan köprü için aleyhte yazı yazacak haber yapacak kaygısıyla olsa gerek “bilmiyoruz” diyorlardı. Bunu geç fark ettim ama bu düşünce kesin vardı akıllarında)
Burası İki kayanın arasında suyun çok vahşi aktığı uzunca bir kanyon başıydı aslında. Bu su üzerinde bulunduğumuz noktadan az aşağılarda bir HES kurulmaktaydı. Amacımız belki bir daha bu haliyle göremeyeceğimiz köprüyü görüntülemekti o kadar. Yörede Koçman köprüsü olarak bilinen bu köprü aslında Sandalcık köyü tarafında yer almaktaydı.
Amaca ulaşılmış çekim yapılmıştı. Ama zaman epey ilerlemiş ve artık dönme zamanı çoktan gelmişti. Dönüş yolumuzu da farklı bir güzergahtan geçirelim derken arada bir acaba yanlış yolda mıyız kaygısıyla yol sorarak Karaismailler köyüne ve oradaki meşhur “Geyik köprüsü”ne ulaştık.
Artık güneş iyice aşağıya inmiş dağlar arasından kaybolmak üzereydi ve Geyik köprüsü orijinalliğinden çok uzaklaşmış halde içi adeta çöp depolama sahasına dönmüştü. Ama ona rağmen “ben hâlâ güzelim “ der gibi ışılamaktaydı akşam vaktinde…
Ve oradan ayrılıp yola çıkacağımız sırada kayaların arasında yeni açmış bir “güz susalı” çarpıyordu gözüme adeta bana göz kırpmaktaydı “ beni de gör” diyordu … Nasıl görmezdim onu!
Acıpayam ovasından Çameli ye hatta derelere çaylara, dağlara, bayırlara, ağaçlara kuşlara yaşamın uzak coğrafyalarına bir yolculuğun sonuydu geldiğim nokta…
Yorumlar
zeki bey bizim köye gelmişsiniz. hoş geldiniz. aslında köprüden geçip sandalcığa gelseniz ve oradan da ispili’ye gitseniz harika olurdu.
Zeki bey, foto kamera artık yetmiyor sana artık Coşkun Aral dostum misali yerel de olsa tüm Denizli’lere Denizli’mizi göster CD lerle…her zaman tv izlemeyen bizler için, hadi buyukler tembeliz,gezmedik,vakit yok vs vs bari tüm Denizli’nin gelecegi çocuklarımız izlesin….pamukkaleden selam sana..sagol…
haberine sağlık gari..başka zaman gene gezme gel oldu mu?
çok güzel bir gezi olmuş inşallah ileride bu bölge için ve dalaman cayını biraz daha yer vererek daha kapsamlı bir belgesel yaparsınız bu topraklara ve geleceğe bir eser bırakmış olursunuz ve yapacağınıza inanıyorum ….
tesekkürler zeki abi ellerine sağlık
tebrikler ve teşekkürler zeki bey…