REKLAMI GEÇ

Hulusi Oral Konağı’nın mirasçıları ne diyor?

31 Ocak 2018 Çarşamba

Kültür ortak bir mecra. Bu sadece gündelik yaşam araçlarının değil, yaşamı ikame ettiğimiz mekanların tarifi için de geçerli. O nedenle üzerine yazmaya çalıştığımız Hulusi Oral evi ile ilgili çeyrek asrı aşan gelişmelerin bilinmesi, sadece merakımızın giderilmesi değil, aynı zamanda başka felaketlerin ortaya çıkma ihtimaline karşı da uyanık olmamız gerektiğini hatırlatan bir uğraşı. Bilinmeli ki, ‘devlet, belediye, mülk sahibi… hangisini suçlarsak daha iyi sonuç elde edebiliriz’ karmaşasının peşinde değiliz. Bunun doğru olmadığını söyleyebiliriz. Aslolan, izlenen koruma politikaları ve bu politikalar konusunda ne ölçüde bilinçli olduğumuz. Tepkilerimizin yeniden üretici olabilmesinin temel koşulu kanımca bu! Şimdi tüm taraflar, farklı kesimler tarafından derece derece suçlanıyor. Bunda gerçeklik payı var mı, varsa kim hangi ölçüde sorumlu, bilmek önemli.

O nedenle yazımızın ikinci bölümünde dün özetlediğimiz hukuk süreci boyunca tarafların nasıl bir tutum takındığı, sorumluluklarının ne olduğu ve bu sorumluluğun ne kadar farkında olduklarını anlamaya çalışacağız.

MİRASÇILARI NE DİYOR?
Yaşayan mirasçılardan ikisine ulaşabildik. Ayrıca ailenin avukatı ile konuya kısmen vakıf olan bir mimarın koruma konusundaki girişimine yarın yer vereceğiz.

Görüştüğümüz mirasçılar, Hüdai Oral’ın çocukları Tansu ve Teoman Oral. Ailenin hukuk işlerini takip eden Denizli Barosu eski başkanlarından Av. Adil Demir ile hukuki süreçte yaşananları konuştuk. Son olarak 2016 yılında Kültür Bakanlığına rölöve projesi için başvuruda bulunan mimar Gülay Altan’la kısa bir telefon görüşmemiz oldu.

Hulusi Teoman Oral, Hüdai Oral’ın oğlu. Tıpkı kız kardeşi Tansu Oral Özkök gibi babasına düşen 8/24 oranındaki hissenin 4/24’ünün resmi hissedarı. Yanan konakta doğup büyümüş. 1970’li yılların ikinci yarısına kadar konakta yaşamışlar. Ancak babası Ankara’da milletvekili olduğu için çoğunluk orada büyümüş. Daha sonra ise İngiltere’ye ekonomi eğitimi için gitmiş ve konakta çok fazla ikamet etmemiş.

Kendisi ile yaptığımız görüşme notlarımızda Hulusi Oral evinin geçirdiği koruma serüvenini şöyle anlatıyor:

“1990’ların başında Denizli’de ganyan bayii açalım dedik. Ben bu işlerden hiç anlamam. Hayatımda kahve kültürüm yok. O zamanlar İstiklal’de bir tane daha vardı ganyan bayii, biz de dedemiz Hulusi Oral evinde açmak istiyoruz. Ev o zamanlar koruma altında ama kullanım hakkımız var. Uzun yıllar uzak kaldığımız Denizli’de bize de toparlanmak için vesile oldu. Nazilli’den bir arkadaş katıldı bize, bekçi gibi gece gündüz beklerdi. Boş zamanlarımızda binanın arkasında otururduk, havuz başında. Havuzun suyu kendinden kaynağa sahipti, sonraları kurudu o su. Biz orayı dört yıl kadar çalıştırdık. O zaman iş karlıydı. 1992 olması lazım açılış yılımız. İkinci bayi olduğumuz için çok iyi çalışıyorduk. Bir şeyler kazandık, sonra binada korkmaya başladık. İnsanların başına yıkılır diye elden geçirelim dedik.

Bu düşünceyle İzmir’e anıtlar kuruluna gittim. Onlara ‘burası için bir şeyler yapmak istiyorum’ dedim. Yerleri Alsancak’taydı. Bir kadınla görüştüm. ‘Orası koruma altında siz hiçbir şey yapamazsınız’ dedi. ‘Neden’ dedim, ‘orası tescilli, üzerinde şerh var, planı yapıldı, orayı devlet yapar’ dedi. Biz 200-300 bine yapılır diye düşünüyorduk. Bana ‘en az 600 bin lira masraf edersiniz, ayrıca bunu da devletin yetkilileri denetler, onlar ne derse o şekilde olur. Zaten şu anda devletin kaynağı yok’ dedi ve beni gönderdi. Durum öyle kaldı. Ben de yıkılıp zarar verecek korkusuyla ganyan bayiini oradan çıkardım. Böylece bina tamamıyla terk edilmiş oldu. Arka tarafta sağda büyük bir beton direk vardı. Onun altına beton döküp sağlamlaştırmıştım, ondan bile çok korktum.


Ablamın sözünü ettiği ‘adeta kovar gibi çıkardılar’ olayı bu. Burada da var Kültür Müdürlüğü. Şifahi olarak bana, ‘sen çaktırmadan bir şeyler yap, idare ederiz’ dediler. Çaktırmadan yapmak mümkün mü? Bir teklif daha götürdüm. ‘Yarın öbür gün yangın çıkacak’ dedim. ‘Tüm ahşapları sökelim, denetim altında sanayiye götürelim’ teklifini yaptım. Hepsi elden geçsin istedim. Ev pırıl pırıl olduktan sona ahşap malzeme sanayiden gelir yerine takılır, bu bina da kurtulurdu ama olmaz dediler. Denizli Kültür Müdürlüğü ile de, Alsancak Koruma Kurulu ile de konuştum. Bunlar yazılı değil, şifahi konuşmalar. Keşke yazılı olarak müracaat etseydim.

Bana devamlı dur dedikleri için hiçbir şey yapamadım. Geçen yıl bir mimar kadın geldi, Mimar Gülay (Altan) Hanım. ‘Devletin eski eserlerle ilgili bir yardım programı var, başvuralım’ dedi. Belgelerin kopyalarını ona verdim. Binanın tüm resmi belgelerini çıkarıp müracaat etti. Ama sonunda bir şey çıkmadı, o da öyle kaldı. Durumdan o kadar sıkıldık ki, bakamıyorum eve. Yanarken gördüm, son halini gidip görmek içimden gelmedi. Mimarlar Odası ile de görüşmedim bu konuyu. Herkes ‘birisi yapsın, biz de aferin diyelim’ diye bekledi.

Binanın mirasçıları annem, halam ve amcamdan oluşuyor, yani dedemin çocukları. Şimdi sadece Zekai Amcam yaşıyor. Halam tarafından ise gelini ve torunu yaşıyor. Toplam beş kişiyiz evde hissesi olan.

Dedem Hulusi Oral çok zeki bir insandı. Lise hayatı çok başarılı geçmiş. İstanbul’da Hukuk okurken Kurtuluş Savaşı başlayınca okulu bırakıp savaşa gitmiş. Savaş sonrası yeniden okula devam edip diploma almış. Sonra Buldan’a gelip hakim olarak çalışmaya başlamış. Bir süre sonra hakimliği bırakıp Denizli’de avukatlık yapmaya başlamış. Babam Hüdai Oral Buldan’da, amcam Zekai Oral Denizli’de yanan konakta doğmuş. Aralarında bir yaş fark var.
Atatürk Kurtuluş Savaşı’na katılıp başarı gösterenlere ödül vermiş. Dedeme de bu sebeple 7 altın göndermiş. O altının ölçüsü neydi bilmiyoruz tabi. Gelen altının bir bölümüyle konak evi yaptırmış. Özel ustalar tutmuş. O dönem Fransa’ya gitmiş, on gün kalmış. O yolculukta kullandığı bavul hala bende duruyor. İçinde askıları, ayakkabılığı var. Oradaki mimariden çok etkilenmiş. Bu binanın belli bir tarzda yapılmış olmasının sebebi, orada gördüğü örnekler. Ev o kadar sağlamdı ki, Denizli’de 1960’larda yaşanan büyük depremde hiç birimizi dışarı bırakmamış, ‘dışarısı daha tehlikeli, bu evde güvende olursunuz’ demişti.

Bu tip evlerde su ile ilgili her şey zemin kattadır. Amaç binaya zarar vermesini önlemek. Hatta arkada Osmanlı tipi bir hamamımız bile vardı. Sonraları su kullanımı yukarı taşındı, ondan sonra bina zarar görmeye başladı. Tesisattan kaçak su oluyordu çünkü. Sonraları babam milletvekili olarak Ankara’da olduğu için biz de babamın yanına taşındık, dedem o evde yalnız kaldı. Kendisine bakanlar vardı ama evin bakımı konusunda titiz değillerdi. Örneğin su kaçaklarını dedem görmediğinden müdahale edemiyordu. Bakanlar da çok önemsemiyorlardı bu kaçakları.

Bir ara Denizli’de bir furya olmuştu, eski evler tescillenecek diye. O zamanlar özellikle Çaybaşı Mahallesi’nde çok güzel bahçeli, cumbalı iki katlı evler vardı. İçinden su akardı her birinin. Birisi su arkına kağıt parçası atsa, sonraki evin sakinler hemen uyarırdı, ‘burada su içiyoruz’ diye. Tescillenecek diye o güzelim evleri hızla yıkmaya başladılar ve şimdiki sekiz-on katlı binalar o zaman dikilmeye başladı. Biz de koruma kültürü olmadığı için arkasını arayıp soran da olmuyordu.

2002 yılında açılan davaya biz itiraz etmedik, amcam etmiş. Zaten amcam, ‘benim bağışlayacak bir kuruşum yok’ derdi. Ben Başkan Osman Zolan’la 2012 yılında görüştüm. Bize 700 bin TL teklif etti. Önce bize Et Balık Kurumu’nun yerini teklif etti, Ulu Cami’nin arkasında. Kabul etmedik. Bunun üzerine aile avukatımız Adil Demir, ‘Bilirkişi belirlesin, biz onların vereceği rapor sonucunu bekleyelim’ dedi. Bilirkişi de bir buçuk milyona yakın bir rakam belirledi. Belediye bunun üzerine vaz geçti. Ben burada Belediyeyi suçlamıyorum. Bu konuda belediye de haklıydı. Oraya bu parayı verecek, sonra ön cepheyi kamulaştıracak, sonra restorasyona kaynak ayıracak… neredeyse beş milyona yakın bir rakam çıkacaktı ortaya.

Bizim konak evin yanında ve karşısında da aynı karakterde eski tip evler vardı. Onların da tescillenmesi gerekirken bir anda yıkılıp yerine 8-10 katlı binalar yapıldı. Bu konuda suç duyurusunda bulunabilirdik ama yapmadık.

İnsanlar, ‘paraları- pulları var, neden kendileri yapmadı’ diye konuşuyorlar. Ben toparlayalım dedim ama dokunamazsın dedikleri için olmadı. Herkes seyirci kaldı. Yıllar içinde kötüleştikçe halk da buraya değersiz gözüyle bakmaya başladı.

Park için belediyeler her sokağa adam koyup çalıştırıyor ama o binayı korumak için bir kişilik kaynak ayırmadı. Yangının neden çıktığına dair hiçbir fikrim yok. Yangın başladıktan sonra ulaştım. Her kafadan bir ses çıktı. En doğrusu çevredeki kameralardan girip çıkanların tespit edilmesi. Bir gariban tinerci veya Suriyeli yangına sebep olduysa ne yapacaksın? Kasti yakmaları için sebep yok ki. Isınmak için yaktığı ateşi kontrol edememiş olabilir belki, bilemiyorum. Soruşturmada ortaya çıkar her halde.

İkinci görüştüğümüz mirasçı, Hüdai Oral’ın büyük çocuğu, kızı Tansu Oral Özkök oldu.

Tansu Oral Özkök, Hürriyet Gazetesi eski yayın yönetmenlerinden Ertuğrul Özkök’ün eşi. Telefonda yaptığımız uzun görüşmede özetle şunları söyledi:

“Üzüntümü tarif edemem. O ev benim çocukluğumun hatıralarıyla doluydu. Restorasyon ve koruma konusunda çok uğraştık ancak bu güne kadar sonuç alamadık. Ben evin başına bir şey gelmesinden korkuyordum ama yangın ihtimalini pek düşünmemiştim. Ev iyice harabe haline gelmişti. O nedenle yıkılabilir, birilerine zarar verebilir, hatta ölümlere yol açabilir endişesi taşıyordum. Ama beklemediğimiz biçimde, şehrin merkezinde, en göz önündeki bölgede yangın çıktı ve neredeyse kül oldu. 15 yıldır mahkemelerde çeşitli kararlar çıktı. Bunlar lehimize kararlardı. En son kararla 1.4 milyon TL civarında rayiç belirlendi, mahkeme kararına rağmen kamulaştırma konusunda Denizli Büyükşehir Belediyesi ile yapılan görüşmelerden sonuç alınamadı. Belediye daha düşük rakamda bir ödeme teklif etti, mülk sahipleri de bunu kabul etmedi. Kardeşim Teoman İzmir’de Anıtlar Koruma Kurulu’na başvurdu.

Kendimiz hiç olmazsa yıkılmasını önleyecek güçlendirme yapalım istemiştik. Yaklaşık 400-500 bin lirayı bulacak bir masraftı, bunu üstlendik, ama kabul görmedi. Dosyayı görüşme gereği bile duymamışlar. Kardeşim gitmişti görüşmeye, Kurul başkanı, ‘siz kim oluyorsunuz, burası artık kamu korumasında, biz kendimiz restore ederiz’ diyerek kardeşimi adeta kovmuş. Çok üzgünüm. Bundan sonra ne yapılabilir düşünemiyorum doğrusu. Oysa yakın tarihte yapının değerlendirilmesi konusunda CHP Denizli İl Teşkilatı teklif getirmişti. Çok sevinmiştim. Nihayet kurtarılması için bir şeyler yapılabilecekti. Ama olmadı.”

Tansu Oral Özkök, yangının çıktığı gün Instagram sayfasından duygularını şu sözlerle paylaştı:

“Denizli’de kalan son tarihi Konak’tı. Dedemin yanılmıyorsam 1930’larda büyük emekle yaptırdığı. Büyüdüğümüz, Hulusi Dedem ve babaannemden Cumhuriyeti, Atatürk’ü dinlediğimiz, ülke sevgisini, çağdaş birey olmanın değerlerini öğrendiğimiz evimiz. Bir tarih, çocukluğum, anılarımız kül oldu. Canım çok yanıyor. Çok uğraştık, yarınlara kalsın diye. O korkunç binaların ardına sıkışıp kaldık. Direndik. Ama başaramadık. Bugün öğlene doğru çıkan yangınla bitti.”

Açıklama: Türkiye’de koruma kurullarının adı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu” olarak anılıyordu. 1983 tarih ve 2863 numara ile yayınlanan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu”, her bölgede ihtiyaca ve bölgenin kapsama alanına uygun olarak bir veya daha fazla koruma kurulu oluşmasını öngördü. Kurullar hem kültürel-tarihsel mirasın korunması, hem de doğal/tabiat varlıklarının korunması kararlarını alma ve denetleme işlevini birlikte sürdürüyordu. Bu durum 2011 yılına kadar aynı yapıda devam etti. O yılın 17 Ağustos tarihi itibariyle tüm kurullar dağıtıldı ve yeniden şekillendi. 648 sayılı kararnameyle kültür varlıkları ve tabiat varlıkları ayrı kurulların inisiyatifine bırakıldı. Kültür varlıkları Kültür ve Turizm Bakanlığının, tabiat varlıkları ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığının hazırlayacağı yönetmeliğe göre yeniden oluşturuldu. Böylece şimdiki tabloda olduğu gibi her bölgede “Kültür Varlıkları Koruma Kurulu” ve “Tabiat Varlıkları Koruma kurulu” adı altında ayrı kurullar oluştu. Denizli önceden olduğu gibi, Aydın’da yapılanan bölge koruma kurulunun kapsama alanına dahil edildi.

Yarın:
Binanın rölövesi var mı?
Mimar Gülay Altan’ın girişimi
Aile avukatı Adil Demir ne diyor?
Belediye Başkanı Osman Zolan’ın açıklaması

Yorumlar

atilla   -  Bağlantı 31 Ocak 2018, 15:33

elinize sağlık, faydalı biz yazı dizisi oluyor.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı