Denizlili Müzik Adamı Murat Gönüllü Mutlu Son’un Peşinde
30 Mart 2013 Cumartesi
Mehtap Koç GÜRCAN
Yedi Tepeli Diyar’ın üzerine karanlık çökmeye başladığı saatlerde buluşmak için sözleştik Murat Gönüllü ile… Kendisiyle ilk kez tanışacak olmanın heyecanından olsa gerek, yaklaşık yarım saat öncesinden ulaştım sözleştiğimiz yere. Vakit buluşma vaktini gösterdiğinde; siyah papyonlu, güleryüzlü, genç bir adam girdi kapıdan. Bana doğru yönelerek koca bir tebessümle ‘Merhaba’ dedi. Sonra o küçük ‘Merhaba’ yerini uzun ve samimi bir sohbete bıraktı. İşte o sohbetten öne çıkanlar…
Sizinle ilk tanışmamız olduğu için hakkınızda uzun bir internet araştırması yaptım. Maşallah 10 parmağınızda 10 marifet…
Teşekkür ederim. Evet, çok küçük yaşlardan itibaren müzik, teknoloji ve medyaya ilgi duydum. Bu ilgimin uzun yıllar çalışmaları sonucunda sanatın pek çok alanında bulundum diyebilirim.
Peki kimdir bu yetenekli adam? Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?
İsmim Murat Gönüllü, 1973 yılında Denizli’de doğdum, ilk, orta ve lise eğitimimi Denizli’de tamamladım. Bu anlamda Denizli pek çok çocukluk ve gençlik yıllarıma dair anılarımı sakladığım şehir olarak hafızama kazındı diyebilirim. Ardından da Uludağ Üniversitesi İletişim Yüksek Okulu’nu kazandım ve bu kez yolum Balıkesir’e düştü. Çok istediğim bir bölüm olmasına rağmen ilk yılda bırakmak durumunda kaldım. Aslında bu ayrılış okuduğum bölüme veda değil aynı bölümdeki mesleğime bir başlangıç oldu diyebilirim…
Çalışmak için mi okulu bıraktınız?
Evet. O dönemde TGRT kurulmuştu. Amcam Erdoğan Gönüllü de kurucu ekipte yer alıyordu. Amcam TGRT’ye mülakat sınavı ile personel alındığını haberini verdi bana. Ben de hayalini kurduğum mesleğe adım atabilme heyecanıyla İstanbul’a geldim. Sınavı kazandım ve İstanbul yıllarım başladı.
Çocukken de medyada yer almanın hayalini mi kuruyordunuz?
Kesinlikle. Hani ilkokuldayken öğretmenler sorar ya; ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ diye. Benim cevabım ilkokul 2’den beri hiç değişmedi. Hep ‘Yönetmen olacağım’ diye cevap verirdim. Öğretmenlerim de, herkesin verdiği ‘Öğretmen, doktor, mühendis’ cevaplarının yanında benim cevabımı duyunca; bana sorular sorar ve ‘İşte ne olacağını bilen bir arkadaşınız’ derdi.
Ne oldu İlkokul 2’de okurken?
Hayatımın dönüm noktası oldu diyebilirim. Amcam Erdoğan Gönüllü o yıllarda TRT’de üst düzey yönetici olarak yer alıyordu. Yaz tatilinde Ankara’ya onların yanına ziyarete gitmiştim. Bir gün amcamın işyeri olan TRT’ye de gitme şansım oldu ve ufkum değişti diyebilirim. Hayatımda ilk kez stüdyoyu, rejiyi gördüm. Adeta büyülendim. Işıklar, görüntüler, kameralar, dekor… O yıllarda çok etkilendim. Ve ben etkilendiğim şeylerin üzerine giderim, pes etmem.
Peki çocukluk yıllarınıza şahitlik eden Denizli’de sanat alanında etkinlikleriniz oldu mu?
Müzikle tanıştığım yıllarda, ilk eğitimimi Denizli’de aldım diyebilirim. Ortaokul, lise döneminde okurken Denizli Belediye Konservatuarı’nın yapmış olduğu sınava girdim. Koro sınavını geçtim ve bir kaç yıl Türk Sanat Müziği korosunda korist olarak yer aldım.
Ancak müzikten önce A Grubu olarak adlandırılan pek çok televizyon kanalında da çalışmalarınız oldu…
Evet, ilk işyerim olan TGRT’den ayrılıp askere gittim. Askerden döndükten sonra da NTV’de başladım. Montaj, kurgu… Sonra hem merakımdan hem de kendimi yetiştirmek amacıyla her şeyle ilgilendim. Prodüksiyon, çekim gibi alanlarda da çalışmalarım oldu.
Yalnızca Türkiye’de değil, yurtdışında da çalışmalarınızla adınızı duyurdunuz diyebiliriz. İtalya’ya gitme fikri nasıl gelişti?
27 yaşındayken NTV’de çalıştığım dönemde bir muhabir arkadaşım Milano’ya bir sergiye gitmişti. Döndüğünde İtalya’da Benetton’nun Oliviero Toscani’ye kurdurduğu Fabrica projesinden bahsetti. Hemen inceledim ve çok hoşuma gitti. Daha sonra başvurmak için sanatsal bir üretim dönemine girdim. Yaklaşık 3 ay çekimler yapıp deneysel video art bir portfolio hazırladım ve Fabrica’ya yolladım. Ardından olaylı bir şekilde Fabrica’nın Video Sinema Bölümü’ne kabul edildim.
Neden Olaylı?
Projede yer almak için pek çok kriter var. Öncelikle yaş kriteri vardı. Ben de biliyordum bu kriteri ama ona rağmen yolladım çalışmamı. Normalde deneme süreci var. Kurul ikna olursa orada kalıyorsunuz gibi bir sürü prosedürleri var. Ama benim girişimde bu prosedürlerin hepsi aşıldı. Benim için kriterlerini değiştirdiler. 1 yıl Fabrica’da kaldıktan sonra bir Cuma günü Milano’ya geçtim, Pazartesi günü ilk video klip işimi aldım ve yönetmenlik kariyerime başladım.
Bu çok yönlülüğünüzü İtalya’ya borçluısunuz diyebilir miyiz?
Önce hayalgücüme, ardından da İtalya’ya… Ayrıca bir çok yetenekli arkadaşım vardı, sürekli sanatçıların içindeydim. O denemde Elektronik müzik ve caz festivallerinde görseller yapmaya başladım. Dj çalarken arkada yer alan görüntüleri yapmaya başladım. Hoşuma gidiyordu öyle şeyler yapmak. Bu şekilde Milano’da bir kaç festival etkinliğe de katılarak görsel şov yaptım.
İtalya’da ne kadar yaşadınız?
Yaklaşık 10 yıl İtalya’da yaşadım. Ancak o yıllarda da İstanbul’dan kopmadım. Milano-İstanbul arası birçok sanatcıya video klip yönetmenliği yaptım.
Bugün Türkiye’nin yakından tanıdığı pek çok isimle çalıştınız… Biraz da bu isimlerden ve çalışmalarınızdan bahsedelim…
Ajda Pekkan’la çalışmak güzeldi. Yenilikçi ve açık biri, onun ‘Vitrin’ klibinin yönetmenliğini yaptım. Mirkelam’ın ”Bi fotoğraf çekinebilir miyiz? ” adlı şarkısının klibini çektim. O klip için de sanat, spor ve tv dünyasından bir çok ünlüyü ziyaret ettik. Şarkının ruhuna uygun olması için amatör bir çekim tarzı kullandım.
Sezen Aksu içinse ‘Yaşanmamış Yıllar’ adlı şarkısına kolaj bir klip yaptım. Ayrıca efsanevi ingiliz Acid Jazz Grubu İncognito için Hollanda ve Hamburg’da çektiğim klipler ‘Listen To The Music’ ayrıca ”Can’t Get You Out Of My Head’ çalışmalarımdan bahsedebilirim. Bunun gibi pek çok isimle keyifli çalışmalarım oldu.
Her zaman ekrana yansıyanlar kadar keyifli olmasa gerek… Peki bu çalışmalar içinde zorlandıklarınız oldu mu?
Evet. Mesela Ferhat Göçer’in ”Aşkların En Güzeli” adlı şarkısına çektiğimiz klibi hiç unutamayacağım. Sanırım Şubat ayıydı. Klibi Karadeniz sahilinde çekiyorduk. Soğuktan ve muhteşem yağmurdan nasibimizi aldık. Adeta donduk. Görüntüleri de muhteşem bir yağmurun verdiği kısa aralarda çekmek durumunda kalmıştık. Unutulmaz anlardı doğrusu..
Pek çok sanatçıyla çalıştınız. Kliplerinde kamera arkasında yer aldınız. Bu çalışmalarınızın yanı sıra bir de şarkı yaptınız.
Evet, 2009 yılında ilham geldi ve yaptım
Neydi o ilham? Genelde bir ‘Aşk’ olur ama…
Evet, benimkide aşk ama kadın erkek aşkından daha çok insanların birbirini aşkla sevmesini hedefleyen ve hayata dair umut veren sözlerdi. Evde müzik dinliyordum bir gün. Sevdiğim bir müziği dinlerken aklıma birden sözler gelmeye başladı. Daha sonra sözler bir şekilde melodileşti zihnimde. Olabilir derken ilk kayıtları almaya başladık. Ve daha sonra albümde bulunan 4 şarkı şekillendi ve ortaya çıktı.
Şarkılarınızı dinlediğim zaman; marjinal bir tarz yakaladım. Çünkü genelde Türkçe şarkıların geneline baktığımız zaman, acı, öfke, hırs, entrika gibi duygulara yer verilir. Ancak sizin mutlu ol, huzurlu yaşa gibi mesajlar veren şarkılarınız var…
Evet ağlatmıyorum. Zaten ben de bu tarz şarkılara reaksiyon olarak bu projeyi düşündüm. Yönetmenlik yapıyordum klip projeleri geliyordu elime, bakıyorum içinde acı, isyan, nefret duyguları var. Enerjimi düşürüyorlardı ve içinde negatif duygular barındıran işleri yapmak içimden gelmiyordu. Zaten Mutlu Son adlı albümümü diğerlerinden ayıran en önemli özelliği de kesinlikle mesajlarının olumlu, optimist olması. İnsanları olumluya yönlendirmek daha doğru, daha cazip ve daha keyifli gelmiştir her zaman bana…
___________________
___________________
Peki albüm fikri nasıl gelişti?
İlk ilham geldiği zaman hemen albümü düşünmüştüm. Hemen birbiri ardına yeni fikirler gelişti. 2010 yılında İstanbul’a döndüğümde de projenin startını verdik.
Uzun yıllar yurtdışında reklam ve sanatın çeşitli dallarındaydınız… Şimdi de Türkiye’de… Arada bir fark var mı?
Farklı kültürlere sahip olduğumuzdan dolayı, sanatsal anlamda kesinlikle bir fark var. Ayrıca bizden daha önde olduklarını gördüm. Mümkün olduğunca sanatsal anlamda beslenmeye çalıştım. Teknik anlamda çok büyük fark olduğunu söyleyemem artık, bu arada doğunun sanatsal anlamda atağa kalkacağına inanıyorum. Nitekim sinemacılarımız önemli ödüller topluyorlar ve anlatacak çok hikayelerimiz var diye düşünüyorum.
Sanatın pek çok alanında son derece başarılı projelere imza attınız bugüne kadar… Peki, neden adınızı sık sık duymadık?
Bu zamana kadar özellikle göz önünde olmaktan kaçındım diyebilirim. Tanınır yada ünlü olmak için özel bir çaba sarf etmedim bugüne kadar. Bu nedenle çok da medyada yer almadım. Ancak bu son bir kaç yıldır ‘Mutlu Son’ projesiyle gündeme geldi bir takım yaptığım işler. Doğal olarak da bir basın bülteni hazırlamam ve kendimi tanıtmam gerekiyordu. Bu esnada da bu zamana kadar yaptığım işlerden, yönetmen olarak ortaya çıkardığım projelerden bahsetmiş oldum. Bu nedenle adım Türkiye’de yaptığım işlerden çok daha sonra duyulmaya başladı diyebiliriz.
Pek çok fotoğraflarınızda popyonla gördüm sizi. Şu an da üzerinizde… Sizin için bir önemi var mı?
Papyon benim için bir beyefendi aksesuarı, seviyorum ve sıklıkla kullanıyorum bunun dışında başka özel bir önemi yok.
Biraz marjinal bir tarzınız var. Saund ağırlıklı çalışmalarınızla ön plandasınız… Nedir bu tarzın bir adı var mı?
Oryantal, nu disco ve house soundlarından oluşuyor. Proje start alırken ben özellikle özgün olması niyetiyle yola çıktım. Hem popüler olması hemde kaliteli bir soundunun olması için dalında başarılı müzisyenlerle çalıştım.
Bu akımın Türkiye’deki öncüsü sizsiniz galiba…
Dediğim gibi özgün olması için çalıştık. Dinleyenlerin yorumları da bu yönde. Yani herhangi birini yada bir sanatçıyı taklit etmediğini söylüyorlar. Ayrıca sözler açısından da aynı şekilde. Bu kadar optimist oluşunu ilginç buluyorlar önce, fakat Mutlu Son gibi sanat projelerinin ne kadar gerekli olduğunu dile getiriyorlar. Genel olarak olumlu ve güzel yorumlar alıyorum. Hatta bir müzisyenden ”Siz 10 yıl sonrasının müziğini yapmişsınız” yorumunu aldım ve tabi çok mutlu oldum, taktiri dinleyicilere bırakıyorum…
‘Mutlu Son’a da değinelim… Nedir bu Mutlu Son?. Bir hikayesi var mı?
Milano’dan döndüğüm ilk dönemde reklamcı arkadaşım Oğuz İçsöz’le sohbet ediyorduk. Ona projeyi anlatıyordum. Mesela bu projede sadece toplumun ihtiyacı olan olumlu mesajların olması ve optimizmin hakim olması gerektiğini anlatıyordum Oğuz da o zaman projenin adı ‘Mutlu Son’ olsun dedi. Benim de çok hoşuma gitti. Çünkü yapmak istediğim şeyin ruhunu iyi anlatıyor. Sahnesindede Dj Set olarak çıkacak olmamla örtüşüyordu ve ”Mutlu Son” doğmuş oldu.
Albümde kimlerin emeği var?
Öncelikle bu albüm, iki müzik yapımcısı olan bir proje. Bu isimlerden ilki Quy Sam. Kendisi İtalya’dan tanıdığım ve Diesel U Music Award’dan ödüllü oldukça başarılı bir sanatçı.
Bir diğeri de Onor Bumbum. Onor Bumbum da RedBull Müzik Akademi’ye kabul edilmiş bir yetenek.
Diğer müzisyenlere gelince Cem Yıldız (Bağlama), Murat Kirkit (Gitar) ile çalıştık.
Bu arada albümde bir de düet var, parçanın adı ”Sevmek” Onu da Esma Çelik İle kaydettik. Kendisiyle Milano’da Moda Master’ı yaparken tanışmıştık. Albümün prodüksiyonu sırasında Esma’nın sesinin güzel olduğunu farkettim, teklif ettim. O da kabul etti. Albümdeki sözleri de ben yazmaya başladım Esma Çelik ve Oğuz İçsöz ile tamamladık.
Umarım dinleyenler, Mutlu Son’un müziğinde yada sözlerinde veyahut görsellerinde sevecekleri detaylar bulurlar. Mutlu Son’un mixlerini ve müziklerini www.soundcloud.com/mutlu-son adresinden dinleyebilirler. Ayrıca resmi internet sitemiz olan www.mutluson.com.tr adresinden bizi takip edebilecekleri gibi; http://www.dr.com.tr/Muzik/Hayallerin-Gercek-Olsun/Mutlu-Son/Yerli-Albumler/Turkce-Pop/urunno=0000000407078 adresinden de albümü alabilirler.
Peki, sizin mutlu sonunuz nedir?
Benim Mutlu Son’um, Mutlu Son’un mesajlarının, toplumda karşılık bulmasını, benimsenmesini ve hayata geçmiş olduğunu görmemdir.
3 boyutlu bir klip gündemde… Bu fikir nasıl gelişti…
Yine bir gün Oğuz’la fikir bombardımanı yapıyorduk, Oğuz’a dedimki insanların bu albümü almaları için extra bir yenilik, fayda ya da bir neden daha olsun dedim. Bunu düşünürken aklımıza 3 boyutlu bir klip yapmak fikri geldi. 3 boyutla ilgili araştırmalarımızı yaptıktan sonra çekim maratonumuz başladı. 2010 Ağustos ayında 15 günde İstanbul’un farklı yerlerinde çekimleri tamamladık. Post Produksiyon anlamında sponsorlarımız oldu. Bunlar, online editing için; Filmline, Color Grading, Mica Studios, 3D previews, Digital Film Center, Stereoscopic 3D Mastering, Erkan Cerit.
Reklam, müzik, klip… sanatın bu ayrı 3 kolunda sizi birleştiren fikir nedir?
Fikrimi hızlı bir şekilde ve daha büyük kitlelere ulaştırmakda etkili olmaları.
Hayalleriniz arasında sinema filmi çekmek de var sanırım… Film de yine marjinal mi olacak?
Şu an itibariyle Mutlu Son projesine ve 3 boyutlu sahne görsellerini hazırlayıp festivallere hazırlanma aşamasındayım. Her hangi bir film projesi üzerinde çalışmıyorum ama şartlar oluştuğunda inşallah film çekmekte nasip olur.
Bir de hayalleriniz arasında ‘Dünya çapında bir vakıf kurmak’ cümlesine rastladım yaptığım araştırmalarda…
Aynen öyle. Doğduğum şehre bir katkım olsun istiyorum. En büyük hayallerimden biri. Fakat şu an bütün aşamaları tam olarak belirlenmediği için bu konuda bir detay vermek istemiyorum. Ancak şu kadarını söyleyebilirim; Denizli’de prototibini oluşturup, daha sonra Türkiye ve dünyadaki pek çok şehre adım adım yayılmasını sağlamayı amaçlıyorum.
Bugün Denizli deyince aklınıza ne geliyor?
Hala görüştüğüm arkadaşlarım geliyor aklıma, ayrıca Pamukkale. Hafta sonları giderdik. Hafta sonu bir an önce gelse de gitsek diye beklerdim hatta. Onun dışında konservatuar yıllarım da Denizli’de geçirdiğim yıllarıma renk kattı. Bir de Çınar’da PTT binasının çaprazında, sinema vardı oraya giderdik. Sinema her zaman çekerdi beni, o yıllarda da vazgeçilmezimdi. Çatalçeşme’de tiyatro vardı, oradaki etkinliklere giderdik. Delikliçınar’daki yürüyüşler de çok keyifliydi.
Denizli’den Milano’ya, oradan da İstanbul’a uzanan çok keyifli bir sohbetti. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim…
Benim için de büyük bir keyifti. Ayrıca; İstanbul’daki Denizli konsepti çok güzel bir fikir. Çünkü ben yönetmen olarak, bu şekilde hayata geçen yenilikçi formatları beğeniyle karşılıyorum. Ciddi, bir sponsoru olan, şık bir proje. Sizi ve ekibinizi tebrik ediyorum.
Röportajin sonunda, Gönüllü ile birlikte Hacı Şerif ikramlarını tattık. Birbirinden lezzetli Hacı Şerif ürünlerini afiyetle tadan Murat Gönüllü ile yaptığımız tatlı sohbet, gerçek bir tatla noktalandı.
Yorumlar
Komşumuzdu, yıllar sonra görmek ve böyle başarılarını okumak gururlandırdı. Tebrik ederim güzel insan…
Murat Gönüllü’nün Denizlili olduğunu bilmiyordum;tanıttığınız için çpk teşekkür ediyor selam ve saygılarımı sunuyorum.
Ankara’da yaşayan bir Denizlili. 53 sene evvel üniversite tahsili için geldiğim Ankara… Ama inanların Denizliden dünyaya dağılmış olabileceğini iddia edecek kadar Denizli hastası…Saygılarımla.
Güzel bir söyleşi olmuş emeğinize yüreğinize sağlık.