REKLAMI GEÇ

Yoldaş: Travertenlere ayakla basılmalı

22 Temmuz 2014 Salı

denizli-ahmet-yoldas-mimar-is-dunyasi-kahve-sohbetleri-pamukkale-h

Bu hafta İş Dünyası ile Kahve Sohbetleri’ne Mimar Ahmet Yoldaş’ı konuk ettik. 1949 Çal-Akkent doğumlu olan Yoldaş, 1967’de İzmir Koleji’nden, 1973 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık bölümünden mezun oldu. Prof. Dr. Muhlis Türkmen ve Turgut Cansever atölyelerinde çalıştı. 1978-81 yıllarında PAÜ İnşaat Fakültesi’nde Mimarlık Bilgisi, Şehircilik ve Yapı Bilgisi dersleri verdi. Halen kızı Ceren ile birlikte Yoldaş Mimarlık’ta çalışmalarını sürdürüyor.

Habitat-II’de sergilenen Çevreköy başta olmak üzere, Bodrum Ortakent Evleri, Bodrum Tuzla Evleri, Ecdok Vilları, İzmir Güzelbahçe Genç Osman Sitesi ve Akhan Kervansaray’ı restorasyonu onun imzasını taşıyan projelerden bazıları. Pamukkale konusunda da epey kafa yormuş bir isim.

Sohbetimizde Denizli’yi, kentli olma bilincini, Denizli hızla büyürken dönüşümde yapılan hataları, havasız koridordan farksız caddelerini, Pamukkale’yi konuştuk. Bunlardan söz ederken de sorunları sahiplenme ve çözümde aktif rol alma konusunda Denizlililerin yetersizliğini “iyi yurttaşlar değiliz” sözleriyle eleştirdi. Pamukkale için de hayli tartışma yaratacak “travertenlere ayakla basılmalı” önerisinde bulundu.

ic-1

DENİZLİ NASIL BİR KENT?
Denizli gelişti, büyüdü ama kentleşme aynı paralellikte olmadı. Denizli’ye dışarıdan gelenler ilk izlenimlerini “burası nasıl bir kent?” sorusuyla ifade ediyor. Çünkü geçmişe dair bir iz göremiyorlar. Eleştirilerde bu noktada başlıyor. Sizce Denizli nasıl bir kent?

Denizli’nin nasıl bir kent olduğunu irdelemek için “nasıldan” ne amaçladığınıza bağlı. Ben şöyle söyleyeyim. Bir kere çok hızı büyüyen bir kent oldu Denizli. Örneklerine az rastlanacak türden bir büyüme yaşandı. 1930’larda nüfusu 10 binlerde, 1950’lerde 30 binlerde gezen bir yer. 50 bin, 70 bin, 105 bin oldu ve sonrası tam bir patlama.Çevredeki kasaba ve köylerin de katılımıyla şimdilerde merkez nüfusu 500 binin üzerinde. Yarım yüzyıldan az bir zamanda nüfusu 10 kat sayılabilecek oranda artış beraberinde çok büyük sorunları da getirdi. Bugün o hızlı büyümenin neden olduğu sonuçları yaşıyoruz.

Bunların ne olduğuna baktığımızda, kentsel bütünleşme dediğimiz bir olayı tam olarak yaşayamıyoruz. Tutturduk Denizli büyükşehir olsun, büyükşehir olsun. Bu konuda Mimarlar Odası olarak biz bir panel düzenlemiştik Ali Marım’ın Belediye Başkanı olduğu dönemde. O zaman büyükşehir olan Gaziantep, Bursa belediye başkanlanını, uzmanları davet etmiştik. Konu çok yönlü tartışıldı. O zaman “Bu olaya bu kadar heves etmeyin. Getirdikleri kadar götürdükleri var” denilmişti.
Kentsel bütünleşmeden kastım, kentte yaşayan insanların bir hemşehri olarak, birer kent yurttaşı olarak bütünleşebilmeleri, birbirlerini tanıyabilmeleri konusu. Şimdi çok kalabalık bir kentteyiz. Birbirini tanımayan, birbirinden kopuk insanlardan oluşan, birbirleriyle ilişki kuramayan bir kentteyiz. Ayrıca insanların ilişki kurabildiği sağlıklı mekanlar da oluşmadı. Şu anda yaşadığımız önemli sorunlardan birisi olarak bunu görüyorum. Kent büyüdü ama kentsel bütünleşme aynı ölçüde gerçekleşmedi. Kente sahip olma bilinci oluşmuş değil. Böyle bir sıkıntımız var.

ic-2

ALT MERKEZLER OLUŞTURULAMADI
Buna şöyle de bakabilir miyiz? Denizli büyüdü, planlama arkadan geldi. Sorunların önemli bir kaynağı da bu diyebilir miyiz?

Tabi bu da var. Aslında planlar yapıldı. 100 binlik, 5 binlikler yapıldı. Ama sorun sadece bina yapmak değil. Çeşitli amaçlara hizmet etmesi için yapılan binaların bir kentsel bütünlük oluşturabilecek şekilde kümelendirilmesi gerekir. Şunu hatırlıyorum, Nihat Zeybekçi ilk belediye başkanı olduğunda Çınar Meydanı’nı düzenleme girişiminde bulunmuştu. Önemli tepkiler çekmişti o girişim. Ben o zaman “Çınar Meydanı’nı ele almadan önce kentin değişik noktalarında kent alt merkezleri de oluşturmamız gerekir” diye bir öneride bulunmuştum.
Kentin iki temel merkezi var. Birisi Bayramyeri, diğeri de Çınar Meydanı ve çevresi. İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak üzere bu iki merkeze geliyor. Basit bir şey, çorap veya ayakkabı almak için kentin bir bölgesinden otobüse ya da minibüse binip söylediğimiz yerlere geliyor. Kent büyümüş ve buraya gelen insanlar birbirine yabancı. Alt merkezler oturulan yere yakın olacağından, bu ihtiyaçları karşılayabileceği gibi, ilişkileri de sağlayacak. Birkaç yer de önermiştim. 1984’te Ziya Tıkıroğlu döneminde Yenişehir bölgesinde planlanan bir alt merkez vardı, 53 bin dönümle bir alandı. Diğeri Kınıklı-Kayhan-Bağbaşı üçgeninde bir merkez oluşturulmasıydı. Bir diğeri de Sümer-Karşıyaka-Sevindik bölgesindeydi.
Bu bölgelerde, kentin o bölgesinde yaşayanların her türlü ihtiyacını karşılayabileceği mekanlara, etkinliklere yer verelim; buralarda bakkalı, terzisi, ayakkabıcısı, kuru yeşimçisi, ihtiyaç duyulan yerler olsun şeklindeydi öneri. Bayramyeri’ne gelmek yerine oturduğu bölgede ihtiyaçlarını karşılamalıydı. İlave olarak sinema ve tiyatro salonları, eğitim birimleri, cami, açık ve kapalı spor tesislerinin yer aldığı donatılara bulunduğunda, insanlar buralara gelip giderken birbirini tanıyabileceği, kentsel anlamda bütünleşebileceği bir ortam oluşacaktı. Bunu yapmalıydık.

ic-3

Sorumdaki kastım bina dikmekle ilgili değil, sözünü ettikleriniz planlamayla ilgiliydi.

Evet, böyle yapılması gerekiyordu. Ama o bölgeye ne yaptık? Alışveriş merkezi… Tamam, o da sözünü ettiğimiz işlevlerin bir bölümünü karşılıyor. Ama sözünü ettiğim ve özellikle kentsel bütünleşme anlamında bir işlevi yerine getiremiyor.

HER ŞEY MERKEZDE TRAFİK KARGAŞASI KAÇINILMAZ
Şöyle bakalım olaya… Yenişehir diye bir bölge oluşturduk, Denizli nüfusunun üçte biri orada oturuyor. Başta kütüphane başta olmak üzere çeşitli ihtiyaçları karşılayacak hiçbir donatı yok. Dolayısıyla bazı ihtiyaçlar için insanlar bir uçtan bir uca gitmek durumunda.

Ticari, kültürel ve sportif tesisleri anlamında bir merkezleri yok. Böyle merkezler olmayınca da dediğiniz gibi kentlilik bilinci de gelişmiyor. Her türlü ihtiyaç için mevcut merkezlere gidilmek zorunda kalındığı için de ulaşım kargaşası, trafik kargaşası oluşuyor. Giderler artıyor, zaman kaybı ortaya çıkıyor. Oysa ölçekleri küçülterek belli merkezlerde insanları toplamamız gerekir.
Elbette bütün bu merkezlerin de ortak kullanacağı stadyumlar, kongre merkezleri, opera, tiyatro binalar her mahallede olacak diye bir şey yok. Esas olan şehircilikte buna zonlama denir, yani fonksiyonel zonlamadır.Değişik işlevleri; işte konut, ticari, sanayi, sportif, kültürel vs… Bunların doğru biçimde yapılması, ulaşımın da buna göre planlaması gerekir.
Ulaşım esas itibariyle bir planlamadır. Yerleşimi doğru dürüst yaparsanız, işlevleri doğru dürüst dağıtırsanız yakındığımız keşmekeşlikler yaşanmaz. Kent merkezi nüfusu yarım milyon civarında ama belli saatlerde trafikte ciddi sorunlar yaşanıyor.

ic-4

DÖNÜŞÜM RANTSAL KAYNAK ARACI OLMAMALI
Kaybettiklerimizi, geri döndürülemezleri bir kenara bırakıp bu aşamadan sonra neler yapılmalı ki en azında bir dönüşüme doğru yol alınsın?Dönüşüm için neler yapılmalı?

Biliyorsunuz kentsel dönüşüm son yıllarda sıkça konuşulan konu. Aslında kentsel dönüşüm bizim Mimarlar Odası olarak yıllardır sözünü ettiğimiz olaylardan birisi. Ancak benim görebildiğim kadarıyla, kentsel dönüşüm kentin gayrisıhhi sayılabilecek bölgelerinin sıhhileştirilerek daha yaşanılır mekanlara dönüştürülmesi şeklinde sonuca gidilmesi değilde; bölgede yaşayan insanların yerlerinden edilerek oraya yeni yapılar yapılması, dolayısıyla yeni rantsal kaynakların oluşturulması amaçlanıyormuş gibi bir durum var.
Örneğin Sümerbank’ın yerine konut yapılmış olmasını çok anlamlı bulmuyorum. O bölgenin, ki yıllar önce orası özelliştirilirken de oda olarak bildiri yayınlamıştık. Kentin akciğeri olabilecek konumdaki yerlerden birisidir. Kentin ihtiyaç duyduğu park ve spor alanlarından birisiydi. Maalesef orasını konut blokları ve ticari amaçlı yapılarla büyük ölçüde doldurduk. Arka ölümde sınırlı bir alan park olarak korunabildi.
Kentsel dönüşümü sözünü ettiğim amaçlarla kentin fiziksel anlamda bozulmuş olan, deprem riski taşıyan, altyapı hizmetlerinin yeterli ve sağlık biçimde götürülemeyen yerlerin insanlar yerlerinden edilmeden daha sağlıklı ortamlara kavuşturulmasıdır.

ic-5

DENİZLİ’YE 5O0 KATLI BİNA GEREKLİ Mİ?
bakıyoruz binalar sekiz katın üzerine çıktı, 12-13 katlılar yapılıyor. Denizli yüksek binalarla tanışmalı mı artık?

Yüksek binalar yapılabilir. Ama kentin tamamen yüksek binalarla donatılıyor olması da yüksek bir gelişme seviyesinin göstergesi değil. Yüksek bina dikince, yüksek bir gelişme sağlanmış olmuyor. Fakat yüksek bina yapılmasın demenin de bir anlamı yok. Dengeli bir dağılım sağlanmalı. Yüksek yapıya izin verilecek yerlerin doğru tespiti gerekir. Duvar halinde yan yana getirilerek, rüzgar akımını kesmeyecek biçimde yapılaması gerekir. İşyeri anlamındayüksek bina yapmak yaygın hale geldi. Bu bir arsa tasarrufu sağlıyor. Gerçi kullanma sırasında enerji maliyeti artıyor ama yapılabilir, karşı değilim. Ancak Denizli’de 50 katlı bir bina gerekli mi değil mi? Onun tartışmasını iyi yapmak gerekir.

ic-6

EGS’DE KAT ARTIRIM KARARI
EGS Park’ın olduğu yer. Farklı başladı, bugün farklı bir amaca doğru yol alıyor. Oranın böyle bir dönüşüme uğramasını nasıl yorumluyorsunuz?

Biliyorsunuz orası için yıllar önce Vali Münir Güney döneminde fuar olması kararı verilmişti. 1980’li yıllarda asker kökenli belediye başkanı Ahmet Acar zamanında bir planlama söz konusu oldu. Mimar Cengiz Bektaş’da arada bir Denizli’ye geliyordu, o yerle ilgili ciddi tartışmalar yaptık. “Orda bir proje yapılsın ama fuar alanı olarak yapılsın” şeklinde özetlenebilir. Kalan bögelerin de rekreasyon alanı olarak düzenlenmesi kararı ağır basmıştı. Bu çerçevede bir program hazırlandı. Bölgesel bir yarışma düzenlenmişti, ben de katılmıştım. Bir proje hazırlandı. Fakat uygulama şansı olmadı.
Proje tam bir fuar alanı olarak tasarlanmıştı. Denizli’nin bir ara yavaşlayan dokuma pazarı vardı, haftanın iki ünü kurulan. Bu pazarı oraya taşımıştık bu proje kapsamında. Ürün sergilemesi yapılabilecek kamu ve özel sektör için pavyonlar düşünülmüştü. Eğlenceye, spora yönelikbirimlere de yer verilmişti. Sonraki yıllarda hazırlanan proje bir kenara bırakılarak EGS düzenlemesi yapıldı. O proje de tam hayata geçmedi.

_________________________________________________

_________________________________________________

Şimdi izliyorum, satılıyor ve çok katlı yapı izni çıkıyor. Yoğunluk 0.75’ten 2.25 veya 2,5’a çıkarılması durumu var. Bu yoğunluk belli bölgeler için 2,5 öngörülebilir, buna itirazım olmaz bir meslek adamı olarak. Ama yer satıldıktan sonra böyle bir uygulama yapılmışsa bu çok yanlış. Demin sözünü ettiğim rant sağlama araçlarından birisi haline getiriliyor.
Bir şey planlanırken, böyle önemli kararlar verilirken o kentte yaşayan insanların görüşünü almak, en azından belli kesiminin görüşüne açık tutmak, geniş tartışmalar çok yararlı olur diye düşünüyorum. Perikles’in 2500 yıl önce kentle ilgili söylenmiş çok önemli sözü vardır: Biz kentte yaşayan insanlar olarak daha çok kendi işimize bakarız, kendi sorunlarımızı çözeriz. Kentin sorunlarıyla da pek fazla ilgilenmeyiz. Oysa iyi yurttaş olmanın ön koşulu yaşadığı kentin sorunlarıyla igilenmek, verilen kararlara katılmak, görüş bildirmek, sonuç alınmasına katkı sağlamaktır. Biz böyle olan insanlara iyi insan deriz. İngilenmeyenlere kötü yurttaş deriz. 2500 yıl önce söylenmiş bu söz.

ic-7

İYİ YURTTAŞ DEĞİLİZ
O zaman hemen sorayım. Denizlililere baktığımızda kentini çok sahiplenen, sorunların çözümünde aktif olan bir tavır göremiyoruz. İyi yurttaşlar değil mi Denizlililer?

Değiliz.. İyi yurttaşlar olmadığımızı söylememiz gerekiyor. İçinde yaşadığımız kente karşı sorumluluk taşımayan bir insana iyi yurttaş deme şansımız yok açıkçası. Denizlililerin katkısı bugüne kadar çok sınırlı kaldı.

Diyorsunuz ki, Denizlililerin tavrı iyi yurttaş tabirine uymuyor?

Bunun ilkokuldan başlayıp devam eden süreçte eğitimle desteklenmesi gerekiyor. Eğitim olmadan omaz. Adamın altında lüks bir araç var, kırmızı ışıkta bekliyor, aracın camını açıp kül tablasını asfalta boşaltıyor ve bir şey olmamış gibi basıp gidiyor. Kaldırımlara çöp bırakma, balgam atma, tükürme, kuyruğa girip sırasını beklememe, yayaya yol vermeme de diğer örnekler. Bunlar kentli olmanın asgari koşullarından birkaçı. Bunları yerine getirmiyorsanız birbirinize karşı saygı, sevgi olmaz, bütünleşme olmaz. Kentler sadece mekanlardan ibaret değildir, o mekanların nasıl kullanıldığı da önemlidir.
Denizli’deki önemli bir sorun kentli olma bilincinin henüz yerleşmemesi. Kentli olma bilincine ulaştığımızda sorunları çok çabuk çözeriz. Seçim yaparken de kenti kimlerin daha iyi yöneteceğini dikkate alırız. Seçimi kazanma kriterleri çeşitli bağışlar, yardımlar, iftar yemekleri olmaz. O zaman kriterler değişir. Seçilmeye talip olanların nitelikleri, birikimleri, kaliteleri söz konusu olur. Bir şey daha… Kaldırımlar da kriterlerdendir, belediye yönetimi doğru bir iş yaptı. Kaldırımları alçalttılar.

ic-8

Evet, doğru iş yapıldı, fakat bir yerde de otopark işlevini görür hale de dönüştü…

Uygulama açısından doğru tavır, kente karşı sorumluluk taşımayanlar aracıyla o kaldırımlara çıkıyor. İşte eksik yönlerimizden biri. Kent merkezinde toplu taşıma sistemiyle taşıt trafiği azaltılmalı, yayalaşma esas tutulmalıdır. O zaman iletişim daha çok oluyor. Biz Çevreköy’ü böyle planladık. 2.20, yol yaptık, en geniş yol 5,5 metredir. Nedeni arabasını park ettikten sonra insanlar birbiriyle temas etsin, selamlaşsındır.

HABİTAT-II’DE SERGİLENEN ÇEVREKÖY PROJESİ
Şu ada Çevreköy’de yerleşik düzen var mı?

Başlangıçta 89 ev yapıldı, 50’nin üzerinde ev bitirildi, 40’ın üzerinde arkadışımız sürekli orada oturuyor.

Habitat’ta da bu proje gündeme gelmişti…

Habitat-II’de sergiledik o projeyi. Başka kooperatifler de vardı. Bizim arazimiz 600 dönüme yakındı, sadece 150 konuta izin veriliyordu. Diğer yandan 60 dönümlük arazide 2 bin 500 konut tasarlayanlar vardı. Bizim amacımız sadece konut edindirme değil, yeni bir yaşam çevresi oluşturmaktı. “Ekolojik köy” olarak planlanan bir projeydi. Hatta enerjisi güneşten elde edilecekti. Belki o yollarda güneş enerjisi sistemi pahalıydı, artık şimdi daha ucuz.

Çevreköyler’in sayısı artırılamaz mı?

Biz öncüydük ve bazı sıkıntılar yaşadık. Denizli’de her öncü girişim biraz erken oluyor ve ciddi sıkıntılarla karşılaşılıyor. Hiç unutmam, Ozan Saraçoğlu ilk beton santralikurma girişiminde bulunan müteşebbis. Ta 1960’lı yılların sonlarında ama o günün koşullarına göre tutmadı, çok erken bir girişimdi belki. Fakat 20-25 yıl sonra aynı girişim tuttu.
Bize “çok uzağa gittiniz” dediler. Kent merkezine 19 kilometre uzak denilen yer. Oraya dokuz tane ışıklı kavşak geçerek 22 dakikada gidiyorum. Ama Bayramyeri’nde bürom vardı, oraya yedi yıl önce 13 dakikada giriyordum, şimdi 16 dakikada girebiliyorum. Uzak denilen yerler arasındaki fark altı dakika. Bu süreyi büyük kentlerle kıyasladığınızda yakın bile diyebilirsiniz.Büyükşehir ile birlikte artık kentin bir mahallesi olarak anılıyor Kocadere. Zor eşiği aştık diye düşünüyorum. Bu örneğin devamı gelebilir. Aama yamaçlarda yüksek yapılar açısından dikkatli olunmalı.

ic-9

HARMEN JANSEN “BU KENTE DOKUNMAYIN” DEMİŞTİ
Caddelerimiz havasız koridor gibi. Bu da nasıl kentleştiğimizin en can alıcı, en belirgin yanı. Ne diyorsunuz?

Denizli’de çok hızlı gelişmenin sıkıntılarını yaşıyoruz. Hatalar çok. Birisi de kentin eski mahallelerine dokunmayacaktık. Çaybaşı, Altıntop, Kuşpınar, Delikliçınar, Atalar, Gürcan ve diğerleri. 1930’lu yıllarda Ankara’nın imar planını yapan Alman Harmen Jansen gelmiş Denizli’ye. Adam kenti gezmiş, Pamukkale’yi gezmiş, bugün gördüğümüz o siyah beyaz Denizli fotoğrafları var ya onları çekmiş.
Bu adam diyorki, bu kente dokunmayın! Yeni yerleşim alanı olarak Şirinköy ve Karcı tarafını gösteriyor. Bu yapılamadı. Mevcut doku üzerinde yeni yapıları, betonarme binaları, apartmanları yaptık. Şimdi bu apartmanlar sağlıksız bir biçimde duruyor. Saltak, Çaybaşı, İstiklal caddeleri sıkıcı, sıcak, hava almayan birer koridora dönüştü. Eski dokular yok oldu.
1980 yılında Mimar Sinan Günü düzenledik, Ziyaeddin Bilgin’i davet ettik, konferans verdi. Kenti dolaşıyoruz, birçok yerde eski yapılar duruyor. Fotoğraflar çekti. Bunları İzmir’e dönüşünde 2 nolu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu üyelerine göstermiş. Kurul da hemen Lise ile Zübeyde Hanım caddeleri arasında kalan bölgeyi sit alanı ilan etti. Çok büyük tepki çekti bu. Bunun üzerine baskıyla kaldırıldı. Kuşpınar yoğun yapılaşmanın olduğu bölgeydi, oysa mevzi daraltılarak karar alınsaydı o sokaklar evleriyle beraber korunmuş olacaktı.

ic-10

BİR MAHELLECİĞİ BİLE AYAKTA TUTAMADIK
Aradan 7-8 yıl sonra TRT’den bir ekiple aynı yerleri gezdik. Bakıyorum, bina yok. Oraya giriyorum, buraya giriyorum yok. Tek tük arada kalmış örnekleri görüntüleyebildik. İşte en büyük yanlışı eski dokuları yok ederek yaptık. En son Lise ile Çaybaşı caddesi arasında eski yapılar vardı, 1-2’si şimdi korunuyor. O zaman yönetime “bu arayı bari koruyalım” dedim. Burada oturan insanlara iki çözüm önerelim. Birincisi yüksek binaların paralelinde 3-4 blok dikelim, verelim dairesini kalsın orada. Ya da kentin başka yerlerinden arsa gösterelim. Böylece korunması gereken binaları koruyalım, restore edelim, meydan açılacaksa açalım. Burası kentin tam bir sosyal ve kültürel merkezi olsun önerisini yaptım. Ali Marım uzun süre oraya izin vermedi. Fakat yönetiminin sonuna doğru bir izin çıktı, 3-4 katlı binalar yapıldı hızla. Söylediğim yapılabilseydi en azından 20-25 konutluk küçük bir mahallecik kalacaktı ayakta. Bu tek tek ev korumaktan daha anlamlı olurdu. İki apartman arasında bir ev. Bunlar şu anki görünümüyle iki tank arasına sıkışmış asker gibi. Bu şekilde hiçbir şey ifade etmiyor.

ic-11

TRAVERTENLER ÜZERİNE BASILDIKÇA HAYAT BULUYOR
Mimarlar Odası yönetimindeyken ve mesleğiniz gereği Pamukkale ile hep yakından ilgili olan birisi olarak, burayla ilgili söyleyecekleriniz de vardır diye düşünüyorum.

Travertenlere giriş yasağı var, ben buna karşıyım. Başından beri karşı oldum, millet yanlış bilir. Çünkü o travertenler üzerine basılarak hayatiyet kazanıyor, canlılık kazanıyor. Ama rastgele değil tabi. Belli bölgelerde denetimli olarak.
Oraya Denizlililer gidemiyor. Tabi nedenleri sadece travertenlere basamamak değil. 20 lira giriş bileti. Beş kişi gitsen 100 lira vereceksin. Havuza girdinmi 175 lira ilave. Onun için biz planlama yaparken oteller yıkıldıktan sonra alternatif iki havuz önermiştik, maalesef kurul kabul etmedi. Yahu insanlar suya girsin ne olacak?Kış aylarında insanlar o bölgeden çekiliyor. Suyu basıyorsunuz, tortusunu bırakıp travertenler kendisini yeniliyor. Bahara bembeyaz çıkıyor.

Yorumlar

ALI AKTÜRK   -  Bağlantı 22 Temmuz 2014, 14:36

Pamukkale travertenlerinde tam beyazlık isteniyorsa insan ögesi travertenlerde SİRKÜLASYON için elzem ihtiyaçtır.travertene su verildiğinde basıncıyla travertende biriken toz vb kirliliği öteliyor.insan ögesi traverten üzerinde oldugunda dalgalanma ile hem beyazlığı sağlayan müvekkil madde daha ileriye Hemde traverten havuzcuğundaki liken vs oluşturan inen toz vs gibi kötü görüntü yaratan,beyazlığı zedeleyecek pislikleride aşağıya transfer olmasını sağlıyor,.tarihinde travertenler 14.mayıs.1997 de ilk kez insansız hale getirilmiş,yasaklanmış.tarihi binlerce yıllara dayanan travertenler insan hep açılmış.120000 nüfusa kadar çıkmış hierapoliste travertenler hiç yasaklanmamış günümüze ulaşmıştır,travertenlerin kapatılarak Pamukkale turizmine balta vurulmuştur 14 Mayıs 1997.bu konuyu kültür bakanlığında Ankara’da yasaklama kararında rol oynayan Prof.gultekin hocaylada çok tartışmıştım.maalesef PAMUKKALENİN gerçek sahiplerine gerçekten PAMUKKALEYİ sevenleri ve bilenleri dinlemediler……yanlışdan dönülmesi dileğimdir,çünkü Antalya’da deniz ne ise Pamukkale travertenleride bizim denizimiz ve kumsalımızdır.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı