REKLAMI GEÇ

CİNDERE’YE GİRMEK YASAK

19 Eylül 2014 Cuma

denizli-guney-cindere-menderes-nehri-yasar-tok-olmeye-yatan-nehir-h

Bir yazıya oturduğunuzda size eşlik eden tek şey belleğiniz ve mantığınızdır. Düşüncelerinizi biriktirip sınıflayan belleğiniz, mantığınızın yardımıyla onları sıraya koyar ve size bir akış oluşturur. Gerisi size kalmış. Anlatma yeteneğinize, belagatinize, dil bilginize ve hepsinden fazlası sağduyunuza. Neye eleştirel bakacağınız ya da neyi önemseyeceğiniz bu birikime, bakış açınıza, sağduyunuzun elverdiği vicdani hesaplaşmanın iz düşümüne kalmıştır.
Bizim gezi yazılarımız da böyle bir düzenlemeyle kağıda dökülüyor. Rastgele seçimlerle değil, bir düzenlilik, sıralama ve takip silsilesi ile ele alıyoruz her şeyi. Mayıs ayı ortalarında başladığımız yukarı Büyük Menderes havzası gezi yazıları o nedenle 4 aylık bir zamana yayıldı. Hiç ara vermeden her hafta bir ya da iki günlük periyodla bu izlenim, gözlem ve saptamalarımızı sizlerle paylaştık. Düzeni bozmamaya, akışı değiştirmemeye önem verdik. Çok katmanlı bir anlatım tercihimize rağmen, nehir boyunu bu katmanlı anlatım tarzına kurban etmedik. Her etabı okura öncesi sonrası ile bağlantılı bir anlatım tekniği ile sunmaya çalıştık. Umarız değindiğimiz sorunlar ve gelişmeler bize nehrin bu günü ve geleceğine dair fikir oluşturma konusunda yardımcı olmuştur.
Artık bu bölümün sonuna geliyoruz. Yukarı Menderes Havza haritasına, aşağı havzada, Denizli-Sarayköy’den başlayıp Aydın-Söke’de sonlanan Aşağı Menderes havzasında devam edeceğiz. O haritanın çizgileri üzerindeki işaretleri takip ederek tıpkı yukarı havzada yaptığımız gibi bağımsız biçimde sorunları gözleyip okumaya çalışacağız. Biliyorum ilgili okuru bazen sıkacak bu süreç. Bazen de ilgiyi dağıtacak ya da rahatsız edecek. Ama ne yazık ki gerçeğin peşine düştüğünüzde bu olasılıkları göze alacaksınız. Çünkü gerçek, insanlığı hiçbir dönemde modern yüzyılda olduğu kadar rahatsız etmedi.

***

ÖLÜ BALIK RESİTALİ
Bu dizinin ilk yazıları balık ölümleri ile başlamıştı. Son gezimize çıktığımız ilk günün akşamı internet sayfalarını dolaşırken Çivril Gökgöl’deki balık ölümlerinin yeniden manşete taşındığını gördük. Haberlere göre 600.000 civarında balık Gökgöl’deki balık üretme çiftliğinde telef olmuştu. Sebebi ile ilgili rivayet muhtelif. Balık çiftliği sahipleri Dinar’daki bir işletmeyi suçluyorlar. Bilinmez ama doğru da olabilir.

1

Ancak bu saptama neyi değiştiriyor ki? Kış aylarında aynı bölgede ve Bekilli’de benzer balık ölümlerine rastlanmış, bazı işletmelere ilgili müdürlüklerce sembolik de olsa ceza makbuzları yazılmıştı. Soralım, bu cezaların hangisi tahsil edildi? Ya da cezalar yürürlükte tutuldu mu? Yoksa birilerinin iyi niyet göstergesi olsun hesabıyla affa uğramış olmasın? Konuyla doğrudan ilgili ve sorumlu bakanlık temsilcileri bu soruya vicdanlarıyla yanıt verebilirler mi? O cezaların tahsil edildiğini kanıtlayabilirler mi? Her balık ölümünde gidip ‘numune alarak’ ölçüm yapan ilgili müdürlük temsilcileri, mühendisleri ya da eksperleri(tanımın ne olduğu önemli değil) yaptıklarının ‘dostlar alışverişte görsün’ cinsinden bir uygulama olduğunu inkar edebilirler mi? Daha başka bölgelerde, bazen çok yakınımızda başka türden ama benzer sorunlar her gün yaşanmakta. Aynı biçimde sürdürdükleri standart prosedürle bu işlerin hiçbir zaman sonuç elde etmeye dönük olmayacağını bilmiyorlar mı? Sorularımızın yanıtını bekliyoruz. Birinin çıkıp bir açıklama yapılmayacağını, hiçbir kurumun üzerine alınmayacağını, söylediğimiz sözlerin ve sorduğumuz soruların yanıtlanmayacağını biliyor ama yine de yanıt beklemeye devam ediyoruz.

TANRININ UNUTTUĞU TAPINAK
Büyük Menderes nehrinin yukarı havzadaki son bölümü üzerine kaleme aldığımız değerlendirme yazılarını, gezi ve görüşme notları ile tamamlıyoruz.

Bir iki yıldan bu yana pek gezemediğimiz ApollonLirbenos tapınağına yolculuk, aynı yol bağlantıları üzerinde yer alan tarih ve arkeoloji kalıntıları, su ile bütünleşen yaşam kültürünün geleneksel yaşam izleri; hepsi de bu hafta yineleme fırsatı bulduğumuz gezinin coğrafyası içinde vardı.

4

Kısa bir hatırlatma. Ağustos’un sonuna doğru yerel ve ulusal basında ApollonLairbenos tapınağında iş makinesi ile kaçak kazı haberleri, Tanrının bile unutmaya başladığı bu tapınağa bir anlık da olsa dikkatleri topladı. Habere göre, kiraladıkları iş makinesini ören yerine götüren kazıcılar köylülerin ihbarı ile olay yerine gelen jandarmadan kaçmayı başardı. İş makinasını olay yerinde bırakıp kaçan soyguncular henüz yakalanmış değil.
Konuyu Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal’a sorduk. Haberin doğru olmadığını söyledi. Habere konu olan olayın geçtiği yer Çökelez dağı zirvesiymiş. Çökelez dağı zirvesinde yeralan olasılıkla bir tümülüs mezara iş makinası ile çıkıp kazı yapmaya kalkışmışlar. “Mezarın yeri bile belli değil, belki 40-50 yıl önce yapılmış bir kaçak kazının olduğu yeri kazmak istemişler.” Zaten diye ekledi Hüseyin Bey, “orada bir koruma kararı yok. O nedenle kazı yapmak konusunda daha cesur davranabiliyorlar. Ama bir kez daha söylüyorum, ApollonLairbenos’ta iş makinesi ile kaçak kazı yapılmış değil, o haberler uydurmadır.”

11

“BEN ASAR’A 30 YILDIR GİTMEDİM”
Hafta başında çıktığımız gezi için önce Çal Belediye Başkanı Fethi Akcan’ın kapısını çaldık. Konudan ve bizim Büyük Menderes üzerine çalışmalarımızdan haberdar olan Başkan bir araç ve bir rehber eşliğinde bölge gezimizi kolaylaştırdı. Belediye Başkan yardımcısı Adnan Tatar’la tanıştık, ilgili ve yakın davrandı.
Başkan Yardımcısı Tatar, sonradan bilgisayar bölümünden yüksekokul mezunu olduğunu öğrendiğim Ahmet Kara’yı rehber olarak tanıştırdı. Yola birlikte çıktık. Ahmet epeyce meraklı bir genç arkadaş.Tanışıp yola çıktığımızda “İlçenin ilginç bulduğum yerlerine gidip gezmeyi severim, fotoğraf video çeker, bunları arşivlerim” diyerek ilgisini açıkladı.

Birlikte yola çıkıp doğrudan Çal Ortaköy’e yollanıyoruz. Burası Roma döneminde Şarap Tanrısı Dionysos adına antik Dionysopolis kentinin kurulduğu belirlenen, Denizli büyükşehir olmadan önce kasaba statüsündeki yerleşmelerden. Şimdi Çal’ın bir mahallesi. Girişte yüksekçe bir tepeye çıkıp Ortaköy’ün geniş açı bir fotoğrafını çekiyoruz. Hedef Lairbenos tapınağı. Ortaköy’den çıkıp birkaç kilometre sonra Bahadınlar köyüne ulaşıyoruz. Bir bakkalda durup su tedarik edeceğiz. “Asar’a mı gidiyorsunuz” diye soruyor bakkal. Evet, oraya gidiyoruz. “Biliyor musunuz, ben 30 yıldır oraya gitmedim” diyor. “Neden” diyorum hayretle. Halbuki toplam 3-4 kilometrelik bir mesafede. İstemese de 30 yıldır insanın hiç mi işi düşmez, hiç mi merakı kabarmaz, hiç mi birileriyle “hadi bu akşam veya bu pazar gidip şöyle bir turlayalım oraları” demez? Bizim hayretimize biraz sıkılgan, çokça pişmiş bir yanıt veriyor. “Valla ne bileyim, işimiz düşmedi, yolumuz düşmedi, merak etmedik” falan diyor. O yanıt vermeye çalışırken söylenip çıkıyorum bakkaldan. Ahmet “abi buraların insanı böyledir, merakı olmaz” diye teselliye çalışıyor beni.

6

Köyden nehir yönüne çıkıp ilk sapaktan soldaki toprak yola giriyoruz. Bağların arasında, kırmızı toprakta açılmış dümdüz bir yoldayız. Karşıda hep tarif ettiğim gibi, kartal yuvası pozisyonunda tapınak yükseltisi bizi bekliyor. Çevremiz uçsuz bucaksız üzüm bağlarıyla kaplı. Bağbozumu çoktan başladı, asmalarda üzüm yok atık.

KIRIK BİR YAZILI KAYA
Gezimizin ilk durağı ApollonLairbenos oldu. Kaçak kazı izi görmedik. Kaçakçıların marifetleri ile ilgili başka emareler vardı. Tapınağa önceden gidenler bilir, tam ortasında, tapınak sağındaki duvar çizgisine yakın yerde, yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde 50-60 cm genişlik ve 40-50 cm derinlikte antik bir yazılı mermer blok vardı. Yüzyıllardır ayakta kalan blok, geçen aylarda antika kaçakçılarının kadrine uğramış, tam ortasından kırılmıştı. Nedeni, blok içinin boş olabileceği ve içine değerli antika eşyalar saklanmış olabileceği olmalı. Tapım alanı epigrafisi açısından çok önemli olduğunu düşündüğüm bu bloğun hali içimizi sızlattı.

3

Bizi karşılayan bir güvenlik görevlisi ile merhabalaşıyoruz. Adının Murat hakan olduğunu söylüyor. Çallıymış, “geçen yerel seçimlerde belediye başkan adası olan Ahmet Hakan’la amca çocuklarıyız” diyor. “Toplam dört güvenlik görevlisi, bir de 4/c’li biri var buranın korumasına bakan” diyerek sorularımızı yanıtlıyor. Taşeron şirkette güvenlik görevlisi işçi olan 4 kişi her gün sırayla nöbet tutuyormuş, 4/c statüsünde çalışan ise gece nöbetçisi olarak koruma görevi yapıyormuş. Son dönemde kaçak kazı yapan yokmuş. En azından onlar burada görevlendirildikten sonra böyle bir vukuat olmamış. Kutsal alan birinci derecede koruma alanı olduğu için Denizli Müzesi’ne bağlı olarak çalışıyorlarmış.

İlk gözümüze çarpan, kırılmış mermer yazıt bloğu oldu. Sonradan Müze Müdürü Hüseyin Bey’den aldığımız bilgiye göre, geçen dönem bir ara bekçilik yapan iki kişiden biri emekli olduğunda, kısa bir zaman güvenlik zaafiyeti oluşmuş. Kazıcılar da söz konusu ettiğimiz blok yazıtı o dönemde gelip kırmışlar.

5

BÜYÜLEYİCİ BİR ATMOSFER
ApollonLairbenos tapım alanı büyüleyici bir atmosfere sahiptir. Keşke kolayca ulaşılabilse, keşke kısmi bir kazı ve restorasyon yapılabilse, keşke bir düzenleme ile ziyarete açılabilse. Eminim bu gün yakınlardaki Hierapolis ve Laodikeia’daki kutsal alanların dışında üçüncü bir ziyaret merkezine dönüşmemesi için hiçbir sebep yok.

Yüzlerce metre aşağıya dik inen yükseltinin dört bir yanı açıklık. Merkeze çıkışın sağı ve önü Büyük Menderes nehrinin en geniş vadi bölgesine bakıyor. Kuzey doğuda kalan Menderes, az sonra Adıgüzel barajına bağlanıyor.

Tapınağın bulunduğu yüksek tepenin neredeyse üç yanı baraj sularıyla çevrili. Sanki tarihin ve suyun birlikteliğinin en güzel fotoğraflarını karelemek için hazırlanmış bir mizansen. Suyun karşı yakasında duvar düzlüğünde yükselen kayaç dolgu, bulunduğumuz tapınakla aynı hizada bir ovaya açılıyor. Medele ve Güney bağlarının kaliteli şaraplık üzümlerinin yetiştiği verimli topraklara. Su, baraja, oradan batıya, Cindere vadisinden geçerek Ege denizine doğru yolculuğuna devam ediyor.

Havanın çok ışıklı ve kısmen sisli olmasına rağmen istediğimiz fotoğrafları alıyoruz. Sonra tapınağın korunabilmiş en belirgin mimari kalıntısında, suyu gören en uçtaki kemerli yapının yanına çömelip suyu ve doğayı hayranlıkla bir süre seyrediyoruz. Baraj suları neredeyse 2/3 oranında azalmış. Bekilli kanyonlarından itibaren başlayan baraj yatağı kurumuş bir deltaya dönüşmüş. Sular çekilmiş ve suyun kış aylarında doldurduğu yataktan yürüyerek gezinmek mümkün hale gelmiş.

Tam önümüzde, batıya doğru küçük koylar var. hemen önümüzdeki dağın eteğine doğru derin koylardan birinde kulübeler, bir traktör ve bir hayvan ağılı net olarak gözümüze ilişiyor. Etrafa bakınıyorum, kuzeydeki dere yatağının yamacından toprak bir yol oraya uzanmakta. Burada işimiz bitti, Ahmet’e “bu yoldan aşağı iner mi bizim araç” diyorum, ineriz diyor.

8

DELTA MI BARAJ YATAĞI MI?
Toparlanıp tapınaktan ayrılıyoruz. Dönüşte ilk dikkatimi çeken baraj sularındaki azalma. Medele yönünden baraja doğru Menderes’in bağlantısı giderek çıplak bir toprağa dönüşüyor. Henüz Mayıs sonunda geldiğimde çektiğim fotoğraflardaki miktarın çok hızlı azaldığına o gün çektiğim fotoğraflarla karşılaştırma sonrası şahit oldum. Ürkütücü bir hızla azalıyor barajlardaki su. Seviye her gün düşmeye devam ediyor.

Dönüş yoluna girer girmez, baraja doğru sapan dere yatağı üzerindeki yola kıvrılıyoruz. Bir süre gidiyoruz, tapınağın görünüşü yol kodu düştükçe daha da heybetli. Yol hayvan ağılının bulunduğu koyda son buluyor. Aracı park edip iniyoruz. Nehre doğru bir sebze bahçesi var. Bol su ve gübreden olmalı, bitkiler çok yeşil, gür ve verimli. Domatesler, biberler, yeşil soğanlar ve daha başka sebze bitkileri.

Baraj suyunun ne kadar azaldığı bu noktadan daha ölçülebilir durumda. Hem karşı tarafta, hem bu tarafta dolu zamanlarındaki çizgilerle şimdiki seviye arasında ürpertici bir mesafe var.

Suyun kenarından kulübelere yöneliyoruz. Tek odalı bir mekan, yanında bir tavuk kulübesi ve yanında bir çardak. Tek odalı mekanın önünde yaşlıca bir kadın beliriyor. Elinde ot süpürgesi, kapı önünü temizlemekle meşgul. Bir yandan bizi gözetliyor. Tedirgin mi bilinmez ama sonradan anladık ki, buraya zaman zaman yabancı ziyaretçilerin gelmesine alışkın.

9

“BİZİM KEÇİLER KALABALIK”
“Merhaba, kolay gelsin” diyoruz. Biraz sıkılgan “hoşgeldiniz” diyor. Sıkılganlık ya da tedirginlik ne varsa bertaraf edelim diyerek, neden geldiğimizi uygun bir dille açıklayınca biraz rahatlıyor ve “ayran içer misiniz?” teklifinde bulunuyor. Elbette içeriz.

___________________________________________________

Bahar_imaj_450x150

___________________________________________________

Ayranları içerken anlatıyor. Burada keçileri var. Sayıları bin civarında. 15-20 yıldan beri burada yaşıyorlar. Hemen yukarıda, Bahadınlar köyünde oturuyorlar. Bağ bahçeleri var, her yıl üzüm kaldırıyorlar. Keçilerle daha çok artık yetişmiş olan oğlu Mehmet ve kendisi ilgileniyor. Başka çocukları, gelinleri de var ama onlar köydeler. Bağ ve tarlayla eşi Tevfik Başkaya ilgileniyor. “Yukarıda mera yok mu” diyorum, “var ama” diyor, “bizim sürü kalabalık o nedenle buradayız.” Yılın büyük bölümünü burada geçirirmiş. Suyun bu yıl çok azaldığını söylüyor. “Eskiden yaz aylarında bu kadar azalmazdı ama bu sene çok azaldı” diye açıklıyor. Kurak geçmiş bu yaz. Yağmur az yağmış. Ayranımızı tazeleyip, kalanı içmez diye soruyor, yok içmeyelim. İkişer bardak içtik zaten.

7

LAİRBENOS ANTİK MERMER OCAĞI
Teşekkür edip araca yöneliyoruz. Su kenarından yükselen yola girdiğimizde tapınağın üzerine oturduğu kayaç yükseltinin yamaçlarındaki dikey yükseklik dikkatimi çekiyor. Hep merak ederdim, antik çağda tapınak inşasında kullanılan mermer buraya nereden ve nasıl gelmiş olabilir diye, yamaçlardaki düz duvar görüntüsü ile soruya yanıt bulduğumu düşünüyorum. Bu duvar biçimli dikey düzlük, eski bir mermer ocağına ait olabilir. Ocak olduğunu varsaydığım duvar düzlüğünün hemen zemininde birbirini çapraz eğri ile kesen iki yol var. Yollar şimdi patikaya dönüşmüş olsa da zamanın dolgusundan olabilir. Kullanıldığı zamanda eminim hem daha aşağıda, hem de daha geniş bir yol olmalıydı.

10

Geldiğimiz yoldan Bahadınlar köyüne, oradan Ortaköy çıkışına geliyoruz. Ahmet “nereye gidelim” diyor, Develler köyüne gidelim. Yıllar önce oradaki mağaraları kameraya almış ama fotoğraflamamıştım, bu kez fotoğraflamak istiyorum. Ardından Çal’a doğru yola çıkıyoruz. Hançalar üzerinden Çal’a ulaştığımızda saat 15.00’i gösteriyordu. Başkan Fethi Akcan’ı arıyorum, teşekkür edip kolaylıklar diliyoruz birbirimize. Ahmet’in ayrılmadan önceki ‘birşeyler yiyelim’ teklifini geri çevirmiyorum. Ekmek arası köfteyi onun bilgisayar malzemeleri satış bürosunda atıştırıyoruz.

Ağustos ayının son günlerinde Bekilli kanyonlarında yaptığımız gezileri, önceki dönem belediye meclis üyeliği ve başkan yardımcılığı yapan Mahmut Divarcı ile tamamlamak istemiş ama görüşme için geniş zamanlı fırsat yakalayamamıştım. Bu gün uygun diye düşünüyorum. Henüz günün erken saati ve Bekilli’ye ulaşmak 20 dakikalık bir zaman. En geç 16.00’da röportaja oturabilirim. Düşündüğüm gibi oluyor ve Divarcı ile o saatlerde kendi bürosunda çaylarımızı yudumluyoruz. Yaptığımız görüşmeyi bu gün yayınlamayacağız. Çünkü kalan yerimiz için biraz uzunca. O nedenle ayrı bir röportaj olarak önümüzdeki hafta yayınlayacağız.

2

ÇAL’DAN GÜNEY’E
Günü her zaman olduğu gibi Çal Mahmutgazi’deki Küp Şarapları bağ evinde tamamlıyoruz. Asım Altıntaş, Tuncer Mankır ve bir iki dostları geç saatlere kadar süren sohbet…

Ertesi gün yine yoğun olacağız. Bölgede sürdürdüğümüz gezilerin sonuna geldik sayılır. Cindere’den Güney şelalesi, Adıgüzel-2 baraj inşaatı, Cindere barajı, sulama tünelleri ve elbette Güney’de eş dost ziyareti.
Çal’dan Selcen ve Kabalar yoluyla Güney ilçesine çıkıyorum. Yol boyunca hem vadiyi, hem de vadi üzerindeki inşaatları, mermer ocaklarını ve DSİ’nin çalışma alanlarını fotoğraflamak amacındayım. Bu arada çam ormanları, üzüm bağları ve doğanın yemyeşil dokusu içinde bol oksijenli bir yolculuk yapmanın keyfini çıkarıyorum.

12

YEŞİLİN ESKİ TONU YOK
Adıgüzel’den Güney’e çıkan yolun yamaç ortalarında, orman içinden aşağıya doğru toprak bir yol ayrılıyor. Yolun başındaki levhalardan, Adıgüzel-2 baraj inşaatı için yapılmış bir yol olduğunu anlıyorsunuz. Durup karşıda inşaat alanının zirvesinde uzun yıllardır faaliyet gösteren bir mermer ocağı var, onun fotoğrafını çekiyorum. Birkaç yıl önce yine bir fotoğrafını çekmiştim. Karşılaştırmak niyetindeyim. Doğadaki tahribatın o yıldan şimdiye kadar nasıl bir seyir izlediğini saptamak istiyorum.

İşletmelerin tahrip ettiği doğal dokuda belki pek değişiklik yok ama asıl değişiklik bitki örtüsünün yoğunluğunda. Adeta saçları dökülmeye yüz tutmuş bir görüntü sergiliyor. Çam ağaçları seyrelmiş, yer yer toprak yüzeyini görünür kılmış. Sanki yeşilin eski tonu yok, yerini daha kahvemsi tonlara bırakmış. Dönüşte dört yıl önce çektiğim fotoğrafın neredeyse aynısını çekmişim, karşılaştırıyorum, yoğun yeşil dokudaki azalmanın gözle görülür bir hal aldığını fark ediyorum.

13

“YASSAH HEMŞERİM”
Yolun sonuna kadar gitmek niyetindeyim. Nasılsa vadinin dibine, Adıgüzel’den bırakılan nehir suyunun akıntısına kadar gidiyordur yol diye düşünüyorum. Ama ne mümkün. Henüz suya ulaşmadan önce, yaklaşık 250-300 metre kadar uzaktan yol kapatılmış, geçiş yasak, giremezmişiz. Fotoğraf çekmek mi? İşte o hiç olmaz! İnşaat bölgesine ya da doğa yürüyüşü için çevreye giremiyorsunuz. Baraj inşaatını görebilecek bir yer arıyorum, yamaç teraslaması yapılmış bir alanın bir kısmı görülebiliyor. Çare yok, birkaç kare fotoğraftan sonra geri dönüp yeniden Güney yoluna çıkıyorum.

Güney’de ilk durağımız Pamukkale Şarapları. Yasin Tokat, Saim Tokat ve diğer ilgililer fabrikada. Şimdi şaraplık üzüm alım zamanı. Herkes faal biçimde işin başında. Traktör geliyor, kamyon gidiyor, üzüm geliyor çöpü gidiyor. Velhasıl daha bir ay kadar devam edecek bu curcuna.
İşte bu yoğunlukta gerçekleşiyor ziyaretimiz. Önce Yasin Tokat’la karşılaşıyoruz. Selamlaşıyoruz, nasılsın, neler yapıyorsun faslından sonra çaylar geliyor. Bu arada Saim Tokat geliyor merhabalaşıyoruz.

“BEKLEYİP GÖRECEĞİZ”
Niyetim gelmişken Yasin abi ile sezonu, piyasayı ve üreticinin durumunu da içerek kısa bir röportaj. Ama daha çok merak ettiğim, barajlar vadisinde son yıllardaki su birikimi, bunun yarattığı nem ve nemin toprağa, üzüm bağlarına etkisinin olup olmadığı. Bağ ve üzüm yetiştiricileri için Türkiye’nin gözde merkezlerinden birisi Güney ilçesi. Toprağı verimli kılan iklim, ısı, nem gibi doğal senkronizasyon bozulursa, bunun sonuçları üreticiye ve sektöre nasıl yansır, ne kadar zamana yayılır merak içindeyim.

Sonradan yaptığımız kısa röportaj arasından Yasin Tokat, “Türkiye şaraplık üzümünün %20’sini, kaliteli14 şaraplık üzümün /80’ini bu topraklar karşılıyor” bilgisini verdiğinde sorunun daha da önemli olabileceğini düşünmeye başlıyorum. Ama diyor Yasin Tokat, “Güney bağlarının rakımı yüksek. Kuzey rüzgarları vadiden yükselecek nemi keserek etkiyi azaltır. O nedenle şimdilik böyle bir tehlike yok. Ama yeni barajla birlikte ortaya çıkacak nem oranı, rüzgar sirkülasyonu tarafından dağıtılabilir mi bunu zamanla göreceğiz. Zaten izlenen tarımsal politikalar üreticiyi yeterince zora sokuyor. Üzüm fiyatları önceki birkaç yıldan beri giderek düşmekte. Yüksek vergiler devam ettiği sürece de bu düşüşe çare yok. Devlet üzüm üreticisine standart tarım desteği dışında, özel bir destek vermiyor. O nedenle bu zorluklara bir de iklim değişikliği, sulama sıkıntısı gibi faktörler eklenirse, durum daha vahim bir hal alabilir. Bekleyip göreceğiz.”

Yasin abi ile sektörel sorunlar üzerine daha farklı bir konuşma yaptık. Konumuzu ilgilendiren boyutuyla söyledikleri şimdilik bu özette.

YASAKLAR ŞELALESİ
Güney ilçe merkezine gidip birkaç dosta merhaba diyorum, çayları içiyorum, yemek teklifini geri çevirip, aşağılara, vadinin koyaklarına yollanıyorum.

Gezinin bu bölümünde tek başınayım. Rehbere gerek yok, yıllardır ezberlediğim bir coğrafyadayım. Güney şelalesi eskiye rahmet okutur. Eğimli toprak üzerinden akan suyu şelale diye izliyoruz. Olmasın mı? Olsun ancak bunu tüm devlet erkanının, bürokrasinin marifetiymiş gibi pazarlamasına gerek yok. Eski haline gelmesi en azından yüz yıl alır. Onu da suyun kaynağında ortaya çıkması olası kurumadan koruyabilirseniz. Ziyaretçilerin gözündeki eski ilgisini şimdiden yitirmiş. Bir takım zaptiye yasaklarıyla donatılmış. İçki başta olmak üzere neredeyse oturup kalkmanız bile disipline edilmiş. Evde kaynattığınız yumurtayı, patatesi götürüp ayran veya termos çayı eşliğinde içebilirsiniz. Ama fazlası mübah sayılmıyor. Bunca yıl orada gelip eğlenen insanların vukuatına tanık olunmadı. Peki şimdi niye bu yasaklar?

Bu gözlemlerle ayrılıyorum. Cindere baraj kapaklarından aşağıya doğru sallanıyor, Tripolis kavşağında durup antik kentin silüetini batıya devrilmiş gün ışığında kısa bir süre izliyorum. Sonra merhaba Denizli!

ANONS

Yorumlar

bahattin demir   -  Bağlantı 1 Ekim 2014, 18:45

Sizleri anlamak mümkün değil inanki. Hem elektrik ucuzlasın, kesilmesin, termik santral kurulmasın, nükleer enerjiye hayır, hes’e hayır dersiniz hem de baraj yapılmasına karşı doğa katlediliyor dersiniz. Nasıl olcak bu iş o zaman?

İsmail Hakkı KUŞ   -  Bağlantı 19 Eylül 2014, 13:57

Aynı zamanda Adıgüzel 2 barajının yapıldığı yerleride işimin gereği gördüm ve yapılanlardan üzüntü duydum.Yenicekent ovası sulama kanalı inşaatı için yapılan doğa katliamını kendi gözlerimle gördüm.Bu pazar günü tekrar gideceğim. Durum çok kötü.

İsmail Hakkı KUŞ   -  Bağlantı 19 Eylül 2014, 13:55

Bundan 5 sene önce Veteriner eşimin görevi dolayısı ile Ertuğrul köyünde 2,5 sene ikamet ettik.Ertuğrul, Cindere, Doğanlı bölgesi tam bir doğa harikası sabah erkenden gelen göçmen kuşlar her yer yeşillik. Şimdilerde her yer katledilmiş durumda. bu ka

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı