REKLAMI GEÇ

Ovada tek başına!

22 Temmuz 2013 Pazartesi

denizli-beycesultan-kazi-calismalarari-h

Beycesultan adını ilk duyan ‘olsa olsa Osmanlı, bilemedin Selçuklu döneminde yaşamış bir Bey olmalı’ çağrışımıyla kanaat oluşturur.
Doğrudur ama sadece o kadar değil. Aynı zamanda gerek bölgenin, gerekse Anadolu Uygarlıklarının en eski yerleşme Höyüklerinden birinin adıdır. Kültepe, Boğazköy, Yazılıkaya, Çatalhöyük gibi tarihöncesi Anadolu yerleşmeleriyle yaklaşık çağlarda kurulmuş, saptanabilen kırkı aşkın yerleşme katıyla, uzun bir tarih dönemi bilgisi için görkemli bir veri deposu oluşturmaktadır.

ic6

Yıl 2011, Haziran’ın sonuna gelmiştik. İlk Heykel Kolonisi çalışmalarının ikinci hafta sonuydu. Sanatçılar için bir gezi düzenleyelim dedik, yolumuzu bir pazar günü Çivril’e çevirdik.
Homa’dan başladık, Işıklı/Eumeneia’da göl kenarında çay faslı sonrası antik kalıntıları gezdik, öğle yemeği sonrası yönümüzü Beycesultan üzerinden Bekilli/Çal coğrafyasına çevirdik.
ic9Beycesultan dört yıl önce gördüğümden epey farklı. En azından çitle çevrilip korumaya alınmış, 4/C’li Tekel işçilerinden aktarma bekçilere emanet edilmiş.

O gün Kazı Başkanı Doç.Dr.Eşref Abay’ı telefonla arayıp gezi için izin istiyorum. Henüz kazı başlamamış, ekip yok. Hoca kapıdaki görevli bekçiyle görüşüp açtırıyor ve bu yılın ilk Beycesultan gezisini heykel sanatçılarıyla o tarihte yapıyorum.
Bu arada bilgi verelim, Eşref hoca Profesör oldu. Ancak biz o tarihlerdeki akademik titrini veriyoruz.

YENİDEN BEYCESULTAN’A
Geçen yıl Eşref Hoca’ya bir kez daha ulaşıyorum telefonla. “Hocam biz sizi kazı alanında ziyaret etmek istiyoruz.” “Olur ama, ben İzmir’deyim. Abim ağır bir trafik kazası geçirdi, yoğun bakımda. Onun yanındayım, dönünce görüşelim” yanıtıyla beklemeye geçiyoruz.

Sonraki günlerden birinde Çivril’deyim. Hoca’yı yeniden arıyorum gelmiştir belki diye. ‘Geldim, buradayım bekliyorum’ diyor. ‘Erken gel, başka misafirler gelecek Eskişehir’den, onlarla çakışmayın, size az vakit ayırmak zorunda kalırım’ diye ekliyor.
Sabahın erken saatlerinde Beycesultan girişine varıyoruz.
Kapıdaki bekçinin işaretiyle höyük tepesine tırmanan yola girip yukarı çıkıyoruz. Saat 10.00 civarı. Toz duman arasında hummalı bir çalışma sürüyor. İşçiler, öğrenciler ve akademisyenler, açmalardaki görevlerinin başındalar.
Araçtan inip teçhizatımızla açmalara yanaşıyor, Eşref hocayı soruyoruz. O da, diğerleri gibi bir açmadaki yapı duvar temelleri dibinde dikkatle inceleme yapıyor. Bizim geldiğimizi görünce açma çukurundan çıkıp “hoş geldiniz” diyor.

ic1
Fazla zaman yitirmek istemiyoruz. Ne de olsa başka misafirleri de gelecek ve onlar gelmeden bizim işimizi bitirmemiz gerek.
Aslında bilmediğimiz bir yer değil. 2008 yılından bu yana her yıl ziyaret ediyorum. Çivril Belediyesi’nin yıllık festivalinde düzenlenen Beycesultan ile ilgili sempozyumları son iki yıldan bu yana takip ediyorum. Bu sempozyumlarda kayda aldığım konuşmacıların höyük yerleşmesi ile ilgili açıklamaları hala belleğimde. Yani her yıl höyükte hangi buluntular elde edilmiş, hangi yerleşme katlarına inilmiş, koruma, bütçe sorunları nasıl aşılmış, kaç kişi ne kadar süreyle çalışmış, yerel belediye veya İl özel idaresinin katkısı olmuş mu, olmuşsa ne kadar türü genel bilgilere üç aşağı, beş yukarı sahibim.

ic5
Ama bu yetmiyor. Biz yeni kazı dönemini resmedelim hocanın anlattıklarıyla, sonra fotoğraflayalım ve kamera ile kayda alıp yayımlayalım istiyorum. İşte bu nedenle Beycesultan’dayız.

TARİH ÖNCESİNDE BEYCESULTAN
Üç ayrı açma var. Birisi, güney batıya doğru olanı bu yıl açılmış. Eskisi ile arasında duvar kalınlığında bir toprak parçası var.

ic10

Bunun nedenini, hocanın kısa bir gezinti sonrası yaptığı açıklamadan anlıyoruz. İki yıl önce yapılan çalışmada, ilk çalışma alanında bulunan tapınağın devamı niteliğindeki yapı duvarlarına ulaşılmış. Üstelik, klasik megaron tipi dikdörtgen ölçülü, iki odalı bir yapı değil, daha değişik yapı mimarisine sahip bir tapınak duvarı.
Ama bu açıklamalar öncesi işçiler kısa bir su-çay molası verdiğinde, bilim adamı disiplini ile güzel bir ayaküstü birifing veriyor hoca. Gölgelikte eline aldığı kalın bir klasördeki tüm çizim ve fotoğrafları sırayla anlatıp, genel bir Beycesultan haritası çiziyor. Kentin tarihine ilişkin vargıların nasıl bir mantıkla yorumlandığını, kent tarihinin İ.Ö 5000’li yıllara nasıl dayandırıldığını özetliyor.
Bir ara ‘bunlar bilimadamı için varsayım olarak mı nitelenmeli hocam’ diyoruz, net bir cevap veriyor, “biz yalnızca somut olgulardan yola çıkarız. Oluşturduğumuz hipotezi aynı somut olgular üzerinden yola çıkarak teze dönüştürürüz. Arkeolojinin en önemli aracı somut verilerdir” diyor.

ic4
3700 YIL ÖNCE
Bu yılın kazılarının devam ettiği iki açmayı özellikle hocayla konuşmak üzere gezelim istiyoruz, onaylıyor Eşref hoca.
Önce güney açması diyebileceğim(orada yönümü tam tayin edememiş olabilirim) tepenin eteklerinden anayola bakan kısımdaki açmadayız. İlk bilgileri burada alıyoruz.

ic8Hocam geçen yıl çalışılan alanın devamında bulunuyoruz. Bu kısmın özelliği neler, neden buradan devam ettiniz.”
“Burası höyüğün terasında yer alıyor ve höyükteki tabakalaşmayı kısa yoldan ortaya çıkarmak için açtık. İlk önce Selçuklu, Bizans dönemi tabakalarına rastladık. Ancak terasta olduğu için tabakalaşma akmış, hemen altında Geç Tunç Çağı dediğimiz İ.Ö 1500 yıllara ait tabakaya ulaştık. Bu yıl da daha eski tabakalara ulaşmak, aynı alandaki çalışmaya devam ediyoruz.”
1500-1600’lü yılların önemi nedir, neden o tabakalaşmayı önemsiyorsunuz?”
“O yüzyıllarda bu bölgede Beycesultan çok önemli bir kent. Yukarı Menderes havzasının en önemli kentlerinden biri. Burada yer alan bir beyliğin başkenti olma ihtimali çok yüksek, çünkü gerek Mellart’ın ve gerekse bizim yaptığımız kazıların sonucunda elde edilen veriler o dönemde Beycesultan’ın çok büyük bir kent olduğunu, iyi planlandığını, doğu-batı yönünde uzanan 3 metre genişliğinde caddelerle planlanıp yaklaşık otuz metre genişliğinde parsellere ev yapıldığını gösteriyor. Yani iyi planlanıp, etrafı sur duvarları ile çevrili iyi bir şehir yerleşimi olduğu görülüyor. Buradaki mimari yapılar ve diğer buluntular bu söylediklerimi kanıtlıyor. Hangi şehir olduğunu bilmiyoruz ama, o dönemin Hitit yazılı kaynakları bu bölgede Kuvalia beyliğinin başkenti olduğunu söylüyor, büyük olasılıkla o kent Beycesultan olabilir. Bunu söylerken yalnızca Hitit yazılı kaynaklarına dayanıyoruz, yoksa henüz burada böyle bir yazılı kaynak elde etmiş değiliz. Dolayısıyla söylediklerimiz şimdilik tahminden öte geçmiyor.”

ic3
Bu bilgiyi sindirmeye çalışırken bir yandan da yürüyoruz. Kazıda çalışanlar hocaya bir şeyler soruyor, o yanıtlıyor, talimat veriyor, bir yandan da bize yetişmeye çalışıyor. Arada sorduğumuz sorulardan biri de Hitit yazılı kaynaklarında Batı Anadolu’nun önemi üstüne oluyor, hoca anlatıyor. Konuşarak yukarı ulaşana değin neredeyse Kadeş Savaşı’na, 2. Ramses’e gelmişiz.
Toparlıyoruz sohbeti ve o yıl ilk kez açtıkları, eski açma ile arasında 70-80 cm toprak duvar olan batıya doğru açmanın başına ulaşıyoruz.
Burayı hoca önemsiyor. Çünkü daha önceki alanda çıkan tapınağın duvarla sonlandığını düşünürken, yeni açmada mabedin devamını buluyor. Özellikle bunu önemsiyor, çünkü yapı stili klasik höyük yerleşmelerine özgü olan megaron tipinden biraz farklı.

ic2
Burada hem bu tapınak ile ilgili, hem de yeni açmadaki yapıların, yolların ve caddelerin karakteristiği ile ilgili hocanın görüşüne başvurmak istiyoruz.
Henüz röportaja başlıyoruz ki, güçlü bir esinti hepimizi toza buluyor. Ağzımız, yüzümüz toz toprak. Bir yandan silkelenip, bir yandan da açıklamaya çalışıyor hoca,“Biz Prehistoryacıların kaderi budur” diyor, “Tozumuz biraz fazla olur. Katlanacağız artık.”
(Devam edecek)

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı