REKLAMI GEÇ

BÜYÜK İSKENDER KALE-İ TAVAS’TA!

29 Ocak 2013 Salı

YOL KÜLTÜRÜ ÜZERİNE KISA MESEL

Yazar Jack Kerouack’ın 1950’li yılların çağdaş Amerikan edebiyatında yer etmiş kült romanı ‘On The Road(Yolda), en çok etkilendiğim eserlerden biridir. Ailesi 1940’lı yılların ikinci büyük savaş yıllarında dağılmaya yüz tutmuş bir kuşağın gençlik yılları ürünü. Kimisinin babası, kimisinin yakın akrabası savaşta ölmüş ya da kaybolmuş, aile bağlarına ait sosyal hayat mefhumundan geriye pek bir şey kalmamış, kendini yollara, başka hayat biçimlerinde alan açmak için uzun ve sonu gelmeyen yolculuklara vuran sorunlu bir kuşağın hikayesi. Diğer adıyla Beat kuşağı edebiyatı. Sonraları aynı edebiyat kuşağında yer alan pek çok yazarın yapıtıyla tanıştım, hikayelerine düşlerimde ortak oldum. İşte o hikayelerin yol imgesi beni de daha ilk gençliğimde derinden etkilemişti. Sonraki yıllarda(ve otuzbeş yıldan fazla devam eden) yolculuklarımı bu etkilenmeye borçluyum. Amerikan gençliğinin yol kültürü, içmek, sevişmek, uyuşturucuyla tanışmak ve her durakta bir hikaye yaratmak için kavgalı, uykusuz, parasız ve arkadaşlık dayanışmasına olan tutkuyla oluşmuştu.O etkilenmenin bendeki evrimi ise, biraz tarihe, biraz doğaya, ama en fazla antik tarihe olan ilgiyle seyretti. Kentlerin bu günkü çirkin yapılaşmasına baktıkça eskiye merakım arttı. Öğrendikçe de hayranlığım. Yol merakımın temelinde yatan gerekçe bu işte. Durduğum her durakta, kapısından girdiğim her eski kentte merakım daha da serpildi, başka yolculukların fırsatlarına kapı araladım. Hala doymadığım, her fırsatta tozunu toprağını terli ensemde taşıya taşıya yürümeyi pek sevdiğim sonu olmayan serseri yolculuklar…

Roma dönemine tarihlenen bronz heykelin büyük sarnıçta ortaya çıkmasıyla, Tabae’nin o güne kadar kazı ekibince rutin olarak devam eden çalışmaları belki de farklı bir heyecan kazandı. Öyle olduğunu sanıyorum çünkü bulunan yalnızca bronz heykel değildi. İlk mermer büst de o dönem ele geçti. Vücudun belden yukarısını koruyan bir başka heykel, farklı bir heykelin Roma tarzı ince işçiliğe sahip bilekten aşağı ayağı ve yine mermerden küçük heykelcikler bulundu.  Epey sayıda toprak heykelciğin yanı sıra, içinde bir kafatası olan iskelet parçaları aynı yılın zengin buluntu koleksiyonuna aittiler.

Sonra bir yazıt. Mermer bir heykelcikten koptuğu anlaşılan kaide üzerinde yer alıyordu. (Bir ara not: tüm arkeologların en çok keyif aldıkları buluntu, üzerinde yazıt yer alan levhalar, kaideler, heykeller ya da belgelerdir. Onlar, tarih bilgisine doğru hipotez geliştirmenin en kolaylaştırıcı araçlarıdır.)

2011 yılı ziyaretimizde kazı evine ek olarak Belediye’nin katkılarıyla yapılan depo- konservasyon odasını yerlere kadar dolduran antik malzemenin içinde geziniyoruz. Kazı Başkanı Bozkurt Ersoy Hoca ele geçen değerli malzemeyi anlatıyor. Her bir heykelin ya da seramik parçanın yanında durup açıklamalarda bulunuyor. Kaidesinde Grekçe olduğunu sandığım yazıtın bulunduğu mermer parçasının önüne geldiğimizde, parçayı göstererek, “bu yazıt” diyor, “Büyük İskender’e ithafen kaideye kazınmış.” İlgi çekici bir bilgi. Hatta Tabae hakkında o güne kadar pek bilgisi ve ilgisi uyanmayanların dahi kulaklarını dikmesine yol açacak kadar dikkate değer bir bilgi.

“Üzerindeki yazılar Grekçe. Anladığımız kadarıyla İskender tarafından ‘Sağlık Tanrı ve Tanrıçasına bir armağan’ ibaresi okunuyor. Alttaki süslü ayaklar üzerindeki kaideye yerleştirilmiş bir heykel olmalı. Olasılıkla diğer parçaları da sarnıçtan çıkar.”

Gördüklerimizle bir anda hiç beklemediğimiz bir Tabae yüzüne rastlıyoruz. Kaç yıldır gidip gördüğümüz kentin derinliklerine inildikçe şaşkınlığımızın daha da artacağını düşünerek, Bozkurt Ersoy hocaya kazı alanında kısa bir gezinti istediğimizi söylüyoruz, hemen kabul ediyor.

SARNIÇTA GEZİNTİ
Hoca ve biz ayrı ayrı ekipler halinde, araçlarla eski kente tırmanıyoruz. Bizi biraz miskin bir bekçi karşılıyor. Merhaba demek için kolunu bile uzatmaktan aciz. Sıcağa veriyoruz. Ağaç gölgesi de olsa bu sıcaklar insanı eylemsiz bırakıyor malum.

İçeri giriyoruz. Yukarıda adını sıkça andığımız Roma sarnıcı önündeki iki ağacın gölgesinde duruyoruz. Soluklanıp, hadi içeri diyoruz. İki bölümden oluşan oldukça derin bir sarnıç. Daha sonra derinlik 7 metrediye bilgi veriyor hoca. Zemin temizliği için toprağı dışarı taşıyan düzeneğin lastik pabuçlarına tutuna tutuna iniyoruz aşağıya. Bir kısmımız da alüminyum merdiveni kullanıyor. Henüz taban temizlenmemiş, ama 2009 yılında ulaşılan ikinci bölmedeki zeminin üçte biri temizlenmiş. Zaten kazı evindeki pek çok yeni buluntu da buradan çıkıyor. Duvarlar Bizans dönemi sıvası diye açıklama yapıyor hoca. Zemindeki pişmiş toprakları gösteriyor, sıva malzemesi de bu pişmiş toprak malzemeden hazırlanıyor diye bilgi veriyor. 400 metrekarecivarında bir alana oturuyor .  Öyle geniş. “Daha pek çok sarnıç var burada” diyor hoca. “Ama bu en geniş ve özellikli olanı. Genellikle silindirik olur sarnıç yapıları, ama bu kare planlı. Bir de bu diğer pek çok sarnıç gibi kayaya oyulmuş değil” diye açıklıyor. İsa’dan önce 160’larda yapılmış olduğunu da sözlerine ekliyor. Tavanlar kemer stili kubbe ile tamamlanmış. Tam ikinci bölümün üzerinden eski yol geçiyor. Uzattığımız mikrofona bu bilgileri özetliyor. Oldukça soğuk. Diyelim bir saat kadar kaldınız, bu yaz sıcağında üşür, üşütürsünüz.

O günün gezisine benzer pek çok gezi gerçekleştirdik sonraları. Sağolsun Bozkurt Hoca, her gidişimizde bize hiç yüksünmeden rehberlik etti. Kazı ekibinde yer alan akademisyenlerden öğrencilere, herkesin yakınlığına tanık olduk. Kazı evinde yemeklerini yedik, çaylarını içtik, fotoğraflarını çekip hatıralarımızı zenginleştirdik. Şimdilerde kazı ekibinden ayrılan Doç. Sedat Bayrakal dahil tüm akademik ekibe, yaşadığımız keyifli ziyaret saatleri için içtenlikle teşekkür ederek devam edelim.

_________________________________________________

_________________________________________________

SON YILIN BEREKETİ
Yaklaşık beş yıldan bu yana takip ettiğim kazı çalışmalarının 2012 yılındaki faaliyetlerine kısmen tanık oldum.

2012 Temmuz ayı başlarıydı. Birkaç günlük Bodrum yolculuğu göründü. Ressam dostumuz Yaşar Çallı’nın Torba’da açacağı resim sergisi açılışına ısrarlı davetini kıramadık. Kız arkadaşım Ayla ile birlikte çıktığımız yolculuğun güzergahı her zamanki gibi Tavas, Kale, Muğla ve Milas yolu oldu. İlk uğrak yerimiz Kızılcabölük’te Başkan Abdülkadir Uslu’nun makamı, ardından Kale’de Tabae kazı eviydi.

Kazı evinin ziyaretçi bereketi yaşadığı alışıldık günlerden biri. İl Kültür Müdürü, Denizli Müze Müdürü, PAÜ’den eski çağ tarihçisi Doç. Dr. Yusuf Kılıç karşılaştığım ziyaretçilerden bazıları. Bir iki saatlik bu ziyaretin yemek faslından sonraki bölümü, yine kazı evi deposunda konservatör Elif Hanımın rehberliğinde geçiyor.

Yeni sikke buluntuları, toprak heykelcikler, zarafet timsali işlemelerle bezenmiş mermer parçacıkları. Her geçen gün ortaya çıkan bu antik malzeme, giderek bambaşka bir Tabae profilinin ön hazırlığını yapıyor adeta. Eski kente ilişkin oluşan algımızı hızla değiştiriyor.

 

TABAE’NİN HOROZU
Bu sütunlarda Tarihin Peşinde için yazmaya başladıktan bir süre sonra, Dr. Şakir Çakmak’ı telefonla aradım. 2012 yılı kazı dönemi için bilgi almak istediğimde bana çok daha iyi bir şey yapabileceğini, fotoğraf ve son yaz kazıları raporunu gönderebileceğini söyledi.

Bir süre sonra elektronik posta ile gelen kazı raporunda geçen yıllara ek olarak yapılan konservasyon çalışmaları dikkate değerdi. Ayrıca temizlik, bakım ve kazılarla yeni kaya yapıları ortaya çıkarılmış, Cevherpaşa hamamı temellerinin üzerine oturduğu kaya sağlamlaştırılıp belli bölümleri jeotekstil ile korumaya alınmış, Tekkeönü Mescidi temelleri konservasyonla ayağa kaldırılmıştı.

Raporda III No’lu sarnıç olarak adlandırılan ve 2009 yılındaki büyük sarnıçla birlikte tespit edilen bölümde çalışmalar yapılmış, iç temizliği esnasında Helenistik ve Roma dönemine ait olduğu varsayılan çok sayıda pişmiş toprak eser ele geçirilmişti. En üst seviyeden itibaren yapılan boşaltma çalışmaları neticesinde, ele geçirilen kullanım kaplarından hareketle yapının Roma döneminde dolduğu düşüncesine varılmıştı.

I No’lu çeşme olarak adlandırılan bölgede yapılan çalışmalarla 19.yüzyıl Osmanlı çeşmesi ayağa kaldırılmış, etrafındaki toprak kaldırılarak restorasyon için hazır hale getirilmişti. Pazaryeri çeşmesi, hamamyolu çeşmesi diğer çalışma alanları olarak raporda yer alıyordu.

Tabae’de, ilk gidişlerimden beri ilgimi çeken kaya yapıları, 2012 yılı çalışmalarında oldukça ilerlemiş görünüyor. Rapordaki bilgilere göre Pazaryeri Camii ile Cevherpaşa Camisi arasındaki vadinin yamaçlarında yer alan kaya yapılarının bir kısmı temizlenmiş durumda. Bu yapıların geç dönemlerde demir atölyesi olarak kullanıldığı kazı heyetince rapor ediliyor.

Ve Pişmiş topraktan bir Horoz! Raporda hangi döneme tarihlendiği zikredilmeyen horoz figürü ve saçları iki yana ayrılarak tepede topuz yapılmış kadın figürü oldukça ayrıntılı birer usta işçilik örneği sergiliyorlar. Laodikeia ve Tripolis’ten sonra Tabae’de de böyle bir horoz figürüne rastlanması, horoz imgesini giderek Denizli arkeolojik alanlarının patenti henüz antik çağda alınmış markasına dönüştürüyor.

ANTİK ÇAĞDAN CUMHURİYETE
İlk gidişimde çektiğim bir fotoğraf var. Tabae’de, güney iç kale yapıları üzerinde yapılan kazı çalışmalarını gezerken rastladığım bir tarihin fotoğrafı. 1954 tarihi harçtan yapılmış bir beton parçası üzerine kazınmıştı. Kentte kesintisiz 2500 yıla yakın devam eden yaşamın tescili gibi duruyordu. O görüntü hiç aklımdan çıkmadı.

Hala Kale üzerinden sahile gidişlerimde durup kentin güney-batısından seyre daldığımda o tarihi hatırlar, eski yaşamların günümüze evriliş sürecini hayal etmeye çalışırım. Hele gün devrilip güneşin ışıkları gölgeleri uzatmaya başladıysa, o mistik hava beni daha fazla sarıyor.

Günün birinde yolunuz bu güzergahtan geçerse ve yaz aylarıysa ve azıcık zamanınız varsa, Tabae’yi öksüz bırakmayın. Yüksekte kendinizi daha özgür ve tarihin ruhuna yakın hissedeceksiniz.

Yorumlar

Yaşar Tok   -  Bağlantı 6 Şubat 2013, 18:48

Bu tür bir girişim için danışabileceğiniz tek kurum,yaşadığınız kentin İl Müze Müdürlüğü’dür. Bunun dışındaki her hangi bir faaliyet yasal olarak mümkün değil. Size bu konu ile ilgili prosedürü açıklıkla anlatacaklarından eminim. Ayrıca yerin altında ya da üstünde olması o zenginliğin değerini değiştirmez. Yeter ki etkili olarak korunabilsin. Sorun devletin zenginliği de değil. Asıl sorun, Anadolu topraklarında yaşamış insan topluluklarının, yine insanlığın tarihsel kültür hazinesine nasıl bir katkı sağladığıdır. O nedenle toprağın altındakiler devletin zenginliğinin ötesinde, yeryüzü insanlığının bir hazinesidir ve öyle kalmasının yararı sayılamayacak kadar çoktur. Sonuç olarak, eğer Denizli de yaşıyorsanız hiç çekinmeden Denizli Müzesine gidip bilgi isteyebilirsiniz, benim bildiğim ve tanıdığım kurum temsilcilerinin tümü size samimiyetle bu konuda açıklayıcı bilgi vereceklerdir.

hakan sertoglu   -  Bağlantı 29 Ocak 2013, 19:55

merhaba kolay gelsin yerin altında bulunan zenginlikleri devlet bulmakla cok iyi yapıyor ben sormak istiyorum devletten izin alıpta nasıl kazı yapabiliriz neden die soruyosanız dünyamızda binlerce kacakcı insanlar var yer altındaki güzellikleri devletimize yardım edip cıkarmak istiyorum devlettende yardım beklemiyorum hakanigo_222@hotmail.com burdan cvp bekliyorum

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı