REKLAMI GEÇ

Turistik hafriyat değil, bilimsel çalışma

14 Ağustos 2013 Çarşamba

denizli-beycesultan-kazi-calismalari-h

Beycesultan üzerine başladığımız yazının ikinci kısmına geçmeden önce kısa bir bölümde Türkiye’de arkeolojik kazılar ve kamu ilişkisi üzerine birkaç gözlem aktarmak istiyoruz. Bu gözlemimiz çok yeni değil. Henüz Denizli kazılarının çoğalmaya başladığı 2006 ve sonrası yıllarda yaptığımız gezilerde elde edilmiş sonuçlar. Bir de çokça medya meraklısı bazı kazı görevlilerinin her bulduğuna “mal bulmuş mağribi” gibi sarılmasıyla ortaya çıkan tuhaf ‘bilimsel’ buluşlarını yerli yersiz paylaşma merakları. Bundan en çok mağdur olan ise yine kazı alanları ve kazı ekipleri oluyor. Hem kendilerine, hem de diğer kazı bölgelerine zarar veriyorlar.

ic3

Bence Beycesultan da bu mağduriyeti yaşayan çevre kazı alanlarından biri. Denizli Valisi Abdülkadir Demir’in son yıllarda kazı bölgelerine eşitleyici ve gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaştığı biliniyor. Dolayısıyla kendilerini tenzih ederek yine de belirtmek gerekiyor, kamunun bakışını pratik bir izdüşümü ile yaşamadığımız sürece ne kalıcı çözümler üretilebilir, ne de istenen verimi kısa zamanda elde etmek olanaklı olabilir.

ic5

KAZI MI? HAFRİYAT MI?
Beycesultan idari makamlar nezdinde hak ettiği ilgiyi görüyor mu? Kişisel niyetlerden bağımsız olarak kentin muazzam tarihsel geçmişi göz önüne alındığında, yapılan değerlendirmeyi ortaya çıkan görsel eserlerin miktarı ve ebadıyla sınırlayan anlayışların, ne kadar sığ ve yetersiz bir algıya dayandığı açıkça görülebilir. Yalnızca Kültür Bakanlığı’nın sağladığı bütçeyle yetinen bir kazının süresi de, verimi de aynı bütçenin elverdiği kadar olacaktır. Dolayısıyla daha farklı katkıların, örneğin İl Özel İdaresi’nin, örneğin bağlı olduğu ilin bu işleri pek sevdiğini her fırsatta dile getiren eşrafının en az resmi makamlar kadar katkıyı görev edinmeleri, beklentilerin daha çabuk gerçekleşmesine fırsat sağlayacaktır.

ic1

Soruna çözüm aramak sadece süreçlere bakıp yargıda bulunmakla olmuyor. Sadece çalışanları izlemekle de çözülmüyor. Tüm arkeolojik ören yerlerindeki beklentilerin temeline yerleştirilen turistik hafriyat anlayışıyla her şeyin bir anda gün yüzüne çıkıp turizm merkezi konumuna gelmesi düşü ile halledilmiyor. Aksine ne kadar turistik hafriyat beklentisi varsa, iş o kadar sarpa sarıyor, anlaşılmaz hale geliyor. Bir takım karşılaştırmalar son yıllarda pek revaçta. “Bizim alanımız, (diyelim ki) Efes’ten daha büyük, bizim çalışmamız filanca yerden daha hızlı, biz şu kadar ay çalışıyoruz, oysa siz 2-3 aylık bir sürede bitiriyorsunuz, biz şunları yaptık, siz ne yaptınız?…” Bunu söyleyenlerin mantığını anlamak gerçekten çok zor. Ya kendi komplekslerini tatmin etmek, bastırmak, ya da yaptığı işe güvensizlikten kaynaklanan ruhsal dışa vurumlar deyip geçmek istemiyorum. Aynı zamanda çalışma rekabetini baş aşağı algılamaktan da kaynaklanıyor olmalı. Bir de üvey evlat muamelesi gören nispeten uzak kazı alanlarının muhtaç olduğu ilgiyi, gerçekleri unutmadan gösterebilsek keşke!

ic12

Ord.Prof.Dr.Mehmet Özdoğan(İ.Ü.Prehistorya Bl.Bşk.)’ın kitabına başlık yaptığı gibi, bu iş gerçekten “Bilimsel Çalışma mı? Toprak Hafriyatı mı?” buna karar vermek gerekiyor. Bilim insanı buna karar vermekte zorlanmayacaktır. Velev ki o bilimsel çalışmanın önüne başka şeyler geçmesin. Ne kamuoyu baskısı, ne idari beklentiler, ne de hatır gönül duyarlığı buna cevaz vermemeli. Yok eğer kerameti kendinden menkul bazılarının dilinden dökülen her sözcüğü peygamber hadisi gibi hayranlıkla dinleyip keramet arayacak olursanız, bu söylediklerimizin anlamı yok. Çünkü siz baştan kaybetmişsiniz anlamına gelir bu.

EŞREF HOCA İLE SÖYLEŞİ
Sabah rüzgarının kaldırdığı tozu üstümüzden silkeleyip kısmen temizlenmeye çalışıyoruz. Epeyce yükselip sıcağını yüklemeye başlayan güneşle birlikte, arkamıza aldığımız yeni çalışma alanı içinde işçiler, öğrenciler ve akademisyenler deyim yerindeyse ‘toprağın altını okumaya’ çalışıyorlar. Hepsi de haftalardır mevsim normalleri üstünde seyreden atmosferin basıncına ve güneşin kavurucu sıcağına direniyor.

ic6

Ovanın orta yerinde yapayalnız bir atlı gibi duruyor Beycesultan. Çivril-Denizli karayolundan gelip geçenlerin çoğunlukla farkında olmadıkları bir yalnızlık anıtı. Tarihin derin zamanlarında başladığı uykusuna bu günlerde son vermeye, yeniden ayaklanıp yola revan olmaya hazırlanan ‘masal’ diyarının sessiz devi.
O devin sırtındayız. Kat kat toprak altından adeta soyularak çıkarılan gövdesinin tam üstünde.

ic7

Aklımıza takılan soruyu ifşa ediyoruz. “Höyüklerde yazıt bulma olanağı var mı? Ne de olsa tarih öncesi yerleşmelerden söz ediyoruz.”

“Elbette var. Hitit yazılı kaynaklarında bu bölge ile ilgili bir sürü yazışma yapıldığını biliyoruz. Bu bölge ile ilgili karşılıklı mektuplaşmaların olduğunu biliyoruz. Bunlar şu ana kadar batı Anadolu’da daha çok Luvi dilinde kaya kabartmalarında ortaya çıkarıldı ama henüz tablet şeklinde yazıt çıkmadı. Ama bu bulunmayacak anlamına gelmiyor. Gerek Hitit ve gerekse Mısırlılarla, buraya ilişkili yazışmaların yapıldığı biliniyor.”

Sıra, üç yıl önce merakımızı çeken ana açmayı sormaya geliyor.
“Burayı iki yıl önce ziyaret ettiğimizde geç tunç çağına ait bir tapınak buldunuz, yerleşim alanı içinde iskeletler, yangın izleri vb. gösterdiniz. Bu alanın o çağdaki özelliği neydi?

ic8

“Bizim 2009 yılında ortaya çıkardığımız bu bölge, Beycesultan’ın şehir olarak en görkemli evresine denk gelen bir zamana ait. Burada bir tapınak ortaya çıkardık. O zamanlar evlerle iç içe tapınakların da yer aldığını biliyoruz. Demek ki şehrin çeşitli yerlerinde bu tür küçük ibadethaneler vardı. Şehir o dönemde büyük bir yangın geçirmiş. Açığa çıkardığımız alanda çeşitli yapılar içinde yanmış insan iskeletlerine rastladık. Neredeyse her mekanda bu tür iskeletler vardı. Birinde küpün içine saklanmış, diğerinde ise buğday ambarına saklanmış vaziyette tespit ettik. Bu durum bize büyük bir yangın olduğu fikrini verdi. Eğer normal bir yangın olsaydı belki bir iki mekanda sıkışıp kalan cesetler bulunurdu. Ama bu derece yoğun ve mekanlara yayılmış olması yangının büyüklüğü hakkında fikir verdi. Bir başka unsur şu, saklanan insanlar dışarı çıkamamış, aksine saklanmış. Demek ki dışarıda da büyük bir tehlike vardı. Bir istila, bir savaş durumu gibi. O dönem bu bölgedeki beylikler kendi aralarında savaşıyorlardı ancak en büyük tehlike Hitit istilasıydı. Zaten bu tarihsel dönemde Hititlerin bu bölgeye seferleri de söz konusu. Kesin olarak Hitit diyemiyoruz ama yangının bir istila sonucu çıkmış olması oldukça yüksek olasılık.”

ic4

“Bu katların altında başka yerleşme katları ortaya çıkabilir mi?”
“Biz somut verilerle konuşuruz. Elde ettiğimiz verilerle tarih yazmaya çalışırız. Buranın altında da başka yerleşme katları var. Çünkü teras tipi açmada, buranın altına giden kısımda daha eski kültür tabakasına ait bulgular ortaya çıkardık. Ayrıca eski Beycesultan kazılarında da zaten Geç Kalkolitik dediğimiz İ.Ö.4500-5000 yıllarına giden yerleşme tabakalarına ulaşılmıştı. Yani Geç Tunç çağdan önce de buralar yerleşim alanıydı.”

ic9

“2009 yılında bulduğunuz tapınağın bir duvarla aynı alanda sınırlandığını düşünüyordunuz. Ancak yeni açmada bu tapınak duvarlarının devam ettiğini tespit ettiniz.”

“Biz tapınağı ilk açtığımızda megaron formda bir yapı olduğunu düşünmüştük. Ancak bu yılın kazılarında o formda bir tapına olmadığını gördük. En azından cella kısmının kare formunda bir odaya daha sahip olduğunu saptadık. Bu yılın çalışmalarında tamamıyla ortaya çıkacak. Bu dönemin tüm tapınakları megaron formlu olduğu için, farklı formda bir tapınak mimarisi bizim için de bir ilk ve yenilik olacak.

ic10
Bu kayıtla birlikte 2011 yılı kazılarının seyrini az buçuk özetliyor hoca. Bundan sonraki çalışma doğrultusu da ortaya çıkıyor. Doğrusu çok yakından ilgilenmeyen biri için belki ilgi çekici görünmeyebilir ancak bu eski şehrin kat kat yerleşmelere sahne olmuş geçmişi, hayal gücümüzü zorladıkça keyfi de ortaya çıkıyor. Eski Saray kalıntısı, Mellart-Lloyd ikilisinin yarmayı andıran açması, Beycesultan türbesi ve hocanın kayıt dışı anlattığı kentin caddeleri, yaşadığı dönemde şehrin nasıl bir canlı hayat örneği olabileceğinin ipuçlarını fazlasıyla veriyor.

ic11

Derken bir küçük mola daha veriyor hoca. ‘Bir depoya ihtiyacımız var. Onun için birileri görüşmeye geldi, onlarla da ilgilenelim. Depo bizim için çok önemli” diyor. Tamam Eşref hoca. Ama bu arada biz arkamıza buraya adını veren Beycesultan türbesini almışken genel bir değerlendirme yapsak nasıl olur? Bizi kırmıyor, hadi yapalım diyor.
“Buraya adını veren türbe İ.S 12.yüzyıla tarihleniyor. Türbede yatan Beyce Sultan, ilk Selçuklu akınları ile bu bölgeye gelen birliklere öncülük yapan alperenlerden bir tanesinin adı. Öldükten sonra buraya gömülmüş, höyüğe de ismini vermiş. Selçuklu döneminde de burada küçük bir yerleşim olduğu anlaşılıyor.
Ama höyük, yüzey araştırmasında elde edilen keramik parçalarından da anlaşıldığı gibi, Geç Kalkolitik dönem(İ.Ö.4500-5000)den itibaren yerleşmelere sahne olmuş. Bu tespit İngiliz Arkeoloji Enstitüsü adına yapılan çalışmalar sonucu saptanıyor. O tarihlerden İ.Ö.1300’lere kadar merkez bir yerleşim olarak varlığını sürdürmüş. 1500’lerde büyük bir başkent olduğu biliniyor. 1200’lerde, yani Demir Çağı olarak adlandırdığımız dönemde ise kent neredeyse terk edilmiş. O yıllarda Avrupa’dan gelen göçler bunda önemli rol oynamış. Karmaşık bir tarih dönemi ve kültür tabakaları da zaten çok belirgin değil. Bu belirsizliğe karşı sanırım küçük çaplı korunmaya müsait yerleşimler oluşmuş olmalı o dönemde. Frigler döneminde küçük bir yerleşim, Roma döneminde yerleşim yok, Bizans döneminde ise yine yoğun bir yerleşime sahne olmuş. Selçuklular ile birlikte ise Bizanslılar tamamen kenti terk etmiş.”
Eşref hoca ile görüşmemiz bu minvalde sürdü. Yazılmasa da olur cinsinden. Değersiz değil elbette. Ama başka şeylere satır düşürmek için keselim burada.
Gelecek bölümde yeni bilgilerle, 2013 yılı görüşmemizdeki izlenim ve gözlemlerle birlikte olalım.
(Devam edecek)

Yorumlar

mustafa akkaya   -  Bağlantı 18 Nisan 2014, 16:29

Tek kelime harika bir çalışma emegi geçenleri tebrik ederim.
ÇALBDER DERNEGİ

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı