REKLAMI GEÇ

12 Eylül Anayasası “Postalların Gölgesinde!”

1 Mart 2017 Çarşamba

Şimdiki Anayasa 1982 askeri darbesi yönetiminde hazırlanıp halkoylamasından sonra yürürlüğe girdi. Yöntem olarak 1961 anayasa hazırlık modeli örnek alındı. Darbeden bir buçuk ay sonra yayınlanan “Anayasa Düzeni Hakkında Kanun”la 1961 Anayasasının geçerli olduğu ilan edildi.¹ Ancak bazı hükümleri iptal edilerek yasama ve yürütme görevi tümüyle 5 kişilik askeri konseye devredildi.

Anayasa yapım süreci ve halkoylamasına kadar geçen sürede izlenen yol neydi, üzerinde daha sonra duralım. Önce esas ilgilendiğimiz boyutuyla, darbeyi ve uzun sürecek sıkıyönetimi hazırlayan etkenler ve son on yıllık toplumsal gelişmeleri genel çerçevede değerlendirelim. Yeni bir darbeyi hazırlayan faktörlere göz atalım, darbenin olağanüstü niteliğinin arka planını anlamaya çalışalım.

1971 DARBESİNDEN SONRAKİ SİYASAL GELİŞMELER

1980 darbesi sonrası yaşanan travmanın etkileriyle birlikte, bir kuşağın belleğinde yol açılan boşlukların hüzünlü eksikliğini dizi yazımızın bu bölümü boyunca fazlasıyla hissettiğimizi belirterek başlayalım.

12 Mart darbe günleri, 1973 seçimleriyle noktalandı. Son Kurultayda seçilen çiçeği burnunda Genel Başkan Bülent Ecevit liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), o seçimlerden %33.3 oy alarak birinci parti çıktı. Sandalye dağılımı tek başına hükümet kurmaya yetmediğinden, 450 sandalyeli mecliste 226 kişilik çoğunluğa ulaşmak için, oy ve vekil sıralamasında üçüncü sıraya yerleşen Milli Selamet Partisi ile koalisyon yaptı. 26 Ocak 1974 tarihinde kurulan koalisyon hükümetinde başbakanlık görevini üstlendi.

BİRİNCİ ECEVİT HÜKÜMETİ

37. Hükümet’in en önemli uygulamalarından biri ABD’nin baskısıyla yasaklanan haşhaş ekimini bazı bölgelerde serbest bırakmasıydı. Bir başka icraatı 12 Mart döneminde tutuklanıp hapse atılmış pek çok insanın yeniden özgürlüğüne kavuşmasını sağlayan bir genel af ilan etmek oldu. 1970 yılındaki büyük devalüasyondan sonra, enflasyonun yükselmesi üzerine sık sık mini devalüasyonlarla paranın değeri bu dönem boyunca da düşmeye devam etti. Bu arada ilk kez 1970’te CHP gençlik kollarının düzenlediği bir forumda kullanılan “demokratik sol” kavramı, 28 Haziran 1974’te toplanan CHP tüzük kurultayında parti tüzüğünün ilkeleri arasına alındı. Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Selamet Partisi ile yapılan o ilk koalisyon hükümetinin son büyük icraatı ise Temmuz 1974’te Kıbrıs’a asker çıkarmasıydı. Yunanistan’ın darbeci albaylar cuntası desteğindeki Kıbrıslı milliyetçilerin örgütü EOKA, Kıbrıs’ın seçimle başa gelen lideri Makarios’a darbe yaptı. Bunu değerlendiren Ecevit’in başında olduğu hükûmet askerî müdahale kararı aldı. 20 Temmuz 1974’te başlayan Kıbrıs’a asker çıkarma harekatını, 14 Ağustos’taki ikinci müdahale izledi.

Koalisyon hükümetinin tarafları bir yılını doldurmadan, 17 Kasım 1974 tarihinde koalisyonu bozarak hükümete son verdi.

BİRİNCİ MİLLİYETÇİ CEPHE DÖNEMİ

1974 Kasım’ından 1975 Mart’ına kadar Sadi Irmak başbakanlığında geçici bir hükümet kuruldu. Ardından 31 Mart 1974 tarihinde Süleyman Demirel’in başbakanlığında, Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisi tarafından 1.Milliyetçi Cephe koalisyonu kuruldu. Hükümet 1977 seçimlerine kadar iktidarda kaldı. Türkiye toplumunun hala yaşamakta olduğu çatışmalar, suikastlar ve Gladio türü, o zamanki adıyla kontrgerilla tipi devletle ilişkili uluslararası yapılanmalardan kamuoyu o dönem haberdar oldu. Bülent Ecevit bu konuda 1977 yılında yaptığı açıklamada, daha 1974 yılında kurduğu 37. Hükümet işbaşındayken kontrgerilladan bilgisi olduğunu açıkladı. 1 Mayıs 1977 tarihinde, Taksim Meydanında, yaklaşık bir milyon insanın katıldığı İşçi Bayramı mitinginde 34 kişinin katledilmesinin sorumlusu olarak Kontrgerillayı işaret etti. Aynı on yılın en önemli siyasi liderlerinden Süleyman Demirel, çok sonraları, 2007 yılı Şubat ayında Aksiyon Dergisi’ne verdiği bir röportajda Kontrgerilla konusunu 1970’li yılların başından itibaren bildiğini kabul etti. 12 Eylül Darbesinin lideri Kenan Evren ise 2010 yılında yaptığı bir röportajda Demirel’in o yıllarda Kontrgerillayı kullandığını dolaylı olarak ifşa eden bir açıklama yaptı.²

Kısaca özetlediğimiz 1970’li yılların ilk yarısı, asıl olarak Türkiye toplumunun 12 Mart 1971 darbe dönemi sarsıntılarını atlatıp yaralarını sarmaya çalışırken, bir yandan da ülke ekonomisinde yaşanmakta olan krize karşı devalüasyonu da içeren çeşitli siyasi ve mali önlemlerin alındığı dönemdi. KİT(Kamu İktisadi Teşebbüsleri) satışları, bir daha gündemden inmeyecek biçimde ilk defa bu tarihlerde tartışılmaya başlanmıştı. Bütçe açığını kapatmak için başvurulan devlete ait mal varlığını özelleştirme girişiminin ilk örneği değildi ama bunun sistematik ve sürekli hale getirecek olan tarihin başlangıcıydı. Artık bu dönemden sonra hangi siyasi parti iktidar olursa olsun, hazine kaynakları iç ve dış borçlar konusunda yetersiz kaldığında ilk akla gelen KİT satışları olmuş, ilgili tartışmalar devleti yönetenlerin vazgeçilmez güncel sorunu olagelmişti. KİT satışlarının gerekçesi kamuoyuna verimsizlik, üretimsizlik, rantabl olmayan işletme, kadro şişkinliği vb. olarak sunulsa da, bu doğru değildi. Çoğu zaman olduğu gibi, devlet yatırımları bürokrasinin denetimsiz kıskacından kurtulamadığı için hantallaşmıştı. Yeni teknolojik yatırımlar konusunda duyarsızlık sürgit vardı. Teknoloji yenilemesine önem verilmemişti. Üretim kalitesi ve pazarlaması iç piyasanın taleplerini aşamamış, yeni pazar olanakları hedefine yönelmemişti.

12 EYLÜLE DOĞRU TÜRKİYE

O yıllar merkezi olarak her açıdan devlet kontrolünün yitirilmiş olduğu yıllardı. Sokak çatışmaları aynı dönemde çığırından çıktı, üniversitelerde öğrenci olayları arttı, ücret artışı ve sosyal güvence talebiyle başvurulan işçi grevlerine karşı işverenler lokavt kararları aldılar. Siyasal belirsizlik, devlet destekli faşist çeteleşme ve faili ‘meçhul’ toplu katliamlar artış gösterdi. Ekonomide süreklilik kazanan krizlerin baskısı ile yoksulluk düzeyi giderek arttı. Göç ve işsizlik sorunları kentlerde yoğunlaşırken genel toplumsal hoşnutsuzluk o yıllara damgasını vurdu. Gençlik hareketleri olarak sığlaştırılması siyasal erk sahiplerinin işine gelen başkaldırı ve protestolar, ilk o yıllarda toplumun tüm hücrelerini etkileyen ve kışkırtan bir nitelik kazandı. Gençlik, işçiler, köylüler, diğer emek kesimleri ve tüm yoksullar taleplerini sokağa taşıdılar. Saldırganlığı günden güne katliamlara dönüşen dönemin iktidar güçleri, bir yandan polis gücünü kullanmaktan çekinmezken, diğer yandan orduyu sıkıyönetim ve askeri darbeye davet ettiler. Aslında tüm bunlar 1975-80 arası yönetim kifayetsizliklerinin yanı sıra, dizginlenemez eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barışçıl yaşam taleplerine karşı siyasal tahammülsüzlüğün eseri olageldi.

O yılların yarattığı travma neredeyse kuşaklar boyu devam edecek izler bıraktı. Hükümetler kurulamadı, kurulan hükümetler basiretli yönetim gösterecek yetki ve yetenekten uzak kaldı. Çünkü çoğunlukla pazarlıklar üzerine oturan koalisyon hükümetleriydi. Birinci Ecevit Hükümeti (CHP-MSP koalisyonu 1974), Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti (AP-MSP-MHP-CGP koalisyonu 1975-1977), İkinci Ecevit Hükümeti (azınlık Hükümeti 1977), İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti(AP-MSP-MHP koalisyonu 1979-1980), Üçüncü Ecevit Hükümeti (Güneş Motel transferleriyle 1978-79) ve Demirel’in son azınlık Hükümeti; hepsi de bu sürecin ortak siyasi sorumlusuydular.

Uluslararası siyasetin, soğuk savaş dönemi etkisiyle emperyalist tekellerce finanse edilip sahnelenen komploların, darbe girişimlerinin ve istihbarat örgütlerinin insafına terk edildiği bir dönemdi. Diğer yandan, küresel ekonomik konjonktürün köklü değişim sancılarının en fazla hissedildiği yıllardı.

EKONOMİK GELİŞMELERİN SİYASAL SÜRECE ETKİSİ

Dünya petrol bunalımı olarak uluslararası literatüre geçen 1976 küresel krizi, on yılın başından beri istikrarsızlığını sürdüren ülke ekonomisini adeta içinden çıkılmaz kıldı. Merkez kapitalist ülkelerde Keynesçi iktisat olarak bilinen devletçi sisteme uygun korumacı iktisadi politikalar terk edilmeye başlandı. Yerine Amerikalı iktisat bilimcisi Milton Freidman’ın önermesi olan, kısaca ‘Freidmancı para politikaları’ olarak ünlenen ranta dayalı liberal iktisat politikaları ikame edilmeye başlandı. Güçlü bir liberalizm rüzgarı merkez kapitalist ülkeleri kontrolüne aldı. Ekonomisi bağımlı olan Türkiye’de istikrarsızlık sanayiden tarıma tüm Anadolu’yu kökten etkilemeye başladı. Hoşnutsuzluk giderek arttı, toplumsal muhalefet yükseldi. Kentlerde ivme kazanan muhalefet hareketi, işçi sınıfının örgütlü mevzilerinden başlayarak kırlara doğru yayılma gösterdi. Karadeniz’de, Ege’de, Marmara’da kırsal kesim insanı ilk kez meydanlara çıktı, yollara döküldü.
İşte bu koşullarda 1977 seçimleri yapıldı. Seçimlere aynı yıl yaşanan 1 Mayıs katliamının gölgesinde gidildi. O gün Taksim Meydanı hala failleri bulunup yargılanmamış olan ve 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliama sahne oldu. Tarihe bir kez daha “Kara Pazar” olarak geçen o günden beş-altı hafta sonra (5 Haziran 1977) yapılan genel seçimlerde, Türkiye’nin tüm demokratik ve sol güçlerinin desteğini kazanan Bülent Ecevit bir kez daha seçim başarısı elde etti. Ancak yine tek başına meclis çoğunluğunu sağlayamadı. Seçimden sonra kurduğu azınlık hükümetinin güvenoyu alamaması üzerine hemen istifa etti.

1978 yılı başında Güneş Motel Olayı olarak siyasi tarihin kara sayfalarında yerini alan milletvekili transferlerinden sonra üçüncü Ecevit Hükümeti kuruldu. Yoklukların, kıtlıkların had safhaya ulaştığı, çalışma yaşamında artan emekçi grevlerinin işverenlerin lokavt kararlarıyla içinden çıkılmaz bir düğüme dönüştüğü, kentlerin ekonomik ve sosyal dengesini sağlayan hinterlandın felç olduğu, temel gıda maddeleri için kuyrukların hızla uzadığı zamanlar, Hükümet üyesi bakanların yolsuzluklarının ayyuka çıktığı yıllar…

1978 Kasım ayına kadar devam eden hükümet, o tarihten sonra yerini Süleyman Demirel’in Başbakan olarak görev aldığı, adı Türkiye yakın siyasi tarihine “2. Milliyetçi Cephe”(2.MC) olarak geçen, MHP, MSP ve AP koalisyon hükümetine bıraktı.

İkinci MC’den sonra kurulan Demirel azınlık Hükümeti asıl olarak ekonomide bir tür miladın gelişi oldu. 24 Ocak 1980 kararları ile 1976 petrol bunalımı sonrası zorunlu biçimde uygulamaya giren iktisat politikaları, ülkenin, devletin ve toplumun sonraki yıllarını belirleyen süreci başlattı. O güne değin kör topal giden devletçi iktisat politikaları tümüyle terk edildi. Utangaç biçimde süren KİT tartışmaları daha yüksek sesle dillendirildi ve satışları daha açık yapılmaya başlandı. Tarımda, sanayide ve ticarette sürdürülen korumacı politikalardan uzaklaşıldı. Serbest piyasa uğruna, kısmen devam eden ithal ikameci sisteme son verildi.

Tüm bunlar, 12 Eylül 1980 sabaha karşı Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri’nin, kuvvet komutanları tarafından oluşturulan Milli Güvenlik Kurulu’nun başında olduğu 3.askeri darbeye kadar devam etti.

Darbeyle topyekun değişen ülke profili, bir daha eski haline dönme fırsatı bulamadı.

12 EYLÜL 1980 DARBESİ

12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye toplumunun geri dönülmez köklü değişikliklere maruz bırakıldığı çok önemli bir milat oldu.

Türkiye’de, Cumhuriyet döneminde, çok partili sisteme geçildiği 1950’lerden sonra istisnasız her 10 yılda bir askeri darbeye tanık olundu. 12 Eylül 1980 darbesi, 1960 yılından beri 3. askeri darbeydi.

Her darbe, öncekini aratmayan sistematik baskı politikalarıyla egemenliğini ve varlığını sürdürdü. Tümü de özgürlükleri ve hakları hedef aldı.

1960 askeri darbesi sonrası hazırlanıp yürürlüğe giren 1961 Anayasasındaki çalışma yasalarının içerdiği kısmi özgürlükler hariç, hepsi de toplumsal sınıflar arasındaki çatışma ve eşitsizlikleri dengelemek yerine, toplumsal ve ekonomik rasyonalizasyon adına uçurumun korunmasını sağladı.

Öncekilerden farklı olarak 1980 darbesinin ilk hedefi siyasi parti ve örgütler oldu. Tüm siyasi partiler kapatıldı. Önderleri hapse atıldı. Yasal ne kadar sivil demokratik kitle ve mesleki kitle örgütü varsa hepsinin kapısına kilit vuruldu, faaliyetleri yasaklandı veya askıya alındı.

Gençlik öncelikli siyasi hedef oldu. Özellikle üniversitelerde örgütlenmiş demokrat-sol gençlik düşman ilan edildi. Hapishaneler, gözaltılar ve işkenceler günlük rutin uygulamaya dönüştü.

Gözaltında kayıplar ilk kez bu dönemde ayyuka çıktı.³ Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanlı ile başlayan idamlar, Erdal Eren gibi henüz çocuk yaştaki gençlerin idam sehpalarında asılmasına kadar vardı.

Mahkemeler askeri yöntemlerle idare edildi, talimatlarla verilen kararlar, beş kişilik cunta ekibinin onayıyla yürürlüğe girdi.

Sürgünler, yurtdışına ilticalar, aydınların-entelektüellerin tutuklanması günlük olağan vakıaya dönüştü.

12 EYLÜL EKONOMİSİ VE 24 OCAK KARARLARI

Toplumsal dramatizasyonun boyutları bu anlatılanlarla sınırlı değildi elbette. Ne ki, çok daha önemli bir süreç, darbe öncesi başlamıştı. Adalet Partisi ve Süleyman Demirel azınlık Hükümetinin, başına Devlet Planlama Teşkilatının o tarihteki müsteşarı Turgut Özal’ı getirdiği 24 Ocak 1980 ekonomik kararları, 12 Eylül darbeci generalleri tarafından kesin olarak ve tavizsiz biçimde hayata geçti. Kararlar gerçekte Evren-Özal işbirliğinin sonucu olarak uygulandı.

Bu konuda, ekonomist Mustafa Sönmez’in yaptığı analizde görüleceği üzere, “24 Ocak 1980, kendinden önceki 30 yıla ait sermaye birikimi rejiminin tıkanması sonucu, inşa edilen yeni birikim rejiminin adı. Tıkanma, aslında dünya kapitalizminin tümüne ait ve onu aşmak için bulunan ‘neoliberalizm’ seçeneği de ‘küresel’. İç pazara dayalı, devlet kontrollü Keynesçi birikimin ömrünü doldurması üzerine, icat edilen küreselleşmeci, özelleştirmeci, piyasacı neoliberal birikim rejimi, kendisine uygun dünya işbölümleri, yeni emek-sermaye güç dengesi, hâkim sermayeler arası güç değişimleri ile inşa edildi… 24 Ocak’ın mimarı Özal-Evren ikilisi. Aralarında bir devamlılık var…”⁴

12 Eylül darbesinin ürünü olarak hala geçerli olan Anayasa, 1982 yılında askeri vesayet altında göstermelik bir halkoyu ile onaylandı. Yasa koyucular, darbeden önceki hükümetin Başbakanı olan Süleyman Demirel’in deyimiyle, Türkiye toplumuna fazla gelen 1960 Anayasasındaki kısmi özgürlükleri budadı. Yerine 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının öngördüğü neoliberal sisteme uygun siyasal yapılanma için hukuki çerçeve geçirildi.

Seçimlerde dar çevre sistemi aynı dönemin ürünü oldu. İşçi hakları azami ölçüde kısıtlandı. Sendikal haklar, iş yasaları askıya alınıp yeniden düzenlendi. Grev hakkı göstermelik bir yasa maddesi olarak kaldı. İşçi hakları ve örgütlülüğü neredeyse yok edildi.

1982 Anayasa referandumundan sonra ilk seçimler 1983’te yapıldı. Önceki dönem siyaset yapmış olan parti liderleri ve etkili politikacıların tümüne 5-10 yıl arası siyaset yapma yasağı getirildi. Bu şartlarda yapılan seçimlerden, 24 Ocak kararlarının mimarı olarak bilinen Turgut Özal’ın Anavatan Partisi(ANAP), darbecilerin nazlı muhalefetine rağmen birinci parti olarak çıkmayı başardı. İlk hükümet Aralık 1983’te kuruldu, İlk yerel seçim Mart 1984 tarihinde yapıldı.

12 EYLÜL DARBESİNİN NİTELİĞİ

12 Eylül darbecileri yönetime el koydukları gün, amaçlarını yayınladıkları 1 nolu bildiriyle açıkladılar. “Girişilen Harekatın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, Devletin otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.”⁵

Bildiriyle duyurulan amaç ve hedeflerin hamaset boyutu bir yana, asıl güncel sorunlarla ilgisi her zaman tartışmalı oldu. Bildiride “Parlamento ve Hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir” diyordu.

Aynı gün yayınlanan 7 nolu bildiriyle siyasi partilerden sonra ilk yasaklanan sendikal faaliyetlerdi. “1. Siyasi parti faaliyetleri yasaklanmıştır. Parti bina ve tesisleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca emniyet ve kontrol altına alınacaktır. 2. Kamu düzeni ve genel asayiş gereği olarak DİSK, MİSK ve bunlara bağlı sendikaların faaliyetleri durdurulmuştur. Bu kuruluşların yöneticileri Türk Silahlı Kuvvetlerinin güvencesi(gözaltı demek istiyor) altına alınmıştır. 3. Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay hariç diğer bütün derneklerin faaliyetleri durdurulmuştur. 4. Bu hafta sonu yapılacak bütün spor faaliyetleri yasaklanmıştır. Durum ve şartlara göre sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca spor faaliyetlerine bilahare izin verilecektir. 5) Bankaların faaliyetleri ikinci bir emre kadar durdurulmuştur. Güvenlikleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca sağlanacaktır.”

12 Eylül günü saat 13.00’de Türkiye Radyo ve televizyon Kurumu, Kenan Evren’in darbe konseyi adına yaptığı uzun bir açıklamayı verir. Bu açıklama, darbenin nedenlerini ayrıntılarıyla açıklar. Tamamıyla devlet hakimiyeti vurgusu üzerine kurgulanmış bir konuşmadır. O konuşma ki sonradan hazırlanacak Anayasanın hangi siyasi temellere dayanacağı, hak ve özgürlükler, kişi hürriyeti, çalışma yaşamı, kişi dokunulmazlığı, ekonomik hedefler gibi temel anayasal ilkeler konusunda adeta bir çerçeve çizer. Nitekim iki yıl sonra ‘Aldıkaçtı Anayasası’ olarak ortaya çıkan metin, neredeyse o konuşmanın maddeler halinde açılımıdır.⁶

ANAYASANIN HAZIRLANMASI

Anayasa için Kurucu bir meclis oluşturulur. Bu meclis iki kanatlıdır. Bir tarafta çoğu emekli askerin içinde yer aldığı 160 kişilik ‘sivil’ danışma meclisi, diğer yanda beş kişiden oluşan darbeci Milli Güvenlik Konseyi(MGK). Danışma meclisinin belirlenmesi de bir tür ‘emir-komuta zinciriyle’ olmuştur. 160 kişiden 40 tanesi doğrudan MGK tarafından atanmış, kalanı her ilin valisinin tespit ve teklif ettiği adaylar arasından MGK tarafından seçilmiştir. Zira son söz MGK’nındır.

28 Haziran’da kuruluş tamamlandı, Ekim 1981’de Danışma meclisi üyelerinden bir Anayasa Komisyonu oluşturuldu. Komisyon tam bir yıl sonra, Temmuz 1982’de Anayasa taslağını Meclise sundu. Bir buçuk aylık görüşmelerden sonra taslağı kabul ederek MGK’ya gönderdi ve MGK 7 Kasım 1982 Pazar günü Halkoylaması kararı aldı. Tartışma ve şaibe içeren halkoylaması sonucu Anayasa %91.3 gibi olağanüstü bir evet oyu ile kabul edildi.⁷

1961 VE 1982 ANAYASALARI KARŞILAŞTIRMASI

Anayasa Hukuku Profesörü Ergun Özbudun’un tespitleriyle iki anayasanın yapım süreçleri pek çok açıdan birbirine benzemektedir. Bir kere her iki anayasa da askeri müdahale sonucu hazırlanmıştır. Her ikisini de Danışma Meclisi ya da kurucu meclis türü darbe komitelerinin oluruyla seçilmiş meclisler hazırlamıştır. Her iki meclis sivil ve serbest seçimle işbaşı yapmamıştır. Danışma niteliğinden dolayı hükümet ve bakanlar kurulu üzerinde tasarruf yetkisi yoktur.

Farklarına gelince, 1961 Anayasasının hazırlığında siyasi partiler yer alır. Çünkü kapatılmamışlardır. Oysa 1980 darbesi tüm siyasi partileri yasaklamış, yönetim kadrosunu sürgünde gözaltına almış, siyasi faaliyetleri toptan yasaklamıştır. O nedenle 1982 Danışma Meclisine katılım koşullarından biri de hiçbir siyasi partiye üye olmamaktır. Ayrıca, 1961 Anayasasının halkoylamasında kabul edilmemesi durumunda ne olacağı önceden belirtilmiştir. Danışma Meclisi yeni bir anayasa hazırlayacaktır. Ama bu 1982’de açıkça belirtilmemiştir. Darbeciler Anayasayı halkoylamasında geçireceklerinden o kadar emindir. 1961 Anayasasında siyasi partiler kamuoyunda etkin bir rol oynamışlar, ama 1982’de bu olmamıştır. Çünkü siyasi partiler dağıtılıp kapatılmıştır. 1961 Anayasası Halkoyuyla kabul edildikten sonra Cumhurbaşkanı, hükümet ve diğer organların seçimi anayasanın öngördüğü biçimde yapılır. 1982’de ise Halkoylaması, aynı zamanda Cumhurbaşkanını da seçmek için değerlendirilmiş, Kenan Evren Anayasanın aldığı halkoyu yüzdesi oranıyla Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir.⁸

ANAYASANIN NİTELİKLERİ

“1982 Anayasası Neden Yenilenmelidir?” Soruyu soran İbrahim Ö. Kaboğlu, yanıtı yine kendisi veriyor: “Çünkü 1982 Anayasası olağanüstü ortam ve koşullarda, üstelik askeri yönetim altında, Türkiye toplumunun varlığını hep aynı ortamda sürdüreceği zihniyetiyle hazırlandı. Ne var ki yürürlüğe girişinin üzerinden sadece beş yıl geçtikten sonra değiştirilmeye başlandı ve 20 yıl boyunca sürekli gözden geçirildi… hazırlama sürecine damgasını vuran otoriter zihniyet… silinemedi.”⁹

1982 Anayasası  Prof. Dr. Kemal Gözler’e göre oldukça katı bir anayasadır. Güçlü bir yürütme öngörmüş ve daha az katılımcı bir modeli benimsemiştir.¹⁰

Mümtaz Soysal Hoca ise güçlü devlet imgesinin 1982 anayasasını nitelediğini belirtiyor. Bunun için “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, milli egemenliğin korunması, Cumhuriyetin korunması, milli güvenliğin korunması, kamu düzeninin korunması, genel asayişin korunması, kamu yararının korunması, genel ahlakın korunması, genel sağlığın korunması” gibi nedenleri “temel hak ve özgürlükler için geçerli sınırlama nedenleri” olarak sıralıyor.¹¹

YENİ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE DOĞRU

Yeni Anayasa değişikliği için geri sayım başladı. Nisan 2017 tarihli halkoylaması ile bu değişikliklerin kabul edilip edilmeyeceği belli olacak. Ancak, şimdiye kadar bu konuda yapılan değişikliklerin yaraya merhem olmadığı aşikar. Zaten o nedenle bu değişikliklere ihtiyaç duyulmuyor mu? Ancak sorun neden değiştirileceğinden çok, yapılacak değişikliklerin niteliği ile ilgili. Bu konuda, bizim yazı dizimizden önce Av. Zafer Gönenç’in hazırladığı yeni Anayasa değişiklik taslağını karşılaştırmalı olarak bu sayfalarda okumuştuk. Buradan anlaşılan oydu ki, yapılan ve halkın önüne getirilen biçimiyle yeni düzenleme, sadece yönetim yapısının esaslarında değişiklikler yapıyor, bu haliyle toplumsal ilerlemenin kaldıracı olmak ya da daha uzun vadeli bir gelişmenin önünü açmak kaygısından oldukça uzak bir içeriğe sahip görünüyor.

Hepsinden önemlisi Anayasa hukukçularının neredeyse topluca karşı çıktıkları devlet başkanlığı sisteminin önünü açıyor. Tek kişinin elinde toplanması öngörülen yetkilerin ileriye dönük sonuçlarının neler olabileceğine ilişkin varsayımlar ise rahatsız edici olmanın da ötesine taşıyor.

Şimdi bir sınırdayız. Yeni anayasa düzenlemesi kabul edilecek mi, yoksa ret mi edilecek?

Biz referandumun beklendiği bu günlerde son olarak şu saptamayla satılara nokta koyalım.

Şimdiki Anayasa değişikliğinin ortamı, Osmanlı’dan günümüze uzanan tarihi serüveni içinde diğer anayasalarla aynı kaderi paylaşıyor. Hepsi de olağanüstü bir dönemin ürünüydüler, şimdiki de aynı olağanüstü hal durumundan nasiplenerek hazırlanmış durumda. Toplumsal gelişmeyi değil, muhafaza etmeyi önceleyen daha katı bir devlet yapısının önünü açıyor. Başka türden söylemek gerekirse, kolayca kişisel diktatörlüğe dönüşebilecek ince bir çizgide seyrediyor.

Oysa ihtiyacımız olan şey bu değil. Daha çok özgürlük, daha çok hak, daha çok insani ve toplusal değerler içeren, evrensel demokrasinin yolunu açan, bireyi devletin altına değil üstüne yerleştiren, onun mutluluk ve refahını diğer her şeyin önüne koyan bir yurttaşlık anayasası!

Böyle bir Anayasa neden bu kadar zor?

BİTTİ…

 

KAYNAKLAR-NOTLAR
¹ “Anayasa Düzeni Hakkında Kanun” 28 Ekim 1980 tarih ve 17145 sayılı Resmi Gazete.
² “Demirel bana Özel Harp Dairesi’ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini… Vaktiyle bu teşkilatın böyle kullanıldığını, söyledi…” E. Akbay’ın Kenan Evren Röportajı, 07.08.2010 tarihli Sözcü gazetesi
³ Cumartesi Anneleri olarak hala devam eden sivil inisiyatif içinde, evlatlarını ya da ebeveynlerini yitirmiş olanlar direnişlerini sürdürüyor.
Mustafa Sönmez, www.mustafasonmez.net İlgili alıntı: 24 Ocak: Neoliberal ‘Yık-Yap’ta 32 Yıl, 25 Ocak 2013
⁵ 12 Eylül ‘Milli Güvenlik Konseyinin’ 1 numaralı sıkıyönetim bildirisi.
⁶ Bu konuşmanın tam metnine muhtelif kaynaklardan ulaşılabilir. Benim ulaştığım kaynak: http://cfg.org.au/e-kitap/kitaplik/evren-80-12eylul.pdf
Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Basın Yayın, Bursa 2008
Ergun Özbudun, Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı, Bilgi Yay, Ank. 1993
İbrahim Ö. Kaboğlu, 1982 Anayasası, İmge yay, Ank. 2010
¹⁰ Kemal Gözler, age.
¹¹ Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasa, Gerçek Yay. İst. 1987

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı