REKLAMI GEÇ

1961 Anayasasına Doğru-2 İlk Askeri Darbe İlk Referandum

28 Şubat 2017 Salı

Türkiye’de 27 Mayıs 1960 sabahı ordu yönetime el koydu, Hükümet lağvedildi, askerlerden oluşan bir komite yönetimi devraldı.

37 yıllık Cumhuriyet tarihinin gördüğü ilk askeri darbeydi. O güne değin askerlerin ağırlığını hissettirdiği dönemler olmuştu. Ancak bu ya ulusal düzeyde gelişen olaylar ya da savaş gibi uluslararası olaylara ilişkin savunma veya müdahaleydi.

Oysa bu kez doğrudan seçimle iş başına gelmiş olan hükümeti devirmişti. Kabineyi dağıtmış, Hükümet üyelerini derdest etmişti. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanları Yassıada’da yargılamak üzere gözetim altına almıştı.

İktidardan düşürülme yolu demokratik değildi. Hatta 20. Yüzyıl demokrasi geleneklerinin askıya alındığı, yerine dikta yöntemlerinin ikame edildiği, doğrudan askeri bir darbeydi.

DEMOKRAT PARTİ DEMOKRAT MIYDI?

Peki, Demokrat Parti iktidarı ne kadar demokratik bir yönetim olabilmişti?

Yakın tarih araştırmacılarının şimdi bile üzerinde görüş birliğine varamadıkları bir başka olgu, geçen on yıl boyunca Menderes Hükümetinin daha ilk iktidar yıllarında demokratik yoldan sapıp sağmadığı tartışmasıydı.

Kategorik bir izlekten takip edecek olursak, Demokrat Parti üç dönem boyunca demokratik yolla seçilmiş ve iktidar olmuştu. Mecliste her dönem tek başına kabine kuracak ve güvenoyu alacak çoğunluğu elde etmişti. Türkiyeli seçmenin çok önemli bir bölümü kendisine oy veriyordu. 1950 yılındaki ilk seçim dahil Anadolu’nun taşra kentlerinde sarsılmaz bir gücü vardı. Büyük kentlerde orta sınıflar, muhafazakar güçler, tek parti iktidarından uzaklaşan kentli burjuvazi ve yeni türeyen uluslararası sermaye temsilcileri hep onun safındaydı. Yapılan seçimlerin sonuçları bu durumu teyit ediyordu.

1950 seçimlerinde Demokrat Parti oyların % 55.2’sini alarak mecliste 416 sandalye elde etmişti. 1954 seçimlerinde %57.61 oy oranıyla 503 sandalye kazanmıştı. 1957 seçimlerinde düşüş gösterse de, %47.87 oy oranıyla 484 milletvekili sayısına ulaşmıştı. Tüm bu rakamlar Cumhuriyet tarihinin çok partili seçimlerinde bir daha asla hiçbir siyasi partinin ulaşabileceği sayılar olmadı. Temsil niteliği açısından bakarsak Demokrat Parti demokratik yollarla iktidara gelmiş bir partiydi. Çoğunluğu temsil ediyordu, neredeyse bir tür mutabakat iktidarıydı.

Ancak, bu madalyonun bir yüzü! Aslı soru, Demokrat Partinin iktidar yılları boyunca demokrat kalıp kalmadığı sorusu. Ya da ne kadar demokratik bir yönetim organı olabildiği sorusu!

DEMOKRAT PARTİ ANTİ-DEMOKRATİK YÖNETİM

Demokratik yöntemlerle iktidara gelmiş olmak, her zaman demokratik bir yönetim tarzı izleneceğinin garantisi olmuyor ne yazık ki. Sonraları çokça rastladığımız örnekler, bu sorunun Türkiye siyasal yönetimlerinin temel açmazlarından bir olduğunu gösteriyor. 1970’li yıllardan başlayarak 2000 yıllarının iktidarlarına kadar tümünün bu sorundan muzdarip olduğunu söylemek abartı olmaz. Bunun ilk örneği Demokrat Partinin 10 yıl süren hükümetler dönemidir.

Önceki bölümlerde değindiğimiz konuları yeniden ele almanın gereği yok. DP hükümetlerinin izledikleri siyasetin, bir tür tek parti dönemi yadsıması üzerine geliştiğini belirtelim. Ancak bu yadsıma, anayasal bir inkar ya da reddiye üzerinde gelişmiyor. Yani 1924 Anayasasının tadil edilmesi, değiştirilmesi gibi güncel tartışmalar yok. DP’nin de, CHP’nin de böyle bir talebi olmuyor.

Konuyla ilgili olarak Bülent Tanör, “Çok partili yaşama geçilirken iktidar ve muhalefet çevrelerinin gündeminde bir anayasa sorunu yoktu. Çoğunluk yönetimini alabildiğine kolaylaştıran anayasadan iktidar partilerinin şikayetçi olmaları zaten beklenemezdi. Nitekim 1945-50 arasında CHP, 1950-60 arasında da DP Anayasa ile barışıktılar. Yeni anayasa arayışları ancak muhalefet günlerinde ve 1954’ten sonra başlayacaktır. Ama çok partililiğe geçişte yalnız iktidar değil, muhalefet de(DP), eldeki anayasa ile demokrasinin gerçekleştirilebileceği inancındaydı”¹ diyor.

HÜKÜMETLER VE ANAYASAL PRAGMATİZM

Bu görüşten yola çıkarak ilk yazılarımızda vardığımız sonuca bir kez daha değinebiliriz. Türkiye’de yapılan anayasalar tümüyle konjonktür anayasaları olmuştu. Bir durumu muhafaza etmek üzerine inşa edilmiş düzenlemelerdi. Mevcut gelişme seyrinin ihtiyaçlarına uygun olarak düzenlenmişti. Hükümetlerin kendi iktidar olanaklarını geniş tutmak ve korumak açısından tüm faydayı sağlamaya sonuna kadar açık düzenlemelerdi.

DP iktidarı döneminde geçerli olan 1924 Anayasasıdır. Bu Anayasa Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni devleti inşa etmeyi hedefleyen bir metin olduğundan, dönemin iktidarının manevra ve yönetim olanaklarını geniş tutmuştu. Demokratik ölçüler sığ, önemsiz ve yetersizdi. Aslolan devletin kurucu partisi olarak CHP iktidarının Cumhuriyeti ve yasalarını koruma ve yerleştirmesiydi. Günü geldiğinde aynı imkanlardan başka iktidarların da faydalanabileceği öngörülmüş müydü, bilinmez. Ama 1950’deki siyasi değişiklikten sonra soyut olarak iktidara verilen bu geniş olanaklar DP iktidarı için de aynı imkanları yaratıyordu. Muhalefeti baskı altına alabiliyor, devlet organlarını keyfi biçimde kullanabiliyor, yargısal süreçleri kendi lehine gevşeten bir yol izleyebiliyordu. Bu nedenle Anayasa üzerine yapılacak tartışmaların iktidar açısından yararlı olabilecek herhangi bir tarafı bulunmamaktaydı. İnönü’nün bu işin daha ilk çok partili seçime giderken, 1945 yılında farkına vardığı açık. “İnönü’nün 19 Mayıs 1945 söyleviyle, 1924 Anayasası tartışması gündeme girivermişti… Özellikle temel hak ve özgürlükler ile yargı bağımsızlığı ve denetimi konusundaki eksiklikler ilerisi için kuşku yaratıyordu.”² İnönü yanılmamıştı. Henüz on yıl geçmeden öngördüğü sonuçlar ortaya çıkmış, DP iktidarı döneminde bizzat pratik olarak(1959’da Uşak’ta taşlanması olayı) bazı hadiseler yaşamıştı.

1961 ASKERİ DARBESİ

“Medeniyetler Çatışması” adlı çalışmasıyla 20 yüzyılın son çeyreğine damga Samuel P. Huntington, modern dünyanın geçirdiği demokratikleşme dalgasını üç evreye ayırır.³ Bu şemaya göre Türkiye ikinci dalga içinde yer alır.

Bu şematik ve kısmen yüzeysel bakış açısını referans kabul edersek, anti demokratik dalganın da İkinci Dünya savaşından sonra, 1950 ortalarından 1960’lar boyunca devam eden bir süreç olduğunu söylemek mümkün olmalı. 27 Mayıs 1960 darbesini de bu dalga içinde görmek gerekir.

“Bu gelişmelerin sonunda ülkede siyasal ve sosyal bir kriz yaşanmıştır. İstanbul ve Ankara’da meydana gelen olaylar ülkede kardeş kavgasının çıkmakta olduğu izlenimini vermiştir. Diğer sebeplerin de etkisi ile ordu içerisinden bir grup subay 27 Mayıs 1960’da darbe gerçekleştirmiştir.”⁴

“Harekatın amacının kardeş kavgasını önlemek ve adil seçimlere gitmek olduğu açıklanmıştı. Ancak bu girişimin çok daha geniş kapsamlı hedefleri olduğu açıktı. Bunlar, askeri müdahale öncesinin iki temel talebi olan ‘hürriyet ve demokrasi sözcükleriyle özetlenebilir.”⁵

CHP Darbe taraftarı bir tutum takınır.⁶ Başka görüşlere göre, ordu 1950’nin rövanşını almıştır. Bu arada CHP’nin karşı olması durumunda bir darbe gerçekleşebilir miydi? Bu soru yıllardır siyaset bilimcileri ve Cumhuriyet dönemi tarihçileri tarafından tartışılmakta. Hala yanıtı tam olarak verilmiş bir soru olmadığını belirtelim.

Ordu adına iktidarı tasfiye den Milli Birlik Komitesiydi. 38 kişilik komitenin ilk işi orduyu ayıklamak oldu. 235 general dahil 4000’i aşkın subay emekli edildi. Tasfiye edilenler, ordu müdahalesine karşı çıkan ya da DP yanlısı askerlerdi. Aynı tasfiye Üniversitelere uygulandı. 147 öğretim üyesi üniversiteden uzaklaştırıldı.⁷ Giderek darbe kendi evlatlarının başını yemeye başladı. (Alpaslan Türkeş ve bir grup Milli Birlik Komitesi-14’ler grubu-üyesinin tasfiyesi hatırlansın.)

27 MAYISÇILAR VE CHP

Darbeci Komite siyaset kurumundan ne ölçüde uzak kalabildi? Bunun net olarak ortaya konulması zor. Ancak, dönemin CHP’si ve ordu arasında zımni bir işbirliği olabileceği sır değil. Yard.Doç.Dr. Abdülvahap Akıncı, “Türkiye’de Darbe Geleneği” ön başlıklı makalesinde, “CHP açık bir şekilde darbeyi destekliyor ve onun nimetlerinden faydalanmaya çalışıyordu. 1959’da CHP 14. Büyük Kurultayı’nda kabul edilen “İlk Hedefler Beyannamesi”nde talep edilenlerin, darbe sonrasında cunta tarafından yerine getirildiği görülmektedir”⁸ diyor. Sözü edilen taleplerin neler olduğunu ise Tevfik Çavdar, “Anayasa mahkemesi, planlama teşkilatı, çift meclis, özgür basın, özerk üniversite, özerk radyo, yargı güvencesi”⁹ olarak sıralıyor. Prof.Dr. Heper, bu görüşe pek katılmaz. Ona göre Türk ordusu darbelerden sonra da tarafsızlığını devam ettirmiştir.¹⁰

1961 ANAYASASI KISA SERÜVENİ

1924 Anayasası üzerinde durmuştuk. Hangi olağanüstü koşullarda hazırlandığını özetlemiş, sonuç olarak olağanüstü bir dönemin, olağanüstü bir metni olarak yorumlamıştık. Sonraki iki on yıl boyunca devam eden tek parti hakimiyetindeki Cumhuriyet kurma serüveni, bu olguyu doğrulayan bir dizi gelişmeyi yansıtıyordu. Şimdi bir başka olağanüstü dönem, bu kez kesintisiz olarak tam 56 yıl sürecekti. Önü alınamaz darbeler dönemine girilmekteydi. Darbe girişimleri, teşebbüsler ve komplolar, her durumda “olağanüstü hal” ilan edilmesi kolaycılığının önünü açıyordu. Bu kolaylık ise en çok her defasında asker ve sivil bürokrasinin işbirliği ile anayasa değiştirme girişimiyle sonuçlanacaktı. Tıpkı şimdi referanduma giden anayasa değişikliğinin hazırlandığı koşullar gibi!

1961 Anayasası ile ilgili ayrıntılara girmeyelim. Dedik ya, bu hukukçuların işi. Ancak kabaca göz atmaktan geri kalmayalım.

Mümtaz Soysal, “1961 Anayasası… daha önceki bütün Türk Anayasalarına oranla hayli uzun bir metindi… Bu uzunluk… bütün sorunlarının yeni bir anayasa ile çözüleceğine inanan bir toplum, bütün sorunlarının cevabını da anayasada görmek” istemesinden kaynaklanmaktaydı görüşünü ileri sürüyor.¹¹ Bu görüşü haklı kılan başka bir neden, yapılan anayasanın bir tür ‘tepki anayasası’ şeklinde değerlendirilmesi olabilir. İki yönlü bir tepkiydi bu; bir yandan 1924 Anayasasının demokratik yönetim dışına çıkabilecek iktidarlara imkan veren eksikliklerine duyulan tepki, diğer yandan 1950-60 arasında yaşanan siyasal gelişmelere gösterilen tepki…

ANAYASAL ÖZGÜRLÜKLER

Anayasal hak ve özgürlükler konusunda önce Prof. Dr. Kemal Gözler’in görüşlerine yer verelim. Gözler, 1924 Anayasasında devletin temel nitelikleri olarak sayılan “cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık” ilkelerinin 1960 Anayasasında epey değişiklik geçirdiğini belirtiyor. 1961 Anayasasının, bu altı ilkeden halkçılığı, devletçiliği ve inkılapçılığı kabul etmediğini, Milliyetçilik ilkesini ise ‘milli devlet’ olarak değiştirdiğini açıklıyor. Ayrıca, “insan haklarına dayanan devlet”, “demokratik devlet”, “hukuk devleti” gibi yeni temel ilkeleri anayasal nitelikler olarak maddeleştirdiğini belirtiyor.¹²

Anayasa temel hak ve özgürlükler konusunda genel hükümler, kişi hakları ve ödevleri, sosyal ve iktisadi haklar ve ödevleri, siyasi haklar ve ödevlerini bölümler halinde sınıflar. 1924 Anayasasına göre oldukça geniş bir yurttaş temel hak ve ödevlerini sisteme bağlar.¹³

EGEMENLİĞİN ÇOKLU TEMSİLİ

1961 Anayasasını 1924’ten ayıran en temel ilkelerden biri, Meclis’in yegane üstünlüğüne son vermesi ve yetkiyi bölüştürmesi olarak görülür. Meclis ikiye bölünür. Seçilmişler dışında bir de senato meclisi vardır, bu kurumun üyeleri sadece seçimle değil, farklı usullerle ve atamayla senato üyesi olurlar. Bir bölümü için bu üyelik ömür boyu geçerlidir. İkinci ve en önemli değişiklik, Anayasa Mahkemesinin kurulmasıdır. Buna göre Cumhurbaşkanı dahil tüm seçilmiş meclis vekilleri, egemenliği yargı üyelerinin seçtiği Anayasa Mahkemesi ile paylaşırlar. “Meclis üstünlüğüne dayalı bir meclis anlayışı yerine, meclisteki çoğunluk iradesinin, meclis dışındaki başka organlarla dengelendirildiği değişik bir demokrasi anlayışı gelmektedir.”¹⁴

İLK HALKOYLAMASI ZAYIF MUTABAKAT

1961 Anayasası, Kurucu meclis tarafından 27 Mayıs 1961 tarihinde kabul edilerek 9 temmuz 1961 tarihinde halkoyuna sunuldu. Bu Türkiye’de Cumhuriyet sonrası yapılan ilk halk oylamasıydı. Oylamaya %80 civarında katılım oldu. Sonuçta yeni Anayasa %61.7 evet oyuyla yürürlüğe girdi.

Birkaç ay sonra genel seçimler yapıldı, %36.75 oy alan CHP, tek başına güvenoyu alacak yeter sayıya ulaşamadığı için Adalet Partisi ile koalisyon kurdu.

Çoğu Anayasa Hukuku uzmanı bu halkoylaması sonuçlarıyla ortaya çıkan tablonun “zayıf mutabakat” olduğunu yazıyor. En azından üçte iki gibi bir seçmen çoğunluğunun oyunu almış olsaydı, Anayasa meşruiyet açısından daha güçlü bir zemine sahip olurdu diye görüş belirtirler.

MENDERES, ZORLU VE POLATKAN’IN İDAMI

27 Mayıs darbecileri DP’yi ve liderlerini özel bir mahkeme yoluyla yargıladı. Yüksek Adalet Divanı adını verdikleri özel mahkeme 10 aya varan yargılama sonunda 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapse mahkûm edilmesine karar verdi. Diğer sanıkların yargılanması değişen oranlarda hapis ve beraat kararlarıyla sonuçlandı.

İdam kararları Uluslararası tepkilere neden oldu, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İran, Pakistan gibi ülkeler Milli Birlik Komitesi’ne çağrıda bulundular. Komite Celâl Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celâl Bayar’ın cezası ömür boyu hapse çevrildi.

Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 günü sabaha karşı, Adnan Menderes ise ertesi günü öğle saatlerinde idam edildiler.

Buraya kadar kısmen ayrıntılı devam eden kronolojiyi ara başlıklar altında 1980 Askeri darbesine kadar kısa özetler halinde vermeye çalışalım.

TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ(TİP) VE SOSYALİSTLER

1960’lar dünya ölçeğinde yeni bir demokrasi dalgasının yaşandığı yıllar oldu. Batıda 1960’lı yılların başında canlanan ve ’68 gençlik hareketleri’ olarak özetlenen gelişmeler, neredeyse eş zamanlı olarak Türkiye’de de baş gösterdi.

1961 Anayasasının temel aldığı hak ve özgürlüklerin en önemli sonuçlarından biri, Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması oldu. TİP Meclise 1965 seçimlerinde aldığı %3 oy ve 15 milletvekili ile girdi. Ceza yasalarındaki pek çok antidemokratik maddenin iptali için davalar açtı. Meclis oturumlarında dinamik bir görüntü sergiledi. Bütçe görüşmelerinde halkçı bir politika savundu. Bağımsızlıkçı bir tutumla Nato, Cento türü askeri ve IMF, Dünya Bankası gibi mali organların ülke ekonomisi ve ordusu üzerindeki dolaylı vesayetine karşı çıktı.

Sosyalistler ilk kez 1960’lı yılların başında özgür ve legal platformlarda örgütlenme imkanı buldular. Çok parçalı ve farklı siyasal amaçlar etrafında bir araya gelmiş gruplar görüntüsüne karşın, ana damarını Fikir Kulüpleri Federasyon ve daha sonra Dev-Genç örgütünün oluşturduğu bir mecra gelişti. Gençlik mücadelesi genel olarak bağımsızlık, demokrasi, eşitlik, özgürlük, emek gibi temel demokratik değerler üzerine yoğunlaştı.

1965 genel seçimlerinde tek başına iktidar olan Süleyman Demirel hükümeti, eski Demokrat Partinin mirasına sahip çıkıyordu. Hükümetin izlediği siyasal politikalar bu minvalde gelişti. Gençliğe karşı polis ve ordu güçleri kullanıldı. Özgür Taylan’ın katledilmesi, kanlı Pazar olayları, MİT’in rol oynadığı kışkırtmalar, sonradan ortaya çıkan kontr-gerilla faaliyetleri bu dönemin sonunu getirdi ve 12 Mart 1971 sabahı Türkiye ikinci kez askeri darbeye maruz kaldı.

Bu on yıl içinde yer yer lokal darbe girişimlerine rastlandıysa da başarılı olamadılar. Dolayısıyla anayasal değişim tartışmaları bağlamında etkisi olmadı.

12 MART 1971 ASKERİ DARBESİ

12 Mart darbecilerinin ilk işi tüm yurtta sıkıyönetim uygulamak oldu. Beraberinde hükümet istifaya zorlandı. Başbakan Süleyman Demirel, o günlerin deyimiyle ‘şapkasını aldı gitti.’ Meclis ve siyasi partiler kapatılmadı. Partiler arası mutabakatla tarafsız bir başbakanla ‘teknokrat hükümet’ olarak ünlenen darbe güdümlü hükümetler kuruldu.

Toplumsal olaylara karşı ise 12 Mart askeri darbesi, 1960 darbesinden farklı bir yol izledi. İlk aylarda tıpkı 1960 darbecileri gibi ‘demokratik’ bir retorikle dillendirdikleri darbe gerekçesi, kısa süre sonra uygulamada tam tersine döndü. Ordu mensupları dahil olmak üzere ilerici, demokrat, halkçı, toplumcu, aydın; kim varsa peşine düştü, kovuşturmaya, işkence tezgahlarına aldı, hapishanelere koydu.¹⁵

Ordu da, Ünye-Fatsa arasında, Kızıldere’de, 10 kişi bir samanlıkta adeta kurşuna dizildi. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan alelacele yapılan yargılama sonunda idama mahkum edildiler. Hiçbir zaman ölümlü olaya karışmamış olan bu üç gençlik önderinin 6 Mayıs 1972 gece yarısı idam sehpasında ‘cezaları’ infaz edildi.

Sonraları bizzat Süleyman Demirel, eski AP ve MHP liderleri tarafından sıkça itiraf edildiği gibi, o gün tam on bir yıl önce, 1961 Eylülünde önceki darbenin idam ettiği Menderes, Zorlu ve Polatkanların öcü alınmış oldu. Türkiye’de gerçekleşen askeri darbeler böylece, kanlı ve insan ölüleri üzerine basarak yürüme geleneğini 27 Mayıs’ta başlattı, 12 Mart’ta sürdürdü, 12 Eylül darbesiyle zirveye taşıdı.

12 MART ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Türkiye siyasal literatürüne kısaca “ara rejim” adıyla giren darbe yönetimi Ekim 1973’te yapılan seçimlere kadar iki buçuk yıl sürdü. AP Genel Başkanı ve dönemin sabık Başbakanı Demirel’in sıkça telaffuz ettiği ‘bu anayasa bol geliyor’ sözü, 12 Mart darbecilerinin adeta düsturu oldu.

Anayasada yapılan değişikliklerle; Yürütme organı güçlendirildi. Hükümetlere Cumhurbaşkanının onayı ile Kanun Hükmünde kararname çıkarma yetkisi verildi. Askeri Yüksek İdari Mahkemesi ile ordu mensuplarının idari işlem ve eylemleri Danıştay denetiminden muaf tutuldu. Temel hak ve özgürlükler budandı. Anayasa Mahkemesine iptal davası açma koşulları ağırlaştırıldı, böylece sınırlama getirildi. Cumhurbaşkanlığı daha da güçlendirildi, Yargı denetimi dışına çıkarıldı. Hem sivil, hem askeri hakimlerin ortak görev aldıkları, sivillleri yargılama hakkı tartışmalı olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu. TRT özerklik alanı daraltıldı, hükümetin kontrol etme olanakları çoğaldı. Üniversiteler özerk kurumsal hakları iyice tırpanlandı. Türkiye Öğretmenler Sendikası kapatıldı, yeniden kurulması önlenerek memura sendika kurma hakkı yasaklandı. Devleti güçsüz kılıp zayıf düşürdüğü en yetkili ağızlardan defalarca zikredilen 1961 Anayasası, böylece devlet otoritesinin yitirilen özgürlükler pahasına güçlendirilmesiyle sonuçlandı.

DEVAM EDECEK

 

KAYNAKLAR-NOTLAR

¹ Bülent Tanör, Osmanlı Türk Anayasal gelişmeleri, YKY, İst. 2017
² Bülent Tanör, age.
³ Samule P. Huntington, Üçüncü Dalga, Çev. Ergun Özbudun, Kıta Yay, Ank. 2007
⁴ Abdülvahap Akıncı, Eskişehir Osmangazi Ünv. İİBF Dergisi, Nisan 2014
⁵ Bülent Tanör, age.
⁶ İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Can Yayınları, İstanbul, 1992
⁷ Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 2, İmge Kitabevi Yay. Ank. 2013
⁸ Abdülvahap Akıncı, age
⁹ Tevfik Çavdar, age
¹⁰ Metin Heper, Türkiye’de Devlet, Demokrasi Geleneği ve Silahlı Kuvvetler, Dış Politika Enstitüsü, Ank. 1998 Aktaran A. Akıncı, age.)
¹¹ Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasa, Gerçek Yay. İst. 1986
¹² Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Basın Yayın, Bursa 2008
¹³ Bülent Tanör, age.
¹⁴ Mümtaz Soysal, age.
¹⁵ 12 Mart işkence tezgahları ve hapishaneleri ile idam hükümleri konusunda İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Halit Çelenk, M. Ali Aybar, Mihri Belli ve daha pek çok yazarın yapıtına, dönemin gerçek bir panoramasını görebilmek için başvurulabilir.

Yorumlar

sadettin gordes   -  Bağlantı 9 Mayıs 2017, 22:56

türkiyenin anayasa geçmişini hatırlatma çalışmanızdan dolayı kutluyorum çok çabuk unutuyor toplum günü birlik çıkar peşinde koşmaktan

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı