REKLAMI GEÇ

Türkiye Anayasalarının Kaderi!

22 Şubat 2017 Çarşamba

Yeni bir Anayasa değişikliği oylaması için geri sayım başladı.

Bu değişiklik önerisinin halk oylaması ile yürürlüğe girip girmeyeceğine biz karar vereceğiz. Eğer olumlu bir sonuç çıkar ve Anayasal değişiklik önerileri kabul edilirse, önümüzdeki aylardan itibaren bambaşka bir ülke olacağız. Sanırım bizler de bambaşka Anayasal bireylere dönüşeceğiz. Haklarımız, ödevlerimiz, alanlarımız, kamusal niteliğimiz epeyce değişime uğrayacak.

Bu güne değin, doksan küsur yıllık Cumhuriyet döneminde 4 ayrı anayasa gördük. Sayısız değişikliğe tanık olduk. Sadece 1982 Anayasasının 2010 yılında yapılan referandum değişikliği dahil 28 yılda dokuz ayrı değişiklik geçirdiğini biliyor muydunuz? Şimdiki referandumla onuncu değişikliğini yaşayacak. 1921, 24 ve 1961 Anayasaları üzerinde yapılan değişiklikleri saymıyoruz daha.

Tüm ülke Anayasa referandumuna endekslenmiş durumda. Özellikle medyanın merkezinde yer aldığı tartışma ve fikri çatışmalar bu ortamın tuzu biberi. Hal böyleyken, biz de kenarda duramazdık. Geçen hafta Avukat Zafer Gönenç tarafından ele alınan son Anayasa değişiklik önerilerini başka bir boyutta okumaya ve yazmaya çalıştık. Osmanlı dönemi dahil Türkiye’de hazırlanıp yürürlüğe girmiş tüm anayasaların ortaya çıktığı tarihi toplumsal dönemleri konu edindik. Eski ve şimdiki anayasalara arasında hem hazırlanış, hem de hazırlanışına zemin oluşturan koşullar üzerine tarihi benzerliklerden yola çıkarak arka plan araştırmasına giriştik.

Gördük ki, Türkiye’de Anayasalar hiçbir zaman normal dönemlerde birer özgürlük ve gelişme aracı olarak gündeme gelmemişler. Başlığımıza konu olduğu gibi hep olağanüstü dönemlerin ürünü olagelmişler. İngiltere ve Fransa’da klasik olarak gördüğümüz gibi dönemi aşıp toplumu geliştirmeyi değil, statükoyu korumayı, mevcudun bekasını öngörmüşler.

Biz birkaç gün boyunca işin tarih kısmına, orada ortaya çıkan başka örneklere bakarak, tozdan dumandan ortalığın görünmediği ‘referandum tartışmaları’ sürecine farklı bir bakışla katkı sağlamaya çalışacağız. Umarız ilgili okurumuz ve ‘seçmenin’ ilgi çemberinde kalmaya devam ederiz.

I

Dünyanın ilk anayasal diktatörü kimdir?

Bu soruya hukukçuların pek çoğu yanıt verebilir. İlk anayasayı yapan, ilk imparatorluğu kuran, ilk imparatore ünvanın alan Gaius Julius Caesar Octavianus, ya da müfredat tarih kitaplarındaki adıyla Roma İmparatoru Augustus.

Augustus dönemini kısaca özetleyelim. Çünkü günümüzde kurulan pek çok anayasal devlet biçiminin tarihsel kaynakları konusunda en sistematik yönetim organını kuran o. Kurduğu imparatorluğun başında 60 yıla yakın kaldı.

İktidarı boyunca hükümranlığını pekiştirecek pek çok ülkeyi istila etti, sayısız savaşa girdi, yaptığı yasal düzenlemelerle pek çok ülke ve toplumun sonraki yüzyıllarında etkileri sürecek derin izler bıraktı.

Bu izlerin ve etkilerin neredeyse tümü, üzerinde yaşadığımız topraklarda, özellikle Anadolu’nun batısında yaşayan halkların yaşantısında yüzlerce yıl devam etti.

II

Peki Augustus bu iktidar sürekliliğini nasıl sağladı?

Augustus Roma İmparatorluk yasalarının tümünü ülkeyi ve bağlı topraklarını tek başına yönetmeye uygun biçimde yeniden düzenledi.

Yürürlükteki Roma Cumhuriyeti Anayasasını değiştirdi.

Otoritesinin çiğnenmesine izin veren her tür geleneği reddetti.

Kendisini imperium proconsulare maius, yani ‘bütün yönetici ve yönetim organlarının üzerindeki tek güç’ olarak ilan etti.

Meclisi istediği zaman toplama, alınan meclis ya da toplantı kararlarını veto etme, seçimlere başkanlık yapma, yapılacak tüm toplantılarda ilk konuşan olma hakkını ele aldı. Beraberinde halkın durumunu denetleme, kanunların halkın ihtiyaçlarına uygun olup olmadığına karar verme, nüfus sayımı ve meclis üyeliklerini belirleme yetkilerini elinde topladı.

Kendisine verilen ‘tek adamlık’ unvanlarını korumak için yakın çevresine, özellikle eski askerlere, muvazzaf ve emekli subaylara hediyeler dağıtarak onların bağlılığını sürekli kılmaya çalıştı.

İnanç ve ibadet temsilini kendi uhdesinde topladı. Başrahibin ölmesini fırsat olarak değerlendirip kendini antik Roma dinsel inancının en önemli pozisyonu olan Pontifex Maximus olarak ilan etti. Yani tüm inananların, inancın ve din adamlarının başı! Giderek önce tanrının tek elçisi, devamında İmparator tanrı oldu. Öyle ki, öldüğünde Roma panteonuna mensup tanrıların arasına katıldığı ilan edildi.

Onun döneminde başka ülke işgallerinden elde edilen ganimet ve yağma gelirleriyle finansal kaynaklar nispi olarak genişledi. Yeni yollar inşa edildi, ulaşım ağına yeni yollar eklenmesi ve mevcut yolların yapımı için gerekli finansmanın, Augustus tarafından  kamu hazinesine geri bağışlandığı reklamı halkı etkilemek için kullanıldı.

Roma ordusu dışında çoğunluğu başka ülkelerden devşirilmiş, Roma halkıyla ilgisi olmayan kendi özel güvenlik güçlerini oluşturdu. Kurduğu muhafızlar ordusu meclis üyelerine gözdağı verirdi. Neredeyse yeni bir imparator atayacak veya tahttan indirecek kadar güçlüydüler!

Roma’da sadece seçkinler, İmparator çevresi, rütbeli askerler, parası olanlar, toprak sahipleri vs. halktan sayılıyordu. Yasalar ponlar için yapılırdı. haklar ve özgürlükler sadece onlar için geçerliydi. Günümüz hukuk kurallarının temeli işte bu dönemin Roma hukukudur. O nedenle bir seçkinler hukuku olan “Roma Hukuk”unu sevmem.

III

Yasalar söz konusu olduğunda insan uygarlığının kurallar belirleme geleneği bu kadar yeni değil. Düzenlenen kuralları toplumların ortak yaşam ya da yerleşik yaşam diyebileceğimiz topluluk dönemlerine kadar uzatmak mümkün.

Modern dünyanın kullandığı yasaların ilk örnekleri antik çağlarda şekilleniyor. Bu şekillenme daha çok devlet olgusunun kamusal yönetim organı olarak hakimiyetini sağlamaya dönük kurallar bütünü olmuş. Eski Yunan filozoflarının adalet ve kamusal özgürlük alanlarını tarif edişleri, devlet örgütlenmesinin yarattığı sorunlara çözüm arayışından olsa gerek.

Ayrıcalıklı yönetici sınıfın devlet yönetimini ve yönetim organını belirleyen normları, belki de halkın çıkarları yerine kendi çıkarlarını ikame etmelerine gösterilen bir tür felsefik başkaldırıydı! Ne var ki onlar da ikircikli ve kararsız yönetim modelini aşan önermeler konusunda mükemmel değildiler.

Platon’un ideal devlet ütopyasında adalet sağlama yetkisini “Bekçiler devleti”ne vermesi, kuramın sorunlu yönetim organı anlayışının tipik örneği olarak görülebilir. Yine de Platon’un ütopyasında ‘erdem’ toplumu oluşturduğu varsayılan üç kategoriye (işçiler-çiftçiler-zanaatkarlar; bekçiler; yönetici elit) paylaştırılır. Bu tür adalet fikrini öngören aynı ütopyanın sonraki yüzyıllarda özellikle doğu felsefesinde çığır açtığını söylemekle yetinelim şimdilik.*

IV

Biz orta yaş kuşaklar ömrümüze üç ayrı anayasa sığdırdık. Dördüncüsü yolda. Eğer referandum değişiklik lehine sonuçlanırsa dördüncü anayasa da ömrümüzün bu son dönemini törpüleyip geçecek. Hangi toplumlarda bu hızda anayasal değişiklik yapılmıştır bilmiyorum. Ancak kendimizden biliyorum ki, hiçbir anayasal yenilenme kendi döneminde toplumsal gelişmenin ivmesi olamadı, Türkiye halkının özgür ve demokratik bir sistem içinde mutlu-müreffeh yaşama olanaklarının önünü açmadı. Neden?

Bu soruya yanıt verebilmek için Osmanlı’nın son yüz yılı başından bu yana hazırlanmış anayasalardan başlayarak günümüze uzanan toplumsal gelişmeleri anlamak en az Antik Yunan ve Roma hukukunu anlamak kadar önemli. Referanduma taşınan son anayasa değişikliğinin içeriğini kavramak, bu tarihin nasıl seyrettiğini bilmekten geçiyor. Anayasa yapma ya da yenileme ihtiyacı duyulan her durakta söz konusu ihtiyacı hangi siyasal gelişmelerin nedenlediğini okumaktan geçiyor. Bu nedenlerin oluşmasında hangi güçlerin rol oynadığına bakmaktan geçiyor.

V

Konuya merakım arttıkça elime ne geçerse okuyup hatmetmeye çalışıyorum. Bana asır gibi uzak gelen zamanlardaki okumalarımı hatırlayıp güncellemek amacıyla yeni kaynaklara ulaşmak için kitapçıları tavaf ediyorum.

Doğru dürüst kaynak bulmak zor! Çok değil, 10 yıl önceye kadar kocaman kitabevleri açıp her konuda değerli kaynakçalar için bölümler oluşturan kitapçılardan eser kalmadı kentte. Direnenler de arka sokaklarda mevzi alıp ayakta durma uğraşı veriyorken, az okunur ‘iyi’ kitapların raflarda yer bulmasını beklemek biraz saflık olur. O nedenle, kitapçıdan olmadı, eşten dosttan, o da olmadı internetten siparişlerle açığı kapatmaya çalışıyorum.

İlgili okumalarım ve merak silsilemle gördüm ki, Türkiye’de yapılan hiçbir anayasa doğal toplumsal gelişmenin sonucu olan ihtiyaçlar nedeniyle yürürlüğe girmemiş. Aksine tümü iktidarı elinde tutan yönetici zümrenin siyasal tahakkümünün devamını sağlama amacıyla düzenlenmiş. 1808 tarihli Sened-i İttifak’tan günümüze hep böyle olagelmiş. Bu tespite 1924 ve 1961 Anayasaları da dahil.

VI

Birkaç gün devam edecek olan yazı dizisi boyunca Anayasaların Türkiye’de, Osmanlı’dan başlayarak nasıl ortaya çıktığı ve hangi hukuki temellere dayanarak hazırlandığını izlemeye çalışacağız. Yapmaya çalıştığımız şey bir Anayasalar incelemesi değil. Hukuki anlamda teknik ayrıntılara boğulmuş birtakım çözümlemeler de değil. Bunu yapmak Hukukçuların işi! Geçtiğimiz hafta bu türden bir incelemeyi, referanduma götürülen son Anayasa değişikliğinden yola çıkarak Avukat Zafer Gönenç’in çalışmasında denizlihaber.com sayfalarında okumuştuk. Gönenç, evrensel hukuk normlarından yola çıkarak yaptığı değerlendirmelerde, sadece bilgilendirici değil, ufuk açıcı saptamalarda bulunmuştu. Onun yazdıkları üzerine teknik olarak başka ne söylenebilir bilmem ama söylenecek şeyler kaldıysa o da hukuk insanlarının yapabileceği ve yerine getirmesi gereken bir ödev.

Biz konuyu ele alırken, Gönenç’in dizi yazısında öne sürülen Anayasal değişiklik sonuçlarının aslında birden bire ortaya çıkmadığını savunuyoruz. Yönetici zümrenin arzu ve isteklerini karşılamayı, onları hukuki bir zırhla korunmayı amaç edinen basit düzeydeki algılayışın ötesinde olduğuna açıklık getirmeye çalışıyoruz. Türkiye toplumsal gelişmelerini farklı bir sistematikten tarihselci bakışla yorumluyoruz. Tarihin izini sürerek Anayasal süreçleri bir tür ‘kader’ olarak etiketleyen olağandışı süreçlere vurgu yapıyoruz. Özetle, Anayasa metinlerini ortaya çıkaran tarihi-dönemsel özellikleri satır başlarıyla hatırlama ve hatırlatmaya çalışıyoruz. Böylece yeni değişikliklerle önümüze gelen Anayasa metni ile toplumsal yapının gelecekteki reorganizasyonunda nelerin hedeflenmekte olduğu ve nasıl bir değişim dönemine gireceğimizin ipuçlarını yakalamayı amaçlıyoruz.

VII

Türkiye’de Anayasaların kaderi gerçek anlamda olağanüstü hal ürünü olmaktı. 1876’dan başlayarak yürürlüğe giren tüm Anayasa metinleri, hiçbir zaman doğal bir toplumsal gelişmenin seyriyle ortaya çıkan ihtiyaca karşılık düşecek temel metinler olarak hazırlanmadı demiştik, özetleyelim:

Tam 110 yıl önce, 1808’de biraz dayatma, biraz da kendinden 600 yıl önce yazılmış Magna Carta esintisiyle hazırlanan Sened-i İttifak, Osmanlı “devlet vükelası(padişah ve çevresi, sadrazam, mebuslar vs.) içinde ve taşra memalik hanedanları(bölgesel toprak derebeyleri) arasında ortaya çıkan bencillik ve çekişmeyi”¹ ortadan kaldırmayı amaçlayan bir ittifak metniydi.

1876 Anayasası bir padişahın ‘intiharı’ üzerine hazırlandı, hazırlayanların başını yedi. Mithat Paşa’nın Kanun-u Esasi’yi hazırladıktan birkaç ay sonra başlayıp geri kalan ömrünce süren saray muamelesi ve Taif sürgününde boğdurulması kişisel bir sadrazam kaderi değil, Anayasaların Türkiye yolculuğundaki kaderini çizen yolun başlangıcı sayılmalı.

Otuz yıl rafa kalkan o ilk Anayasa yeniden yürürlüğe girdiğinde bu kez 1908 Meşrutiyet rejiminin giderek keyfileşecek yönetim biçiminin kalkanına dönüştü. Geçen on beş yıl boyunca ne İttihat Terakki, ne de önderleri Talat, Enver ve Cemal Paşaların kifayetsizliklerine merhem olmadı.

1921 Anayasası, işgalcilere karşı süren savaşın henüz sona erip küllenmediği bir dönemde, eski toplumun değerleriyle ciddi biçimde hesaplaşmadan ama başka bir yolun kapısını aralamak amacıyla bir tür ‘geçiş dönemi Anayasası’ olarak hazırlanıp yürürlüğe sokuldu. O nedenle üç yıl sonra ilan edilen yeni Anayasa ile rafa kalktı.

1924 Anayasası çok farklı uluslararası ilişkilerin etkisiyle hazırlandı, Yeni bir toplum kurmayı öngören, doğal olarak demokratik olmaktan uzak ama devrimci olmaya kısmen özenen, öngördüğü ‘batıcı modern devletin inşası’ için kurucu metin niteliğiyle pek çok demokratik kurumsallığı amacı gereği feda eden bir Anayasa oldu. “1924 Anayasası, temel hak ve özgürlüklere fazla önem vermemiştir.”²

1961 Anayasası şimdiki orta yaş kuşağın ilk gençlik çağında ‘kısmi özgürlükleriyle’ geçerliğini sürdürdü ancak ömrü vefa etmedi. Talihsizliği, Cumhuriyet yönetiminde gerçekleşen ilk askeri darbenin Anayasası olmaktı. Zaten ilk on yılı sonunda ciddi demokratik kayıplara uğradı, ikinci on yılının sonunda iptal edildi. Türkiye anayasaları arasında en özgürlükçü ve demokratik Anayasa olduğu gerçeğine karşın, yine de %61 oy oranıyla yürürlüğe girmiş ve “… toplumun çoğunluğunun oydaşmasına dayanan bir toplum sözleşmesi oluşturamamıştır”³

1982 Anayasası hala yürürlükte. O da tıpkı 1961 Anayasası gibi aynı sürecin sonucuydu. Askeri bir darbe ile feshedilen tüm yönetim organlarının yerine kendini geçiren askeri komuta kademesinin neredeyse kişisel tasarrufuydu.  “…özgürlükler üzerindeki kayıtlamalarla birlikte demokratik katılım yollarını tıkamıştır.”⁴ 1924 Anayasasından sonra yürürlükte kalan en uzun süreli Anayasa oldu.

Şimdi referandumla halkoyuna sunulmak istenen Anayasa, 7 aydır devam eden Olağanüstü Hal(OHAL) koşullarında, adeta dayatılan bir düzenleme. Demokrasi, özgürlükler ve toplumsal gelişme öngörüsü bağlamında diğerlerinden ne konum ne içerik ve ne de amaç olarak farklı değil. Demokrasiyi değil, devleti; toplumu ve halkı değil, yönetimi ve yöneticileri; gelişmeyi değil konjonktürü korumayı hedefleyen bir düzenleme.

VIII

Söyleyin, yapılan gösteriyi beğendiniz mi!**

IX

Sırladığımız Anayasal dönemlerin satır başlarını özetleyelim. Türkiye Anayasalarının kaderinde etkin olan bu talihsizlik, gerçek anlamda “Özgürlükler Anayasası” olarak alkışlanacak bir Anayasa yapmayı hep engelledi. Toplum, yüz yıl önce olduğu gibi, bu gün hala aynı engele karşı mücadele etmek göreviyle karşı karşıya. Geleceğin demokrasi ve özgürlükler ülkesini ütopya olmaktan çıkarmak için verilecek mücadele, herkesin geleceğinin ortak görevi olarak ortada duruyor.

Çünkü bu herkesin hikayesi. Hikayenin sonraki serüvenlerini yazmak 20. Yüzyıl modernizm deneyiminde sınanmış olan sistemin halkına düşüyor.

Aynı toplum şimdi bu zor görevin son imtihan dönemecine girmek üzere!

KAYNAKLAR-NOTLAR

¹     Sina Akşin, Sened-i İttifak ile Magna Carta’nın Karşılaştırılması, s. 1 (Kongre tebliği)

²     Fehmi Akın, 1924 Anayasasının Modernlesme Açısından Anlamı, Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi6/2001, s. 8

³     Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yay. Bursa 2000, s. 89

⁴     İbrahim Ö. Kaboğlu, Değişiklikler Işığında 1982 Anayasası” İmge Yayınları, Ankara 2010, s. 51

*    Platon, Devlet, İş Kültür Yayınları, Çev: Hasan Ali Yücel, İstanbul 2006

**  Augustus’un her toplantı konuşmasından sonra etrafındakilere söylemeyi pek sevdiği “yaptığım gösteriyi beğendiniz mi” sözünü değiştirerek aktardık.

DEVAM EDECEK

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı