PAMUKKALE NASIL RANT MERKEZİ OLDU?

Bu dizinin önceki yazısı 15 Temmuz Cuma günü bu sütunlarda yayınlandı. Bir gün sonrası için duyurduğu bölüm başlığı, “Büyükşehir ne istiyor”du. Ancak araya sıkıştırdığımız darbe mizanseni sebebiyle yazmaya ara verdik. Yazılanlar gündemin kargaşası içinde anlamsız kalmamalıydı. Neyse ki ortalık duruldu, gerçek gündeme biraz daha ilgi göstermeye başladık.
Haber Merkezi / DENİZLİHABER / 20 Temmuz 2016 Çarşamba, 09:27
Ara verdiğimiz Pamukkale yazı dizimize devam ediyoruz ama “Büyükşehir ne istiyor” başlığıyla değil. Bu başlığı bir gün sonraya erteleyip, son 25 yılda Pamukkale ile ilgili neler konuşulmuş, tartışılmış, önerilmiş, uygulanmış… kısaca hatırlayıp hatırlatalım istedik. Sadece hatırlatma değil. Aynı zamanda 90’lı yıllar boyunca devam eden Pamukkale tartışmalarının sonraki yıllarda bir rant alanına dönüşmesine nasıl engel olduğunun altını çizmek diyelim.
***
1990’lı yıllardan beri tartışılagelen Pamukkale, hiçbir döneminde bu kadar yalnız, kentten bu kadar kopuk ve uzaklaştırılmış değildi. Bunun müsebbibi önemli ölçüde Büyükşehir Belediyesi’nin politik adiyete kurban veren tutumudur. Keza Laodikya da 15 yıldan beri bu kadar kıymetsiz olmadı. Şimdi o da kentten uzaklaştırılırken, Belediye ve Başkanı gelişmeleri seyretmekle yetiniyor.
Bundan sonrasını uzatmadan, tane tane yazmaya çalışalım. Anlaşılır olmak için bu gerekli. Bir de üç günlük tartışmanın sonunda oluşturduğumuz tezin neye işaret ettiğini, verdiğimiz bilgiler ışığında kanıtlarıyla ortaya koyalım.
***
1980 yılında “Birinci Derece Arkeolojik ve Doğal Sit Alanı” ilan edilerek korumaya alınan Hierapolis/Pamukkale ören yerinin, 1988 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne girdiği ilan edildi. 1990’lara gelindiğinde ise çok hızlı gelişen bir sorunlar yumağına teslim oldu. Antik kent üzerinde, travertenlerin en güzel yerine inşa edilmiş olan otellerin yarattığı kirlilik, ziyaretçi artışının yol açtığı kirlenmeyle birleşince travertenlerdeki renk bozulması ortaya çıktı. Devamında onlarca yıldan beri biriken sorunlar art arda patlak verdi. Sorunların ciddiyeti, ilgili kurumları, mesleki ve sivil toplum örgütlerini, aydınları, turizmcileri ve Bakanlıkla birlikte yerel yöneticileri hareket geçirdi. Neredeyse sonraki on yılın tamamı Pamukkale’yi tartışmak, sorunları çözmek ya da düzenlemeleri ve yasal mevzuatı hazırlayıp uygulamakla geçti. Biz bir kaçından söz ederek özetleyelim.
Pamukkale’yi Koruyalım Yaşatalım Sempozyumu, 25-27 Mayıs 1990 tarihleri arasında yapılıyor. Sempozyuma, Oktay Ekinci, Cevat Geray, Aziz Nesin, dönemin TÜRSAB Başkanı Bahaattin Yücel, Metin Sözen, Zekai Bayer ve yerli yabancı toplam 26 konuşmacı konuk katılıyor. O gün konuşmacı olanların pek çoğu şimdi yaşamıyor. Ama bu sempozyumla önerdikleri Pamukkale koruma anlayışı hala eski kuşakların dilinden düşmüyor. Yayınladıkları sonuç bildirgesinin başlığı bu gün içinden geçmekte olduğumuz toplumsal iklime o günlerden verilmiş bir yanıt gibi: “Barışa ve Toplumsal Geleceğe Uzanan Köprüde Pamukkale.”
Bildirgenin saptama ve önerileri de başlığı aratmayacak cinsten: “Özgünlüğü, tekliği ve önemine bağlı olarak Pamukkale için özel bir yasa çıkarılmalı, yasanın temelini bu sonuç bildirgesinde yer alan ilke görüş ve öneriler oluşturmalıdır.” (İlke ve öneriler konusunda ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler, Anatolia Dergisi’nin Cilt-1, Sayı-4, Yıl 1990-1304680817 tarihli sayısına bakabilirler.)
***
Bir yıl sonra Uluslararası Pamukkale Çalışma Grubu Toplantısı yapılıyor. Toplantı 30 Haziran-3 Temmuz 1991 tarihleri arasında gerçekleşiyor. Mimarlar Odasının öncülüğünde yapılan toplantının sonuçlarını değerlendiren Mimarlar Odası 32. Dönem (1990-1992) YK Başkanı Yavuz Önen, Pamukkale yönetim modeli olarak nihai ve ivedi çözümden söz ediyor. Bu önerilerini bir yıl önceki sempozyum bildirgesinde yer verilen saptamalara dayandıran Önen, “Örgütlenmenin oluşumunda, demokratik katılım ve özerkliğin yaşama geçirilmesinde demokratik yönetim ve karar alma sürecinin temel alınması, tüm yerel ve kurumsal yapılanmaların yanı sıra UNESCO’nun da bu örgütlenme içinde aktif olarak görev alması” gerektiğini savunuyor. (Ege Mimarlık Dergisi)
***
Yıl 1997. Bu kez kıs adı BAÇEP olan Batı Akdeniz Çevre Platformu bünyesindeki Denizli Çevre Meclisi 4.10.1997 tarihinde Denizli Çatalçeşme Oda Tiyatrosunda bir toplantı düzenliyor. Gündem maddelerini “Pamukkale Sonuç Bildirgesi”, “Gökpınar Baraj Sonuç Bildirgesi”, “Kömür Kalitesinin Yükseltilmesi Ve Denetimi Sonuç Bildirgesi” ve “Nükleer Santraller Sonuç Bildirgesi” gibi metinlerle tamamlıyor. Konumuzu ilgilendiren Pamukkale Sonuç Bildirgesi uygulamada yaşanan sorunlara dikkat çekiyor, yönetim modeli üzerine öneriler sunuyor. “Pamukkale yönetimindeki çok başlılık sorunu mutlaka çözülmeli bir “Birlik” veya daha önce dağıtılmış bulunan “vakıf” kuruluşu mutlaka gerçekleştirilmelidir. Böyle bir kuruluşun içinde devletin ilgili kurumlarının yanı sıra, yerel yönetimler, turizmciler, ilgili sivil toplum kuruluşları mutlaka yer almalıdır” diyerek katılımcı bir yönetim modeli öngörüyor. Gelirin paylaşılmasının önemine dikkat çekiyor, “Pamukkale’den elde edilen gelirler öncelikle kamulaştırmalar başta olmak üzere Pamukkale için harcanmalıdır” diyerek sonraları devlet eliyle ranta dönüştürülen gelirler konusunu gündeme getiriyor.
***
Uzatmayalım, öncesi ve sonrasında Pamukkale sorunları defalarca gündem oldu. Özellikle 1994-2000 arası, ören yeri üzerine inşa edilmiş olan otellerin kaldırılması tartışmalarıyla geçti. Sonrasında otellerin açtıkları davalar ve mahkeme süreçleri epey zaman aldı. Denizli Belediyesi tarafından işletilen otelin yıkımı için 1996 yılında ilk kazmayı Belediye Başkanı Ali Marım vurdu. Özel İdare’ye ait Pamukkale Otel yıkımı yapılmadı. Ancak diğer üç özel otelin yıkımı yıllarca sürdü.
1998 yılına gelindiğinde, Belediye’ye ait olan Palmiye Otel dışında Tusan ve Mistur Otel yıkılabilmişti. O günün İl Kıymet Takdir Komisyonu Mistur’a 84 Milyon TL, Tusan’a ise 60 milyon kıymet takdir etti. 96 Milyon kıymet bedeli takdir edilen Koru Motel ise dava açtı. Bu dava 2000 yılında sonuçlandı ve o da yıkıldı.
Bu dönem boyunca Pamukkale zaman zaman bürokratik çatışmaların odağında yer aldı. Bizzat mülki amirlerin başını yeme pahasına direnişle savunuldu. Ancak her durumda genellikle de bir orta yol bulunarak tek başına bir rant merkezine dönüştürülmesi ve yönetilmesi engellendi.
***
TMMOB Mimarlar Odası Merkez Danışma Kurulu, 25-26 Kasım 2006 tarihlerinde Pamukkale’de toplandı. Hierapolis antik kentini gezen Kurul, Mimarlar Odası Denizli Şubesinin sağladığı bilgileri de değerlendirerek, ertesi gün bir basın açıklaması yaptı.” Bu açıklamanın mahrecinde ne var diye dikkat kesildiğimizde, uyarı ve önerilerin genellikle örtük bir rantlaşma kaygısına karşı duyarlıkla kaleme alındığı görülüyor. “Doğal ve kültürel mirasın kamu yararına kullanılması, geniş toplulukların bu mirasla buluşması evrensel ve ulusal platformlarda kabul edilmiş temel bir ilkedir. Bu nedenle Pamukkale / Hierapolis‘in kamu yararı gözeten ve alanın değerleriyle uyumlu kullanımlara açılması ilke olarak benimsenmektedir. Ancak, bu noktada ön koşul koruma/kullanma dengesinin gözetilmesi olmalıdır.” Bu vurgunun MİMO tarafından 2006 yılında yapılmış olması çok mu sıradan?
Bildiride Pamukkale ve Denizli halkı arasındaki ilişki değerlendiriliyor ve “Sit alanı içinde bulunan kamu ve özel kurumlara ait konaklama ve hizmet yapılarının yıkımından sonra ortaya çıkan yerel halk ile Pamukkale / Hierapolis arasındaki kopukluk giderilmeli, Denizli ile Pamukkale / Hierapolis barıştırılmalıdır” önerisi ortaya atılıyor.
***
2006 yılında Kültür Bakanlığı ve Denizli İl Özel İdaresi arasında yapılan protokolle Pamukkale yönetimi Denizli Valiliği uhdesine geçti. Böylece uzun yıllara dayanan sorunlardan biri kısmen çözülmüş oldu mu bilinmez ancak TÜRSAB ya da benzeri türde şirketlerin, Pamukkale pastasını ranta dönüştürme iştahlarının bir kez daha önüne geçilmiş oldu. İl Özel İdaresi Pamukkale gelirlerini ne kadar rasyonel kullanıyor, o ayrı bir konu. Ancak burada vurgulamak istediğimiz asıl tez, sivil meslek örgütleri, ilgili devlet kurumları, yerel yönetim organları, hepsi de antik kent Hierapolis ve Pamukkale’nin özel şirketlere peşkeş çekilmesine engel teşkil etti. Nereye kadar?
***
2012 yılında çıkan 6360 sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasası, Büyükşehir statüsüne kavuşan tüm illerde il özel idarelerinin tasfiyesini öngördü. Beraberinde özel idare mülkiyetindeki taşınır ve taşınmazlar, işletmeler, kuruluşlar ve diğer varlıklar Büyükşehir varlığı olarak tescil edildi. Bu durum Kanunun yürürlüğe gireceği 1 Nisan 2014 tarihinden itibaren geçerli olacaktı.
Kanunun yürüklük tarihinden 4.5 ay önce, 2013 yılı Kasım ayı ortalarında, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Pamukkale’nin özel idare tarafından işletme-yönetme protokolünü tek taraflı fesih edip, sözleşme şartları hala sır gibi saklanan bir ihale ve protokolle TÜRSAB’a verdi. O gün Pamukkale yitirildi. O gün, onlarca yıldan beri savaşı devam eden rant mücadelesinde rantçılar kazandı, kurumlar kaybetti. Kentin, kent insanının kendinden hissettiği Pamukkale, artık yıldızlarda bir yere konuşlandı, ulaşımı neredeyse aynı kent insanına yasaklandı.
TÜRSAB’ın ilk işi giriş ücretlerini yükseltmek oldu. 20 TL’lik giriş bedeli 25 TL oldu. Ücretler 2016 yılı için yeniden artırıldı. Gişe girişi 35 TL, antik havuz girişi için ise 42 TL olarak saptandı.
Şimdi artık Pamukkale, Denizli insanı için geçmişte kalmış bir hayalin sararmış hatıra fotoğrafından başka bir yer değil…
Bir kez daha hatırlatalım. Laodikya ve Pamukkale 7 Eylül 2016 tarihinde Türkiye çapında bir toplu ihalenin içine dahil edilerek pazara çıkarılıyor. Yaklaşık 30 yıl boyunca başaramadıklarını bu kez yapacaklar gibi. Pamukkale, yanında bonus olarak Laodikya, şehrin yeni rant merkezleri olarak geri dönülmez bir yola sokuluyor. Sadece kazanç ve yine kazanç sistemiyle!
Kültür mü? Onu da Büyükşehir Belediye Başkanı düşünmeli. Peki düşünür mü?
Yarın: Büyükşehir Pamukkale ve Laodikya’yı istemiyor.