REKLAMI GEÇ

KÜÇÜK KEYİFLER

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Bir kaç gün önce bir dostum bir çiçek gönderip üstüne Oscar Wilde’ın bir sözünü yazmış:

“Küçük keyiflere bayılırım ben…
Karmaşık ruhların son sığınağıdır onlar…”.

Küçük keyifler, yaşamı anlamlı kılan anlardır. Yorucu bir yaşamın orta yerinde, küçücük bir virgül, ya da noktalı virgül koymak gibi. Küçücük keyifler, büyük depremlerin, büyük enerji sıkışmalarının önlenmesi ve çözülmesi için iyidir. Küçük bir mola büyük bitişleri önler, hatta büyük çılgınlıkları. Sistemin çarkları arasından fırlayıvermek ister insan bazen, küçük keyiflere izin vermezse. Sadece insan olduğumuzu, etten ve kemikten ibaret olduğumuzu unuttuğumuzda, yaşamın hiç de o kadar sonsuz olmadığını anlamak için bir mezarlığın bahçesinde dolaşmak yeterli olsa gerek. Orada ne ünlüler, zenginler, şan şöhret sahibi vazgeçilmez sanılanlar vardır. İnsanlar öldüğünde en sevdikleri bile yalnızca mezarın kapısına kadar girebilirler, sonrasına girebilen yoktur. İlk toprağı üstlerine atanlar en yakınları, en sevdikleridir hatta.

Maddeciliğin ve kapitalizmin bütün dişleri arasında hırpalanan ve tartaklanan, karmaşık bir ruh olarak ben de, küçük keyiflere yer vermediğim hayatın içinden Büyük İskender gibi, içi bomboş sağ elimi tabutun içinden sarkıtmadan önce, daha büyük keyiflere doğru uzanıversem mi diyorum bazen. Hatta herşeyden sıyrılıp, başka bir kimliğe bürünüp, Kafka’nın dönüşümü kadar tiksindirici ve radikal olmayan bir devinimle kendimi belki Burma’da bir türlü çözemediğim hayatın anlamını keşfetmek, ya da Kamboçya’da yılan balığı avında derin bir sessizliğe gömülmüş, Jamaika’da tarçın ormanlarının ortasında bir şelalenin tepesinde, raftingin adrenalinli hiçliğinde buluversem. Ya da bir Yunan adasında buzuki çalıp, sirtaki yaparken.

Varoluşun en kutsal varlıkları olan biz, karmaşık ruhlarımız, karmaşık hisler içinde, devasa duvarlara çarpa çarpa büyüyen fırlatılmışlığımızın melankolisinde, yüzümüze yapışan donuk ifadelerimizin soluk ürkekliğinde, sanki kendi bedenimizi hiç taşımamış gibi, bilinçli olarak koyduğumuz mesafelerle büyük yalnızlıklarımızı derinleştirip, kendi buz gibi sesimizle üşüyerek uyanırız çoğunlukla farkındalıksız günlük yaşamımızdan.

Her şeye yabancılaştığımız gibi kendimize de yabancıyızdır artık. Varoluşun kutsallığından uzak, ruhsallığımızdan ve kendi ışığımızdan ürkek, uzak ülkelerde yerleşmiş olmanın kimsesizliğinde, bir aynaya bakmak kadar kısacık bir ara ile bile, kendimizi keşfetmenin küçük keyfini yaşamalıyız.

Hiç aynaya baktınız mı uzun uzun? Ne zaman aynaya baktınız en son? Şimdi geçin bir aynanın karşısına uzun uzun bakın aynadakinin gözlerinin içine. Göz bebeğine bakın derin derin. Çok mu yabancı geldi? İlk defa mı karşılaştınız? Hatta belki korkacaksınız. O dipsiz yalnızlığı ve pişmanlığı görenler deli gibi ağlayacak belki de gülecek katıla katıla. Siz kendinizi hiç görmediniz, hatta gördüğünüz gözler siz değilsiniz, sizin aynadaki görüntünüz.

Küçük keyifler mi arıyorsunuz? Alın size bir tane hediyem olsun. Her gün sabah akşam bunu yapın, günde iki defa. Aynaya bakın! Ve ona gözlerinin içine bakarak ” Seni seviyorum. Özür Dilerim. Lütfen Beni affet. Teşekkür ederim.” Deyin. Belki hatırlarsınız ” Hooponopono” adlı bu yöntemi aynı isimli yazımda anlatmıştım.

Sonra ona deyin ki, gözlerinizi ayırmadan: ” Sen değerlisin ve güvendesin. İlahi koruma altındasın”. Her gün iki defa yapın ki hem küçük bir keyifle yaşama ara verin, hem de ruhunuz ve bedeniniz şifalansın. 21 gün sonra huzur ve dinginlikle birlikte, içinizdeki küçük çocuk da şifa bulacak.

Büyüdüğünde insan, mutluluğu büyük başarılarda sanır. Sezar, Neron veya Napolyon acaba nerede ve nasıl mutlu oluyorlardı? Fethettikleri ülkelerin insanları onların önünde eğilirken mi, yoksa sevdikleri bir çift gözün karşısında eğilirken mi?…

Benden size tüyo. Nefes alıp verirken basit deyip atladığımız küçük keyiflerin en güzeli sevgidir ve sevgiyle gülümsemektir. Sevgiler, sade, gerçek ve basit şeylerdedir. Yeter ki görmesini bilelim. Küçük keyifler hayatın en saf en doğal halindedir, çocuklarda ve çocuk kalabilenlerdedir.

Şimdi! Bir elma şekerine ne dersiniz? Ya da bir pamuk helva ya?

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Adile ÇAKA   -  Bağlantı 30 Mart 2022, 14:08

Ân gelir,geçmişten bir yazı bugünlerdeki ruh hâlinle senkronize oluverir,sonsuz teşekkürler!

Yahya uzundere   -  Bağlantı 30 Temmuz 2018, 11:50

Yazınıza bayıldım. Sanki içimdeki duyguları anlatmışsınız. Elimize emeğinize sağlık.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı