REKLAMI GEÇ

UYKU MODU(!)

19 Eylül 2013 Perşembe

Eğer dünyayı yönetmeye adaysan, öncelikle dünyanın tüm yer altı ve yer üstü zenginliklerinin senin kontrolünde olmasına önem verirsin…

Çünkü; ancak bu şekilde hem kendi ülke insanlarının refahını sağlar, hem de zengin bir devlet olarak her ülkeye ve her kesime sözünü geçirebilirsin…

Bu dediğimin diğer bir adı ise maddi, manevi ve fiili işgaldir…
Hepsini içinde barındıran ve yüzyıllardır insan kanının oluk oluk akmasına yol açan tek kelimelik tanımı ise: Sömürgeciliktir…

Bir ülkenin ham madde kaynaklarını ve işgücünü sömürmeyi hedefine koymuş ülkelere ise ‘emperyalist’ ülkeler deriz…

İşte bu emperyalist ülkeler, gidip de bir Papua Yeni Gine ile veya Togo ve Nijer’le ilgilenecek değiller…
Bu nedenden dolayı da gözlerini, öncelikle petrol ve doğalgaz yatakları çok zengin olan Ortadoğu ülkelerine ve tabi ki petrol ve doğalgaz gibi yer altı zenginliği olmadığı iddia edilen (ki bu iddia Türkiye için hiç de geçerli değildir) bu bölgeyle arada köprü olan Türkiye gibi bir ülkeye çevirmeleri, onlar açısından akılcı, mantıklı ve doğaldır.

Bizim açımızdan ise ürkütücü olduğu kadar, uyanıklık derecemizi en üst seviyede tutma gerekçemizdir…
Hele hele bu gerekçelere, bir de doğal konumu gereği dünyanın en stratejik topraklarına sahip olması ve “Yüreklerine saplanmış olan “ İstanbul’un fethi olayını eklediğimizde, bizim ülke olarak riskimizin, şu an darmadağınık olan, dünyanın en istikrarsız bölgesi ilan edilen ve savaş alanına çevrilen Ortadoğu ülkelerinden çok çok daha fazla olduğunu rahatlıkla anlamamıza yeter.

Yüz yıllar boyunca bizi köşeye sıkıştırmak ve bu güzelim Anadolu topraklarını elimizden almak için her türlü oyuna başvuran emperyalist ülkeler sadece Osmanlı Dönemi’nde 43, İstiklal Savaşı sırasında 25 ve Cumhuriyet Dönemi’nde ise 19 (buna PKK olayı da eklidir), toplamda ise 87 büyük isyan veya ayaklanma tezgahlanmıştır.

Bu isyanların kişisel sebeplerden dolayı olan çok az bir kısmı çıkarıldığında, büyük bir çoğunluğunun siyasi, dini ve etnik nedenlerin kaşınması sonucu patlak verdiğini görüyoruz.

Sadece yakın tarihimize baktığımızda bile, emperyalist güçlerin isyan çıkarmak için başlıca ve etkili argümanı olan siyasi, dini ve etnik gerekçelerin ne kadar da etkili bir şekilde kullanıldığını görmemiz mümkün…

Sağ-sol diyerek bu ülkeyi geriletenler ve darbelere haklılık payı çıkaranlar, sık sık etnik kışkırtmaları devreye sokmaktan da geri kalmadılar.

Son yıllarda ise bence en tehlikeli olan argümanı, yani dini, yani insanların en kutsalı olan inancını, siyasete alet ettirerek kullanmaya başladılar.

Bugün ülkemize baktığımızda, daha sağ-sol tezgahının derin uykusundan yeni uyanmış ve daha yeni yeni birbirimize kucak açmaya başlamışken, şimdi de bu ülkenin insanları başörtü üzerinden, mezhep üzerinden, inançlı- inançsız ikilemi üzerinden hızla böldürülmeye başlandı. Hem de tam ortasından… Yüzde 50 bizden, yüzde 50 ötekilerden, denilecek duruma getirildik…

11 Eylül’de ikiz kulelerin, planlandığı gibi vurulmasından sonra (sadece uçakların yüksek oktanlı benzin gücünün ve çeliği eritme ihtimalinin hesaplanamaması dışında) yeni bir istila dönemi başlamış oldu…

Bu yeni dönem de dönen ve İslam üzerinden oynanan oyunları anlamamız, eğer sağ-sol tezgahında olduğu gibi 30-40 yıl sürerse vay halimize…

Vay halimize; çünkü: İslam’a ve İslam dünyasına savaş açan ABD’nin İstihbarat örgütü aracılığıyla bölgemizde yürüttüğü faaliyetler, eğer biz uyumaya devam eder de sesimizi çıkarmazsak, Ortadoğu ile birlikte bizi de içerisine alıp tarihin sayfalarından silip süpürecektir.

İsterseniz ne demek istediğimin daha iyi anlaşılması ve içerisinde bulunduğumuz sürecin daha iyi okunması için Reuel Gerecht adlı Eski CIA Ajanının “Know Thine enemy” (Düşmanını Tanı) adlı kitabında, CIA’nin örtülü operasyonlarının nasıl gerçekleştirildiğini anlatan şu sözlerine dikkat çekelim:
“Örtülü operasyon, diplomasiden daha esnektir ve savaştan daha az telefat verdirir. Örtülü operasyon, gazeteler, dergiler, radyolar, uluslar arası konferanslar, gazeteciler, akademisyenler ve gerilla örgütlerini finanse etmekten kurtarma operasyonlarına ve darbelere kadar pek çok alanı kapsar.” (12)

Aynı ajan, kitabının bir bölümünde ise sadece Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’nde 3 bine yakın farklı ülkelerin ajanının bulunduğunu, bunun büyük bir bölümünün ise ABD ajanı olduğunu, bu ajanlardan yine büyük bir kısmının ise şu anda ‘uyku modu’nda bulunduğunu ileri sürüyor.

Irak’ta Saddam’ın devrildiğinin ertesi günü, 2000 yerli CIA ajanının, aileleriyle birlikte (Verilen sözler ve imzalanan sözleşmeler gereği) özel uçaklarla Amerika’ya transfer edildiğini anımsatmak isterim…

Diyeceğim şu ki; ‘uyku modu’nda ki CIA ajanları uyanmadan, biz uyanalım…
Uyanalım ki; bugün ırak ve Suriye’de “Allahu ekber” diye bağırarak, kendi kendimizi katledenlerden olmayalım…

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı