BEN BU ŞEHİRDEN VAZGEÇMEDİM
29 Ocak 2018 Pazartesi
“Son kulemiz yanıyor. 30 yıldır bakmaya kıyamadığım o muhteşem ev “Hüdai Oral evi” yanıyor. Gözümün önünde yanıyor hem de. Çaresizliğin dibine vurduğumu hissediyorum. Denizli ruhundan bir parçayı, anılarının son parçalarından birini daha kaybediyor.
Hatta saatlerdir ayakta durmaya çalışıyor, yıllardır direndiği gibi. Ateşe, suya, rüzgara, güneşe direnmeye alışmış olduğundan belki de.
Ama bizim vandallığımıza, acımasızlığımıza, umursamazlığımıza daha fazla dayanabileceğini düşünmüyorum.”
Yazmışım tam yangın sırasında alevler gökyüzünü kaplarken. O sırada benim de kalbimin gözyaşları içimdeki tüm organları ve tüm hücrelerimi titretiyordu.
Alev bulutu yükselmeye başladığı andan itibaren fırladım can havliyle, önce itfaiyeyi aradım feryat figan ama çoktan yola çıkmışlardı. Onlar gelmemişti videoya almaya başladığımda. Şimdi izledim ancak “Denizli Düşünce Grubu”nun sosyal medya sayfasına attığım videoyu. Evet! Ben veda edemedim. Ben “hoşça kal” diyemedim 25 yıldır her sabah sıcak bir günaydınla bana huzur veren o ruhsallaştırdığım güzel esere. Hoşça kal diyemedim, utancımdan, mahcubiyetimden, acımdan, her neyse işte.
Günün sonunda, kubbesi yana eğilmiş, çatısı elek gibi ve o güzelim vitray camları çoktan tuz buz olmuş, ama hala ayakta, ama hala yıkılmamış.
Şimdi ne olacak ona? Yangının sebebi ne? Yıkacaklar mı? Yerine her zaman ki gibi ruhsuz bir bina mı dikilecek? Çok mu para kazanacaklar? Orası bir şahsa ait olamaz! Orası Denizli’ye ait bir parçaydı. Orası hepimize aitti. Orası hepimizin geçmişinden bir parçaydı! Hala kurtarılabilir! Hala bize, hala ülkesinden, şehrinden vazgeçmemiş, ümidini kaybetmemiş bize, biz sürpriz yapılabilir. Teoman Oral’daki ve Süleyman Boz’daki kayıtlar kullanılarak, hatta oradan kalan 3-5 taş, bir avuç toprak kullanılarak, oranın ruhunu yaşatarak bire bir aynısı yapılabilir. Haydi! Bir mucize bekliyorum! Bir mucizeyi hak ediyoruz!
Avrupa bin hatta iki bin yıllık binasını korurken, biz 150 yıllık evlerimize, binalarımıza sahip çıkamadık. Bundan 100 yıl önceki Anadolu şehirlerinin fotoğraflarına, binalarındaki estetiğe, mimariye, zarafete bakıyorum da, sadece yazık! Diye düşünüyorum. Sadece biz Türkiye olarak mı yenik düştük bu kapitalist ve sömürgeci düzene. Sadece biz mi paraya tutsak olduk ve sattık tüm tarihimizi ve değerlerimizi?
Tam iki defa yakılıp-yıkılan Polonya, iki defa küllerinden doğdu. En son ikinci dünya savaşında Hitler tarafından yerle bir edildi. Bütün binaları aynı plana ve orijinaline sadık kalınıp, yerden toplanan aynı parçalarla yeniden yapıldı tek tek. Bütün halk inşaatlarda çalıştı. Bütün halk tek tek harç taşıdı, taş dizdi.
Bunların içinde en simgesel ve hayati buldukları Varşova Kraliyet Sarayı idi. Onların tarihini ve geçmişini temsil ediyordu. 1970 yılında onu yeniden küllerinden yarattılar. Herkes bir şeyler yapmıştı ama bittiğinde kraliyete ve eskiye dair tek bir sağlam kalmış mobilya ya da obje yoktu. Bir karar verdi Varşova halkı ve kendi evlerindeki yanmamış, yok olmamış, ayakta kalabilen, eskiye ait, yüzlerce yıllık mobilyalarını, avizelerini, halılarını, süs eşyalarını ve tüm objelerini saraya taşıdılar. Sarayı yeniden dayayıp döşediler ve dekore ettiler. Bugün sarayda gördüğünüz her şey Varşova halkının kişisel geçmişine ait görünse de, tarih kişisel değildir, bir kişinin tarihi olamaz. Tarih o topraklarda yaşayan herkese aittir.
Varşova Kraliyet Sarayı, bugün bütün yaşadıklarını unutmadan gururla ayakta duruyor ve bütün sanatsal etkinliklere, aktivitelere ev sahipliği yapıyor. Eski yaşadıklarını da her fırsatta anımsatarak. Şimdi benim de bir hayalim var artık! Bu “Denizli’nin Ruhu” yeniden küllerinden doğar. Yeniden küllerinden doğar ve ben kendimi bildim bileli Denizli’den ve Denizli’nin yer yerinden, atılmak, yakılmak, yok edilmek üzereyken kurtardığım ve topladığım, yüzlerce yıllık mobilyaları, konsolları, aynaları, sandalyeleri, koltukları, süs eşyalarını ve objeleri sahibine iade ederim… Yani tarihimize… Kim bilir başka kimlerden, hangi değerli eserler dahil olacak ve bize ait bu şahane ruh, gelecek nesillere gururla emanet edilecek?
Biz bu şehirden vazgeçmeyenler! Bir mucizeyi hak etmiyor muyuz?!!!
Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir
Yorumlar
Yabancı ülkelere ait belgeselleri izlerken imreniyor insan,birgün bizim ülkemiz de öyle olsun inşâllah!