REKLAMI GEÇ

HAYATIN AKIŞI

26 Mart 2018 Pazartesi

Kocaman, pabuç gibi anahtarlarımız vardı bizim. Ne cebe sığardı, ne de çantaya. Hatta çok da ağır olurdu. Her biri dökümden yapıldığı için yarım kilo gelirdi neredeyse. Hem ağırlığı yüzünden, hem de çoğunluğu küflü olduğu için yanımızda taşımazdık. Komşuların bir kısmı kapının önündeki paspasın altına koyardı, bir kısmı bahçe duvarında bir kovuğa. Bizim evin tuvalet penceresi sokağa baktığı için oraya bırakırdık anahtarımızı. Nedense, iki katlı, Rumlardan kalma taş evimizin alt katında, sadece iki pencere vardı, küçük olan tuvaletin, büyük olan da oturma odasının penceresiydi. Herkes kapıyı kilitler anahtarı tuvaletin penceresine koyardı, zaten de yedek anahtarımız yoktu bile, bir tane anahtarımız vardı.

Bütün sokak bilirdi kimin anahtarı nerede duruyor, hatta saklımız gizlimiz olmazdı yoldan geçen herkes görürdü biz anahtarı pencereye koyarken. Hatta çok eskiden, bizim ebeveynlerimiz çocukken anahtar bile yokmuş, kapı kilitlenmezmiş hiç.

Bir tek kez bile bir kötü olay, bir hırsızlık uğursuzluk duymadım ben çocukluğumda ya da gençlik yıllarımda. Daha doğrusu hırsızlık diye bir şey hiç duymamıştık bile. Mahalleden çok uzaklara gitmedikçe, kimse evinin kapısını, bahçesinin kapısını kilitlemezdi zaten. Kapıyı iter girerdik. Kapılar genellikle sonuna kadar açık dururdu ama kedi, köpek girmesin diye aralayanlar olurdu bazen.

Zaten bahçelerin kapısı hiç kapanmazdı ve biz çocuklar, saklambaç oynardık sokaktaki bütün evlerin bahçelerini kullanarak. Evlerin de, bahçelerin de kapıları sadece çok uzaklara gidileceği zaman kilitlenirdi.

Uzun lafın kısası, sonsuz gökyüzünün mavi örtüsü altında, hep birlikte ve güven içinde yaşardık biz.

Daha da güzeli, bir yerlere koşuşturma telaşımız yerine, birbirimize koşardık. Sanki aynı evde otururmuş gibi, birlikte yaşardık bütün mahalle sakinleri. Yaşlılar oturtulur, önlerine bir örtü serilir, kışlık erzaklar tepsilere dökülürdü. Yaşlılar hem sohbet eder kendi aralarında, hem de konservelik sebzeleri ayıklar, fasulyelerin kılçıklarını temizler, ya da kurutulacak maydanozları, naneleri ayıklarlardı. Bazen turşuluk ve reçellik sebzeleri meyveleri. Vişnelerin ve kayısıların çekirdeklerini mesela. Her gün bir evde, ya da evin bahçesinde oturulur, ev sahibesinin erzakları hazırlanırdı sırayla. Öğle yemeği birlikte yapılır birlikte yenirdi. Yemek işini de, getir götür işlerini de gençler yapardı. Erişteler hep birlikte kesilir, tarhanalar birlikte ovalanırdı. Şimdiki gibi teknolojik kolaylıklar ve hazır makarnalar, erişteler yoktu ama hep birlikte kilolarca kışlık erişteleri hazırlamak çok da keyifli olurdu. Erişte günlerinde, öğle yemeğimiz de bol süzme yoğurtlu erişte olurdu tahmin edeceğiniz gibi. Benim en sevdiğim zaman bu erişte zamanlarıydı. Biz çocuklar o bahçeden o bahçeye koşuşturduğumuz için çok yorulurduk ki, belki de ondandır, o zamanların eriştelerinin lezzetini bir daha hiç ama hiç hissetmedim.

Düğünler de, cenazeler de, doğumlar da daha kolay gelirdi. Bütün kapılar açık olduğu için, en yakın evlerde misafirler ağırlanır, düğün sahibi sıkıntıya sokulmazdı. Kimi hoşaf yapar, kimi etli pilav, kimi sarma, kimi de güllaç tatlısı ve tatlının üstüne yemek için etli-ekşili bamya yapardı.

O zamanlar televizyon bile yeni çıktığı için, koca mahallede tek bir evde vardı sadece. Yayınlar akşam 18’den sonra başlayıp, tam gece yarısında sona ererdi. Hepimiz televizyon olan evde toplanır heyecanla, tatlı cadı ya da uzay yolu izlerdik. Kadınlar, erkekler, çocuklar hep birlikte koca mahalle, tek bir odanın içinde inanılmaz eğlenirdik. Mısır patlatır, sobanın üstünde kestane közlerdik. Yaz aylarında limonata, kış aylarında boza satan sokak satıcılarının ” Bozacıııııı!”sesini duyduğumuzda sokağa fırlardık.

Sadece hafta sonlarında yayınlanan çizgi filmler ” Ayı Yogi”, ” Bıcır’la Gıcır”, “Pembe Panter”, “Temel Reis” en keyif aldığımız şeylerdi ama başlamasıyla bitmesi bir olurdu. Bütün hafta hayalini kurardık ama kaşla göz arasında bitiverirdi.

Uzun soğuk kış gecelerini birbirimizin sıcaklığında, tombala ve kızma birader oynayarak, yüzük saklama oyunlarıyla şenlendirerek geçirirdik.

Her gün aynı saatte sokaktan geçen pamuk helvacı, bir tahta çubuğa sardığı pamuk helvayı mutlaka hepimize pay ederdi. Belki hepimizin parası olmazdı ama biz fark etmezdik bile paramızın olmadığını, sokaktaki büyüklerden bir tanesi, helvacının tezgahına bir bardak dolusu toz şekeri bırakıverirdi her seferinde. Yani pamuk helvacı amca, para yoksa bile şeker kabul eder, sokaktaki çocukların hepsine yetecek pamuk helvayı çıkarırdı ortaya.

Hayat böyle bir şey idi, bir zamanlar. Bütün zorluklara, yoksunluklara, eksikliklere rağmen çok asil ve bir o kadar da keyifliydi.

Hayatın akışı ve evrenin düz bir çizgide kayıp gitmeyen işleyişi, bazen iniş yokuşlarla, bazen çirkin bazen güzel, iyi-kötü, doğru-yanlış, aydınlık- karanlık, siyah-beyaz ikircikli düalitesiyle, budaklarımızı ala ala bizi buraya kadar getirdi. Şimdi her şey farklı, her şey çok başka belki ama hayatın akışı ve işleyişi bu şekilde. Olduğu gibi alıp kabul etmek ve olduğu gibi almak yaşamı daha yaşanır ve kolay kılıyor. O zaman öyle güzeldi, şimdi de böyle güzel. Kim bilir belki de bundan yüzyıllar, hatta belki de on yıllar sonra insanlar bu günleri özlemle anacak, gözleri dolarak hatırlayacak. Belki de, tam tersi.

Ama hayatın akışında kalmak, an’da olmak, akışla akmak ve onunla bir olmak kısa yol… Hayatın Akışı’nda benimle olduğunuz için minnettarım…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Adile ÇAKA   -  Bağlantı 22 Nisan 2022, 12:00

Eskiler bir başka güzeldi her ne olursa olsun!

Müslüm Hartavi   -  Bağlantı 26 Mart 2018, 12:54

Birde gerçek aşklar vardı günkü esaslı menfaat cinsellik kılmayan en önemli noktayı okuyucuya bırakmak için sonuna Birde eskiden aşklar vardı ki deyip üç nokta koymali

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı