PİŞMEDİM, OLMADIM
22 Ağustos 2014 Cuma
Bir hastanede ölümü bekleyenlerin koğuşu, koğuşta bir oda, odada iki yatak ve iki hasta. Birisi pencere kenarında, öteki duvar dibinde.
Hayatlarının son günlerinde, pencere kenarında yatan, sabahtan akşama kadar pencereden bakıp, tüm gördüklerini duvar dibinde hiç bir şey göremeyen ayağa kalkamayan yatalak arkadaşına anlatır.
“Bugün hava kapalı, bulutlar daha yoğun. Yağmur yağacak gibi. Deniz daha dalgalı, deniz feneri ışıl ışıl bugün. Parktaki bütün banklar dolu bugün… Yine o ihtiyar elinde bir torba yemle gelmiş, güvercinlere yem veriyor… Hepsi üşüştü yine başına, kollarına… Sevgililerden biri pembe şapkasını giymiş yine, ona çok yakışıyor…”
“Bahçedeki mor zambaklar çok hoş görünüyor. Coştular bu günlerde, her yer mosmor… Yanlarında iki sıra sarı papatyalar, sarı ve mor çok yakışıyor”.
“Eyvah miniklerden biri düştü salıncaktan, neyse ki bişey olmadı, annesi kucakladı çocuk sustu..”
Gülüyor şimdi…
” Öğrenciler mi? Onlar yine kitaplarına dalmışlar… Dur bakayım haaa…. Simitçi geldi, iki simit alıp beşe bölüp yiyorlar…”
” Şimdi de çocuklara katıldılar, uçurtma uçuruyorlar. Uçurtma yükseliyor, yükseliyor…”
Her gün böyle sürüp giderken, her gördüğünü anlatırken, ansızın bir gün, müthiş bir kriz geçirir pencere yanındaki…! Duvar dibindeki düğmeye bassa, doktor çağırabilir. Ve belki arkadaşını kurtarabilir. Ama…. Ama…. Arkadaşı ölürse , pencerenin yanı boşalacaktır. Ve o hep istediği pencerenin önüne geçip,kendi gözleriyle, o hep merak ettiği dışarıyı seyredebilecektir.
Ve duvar dibindeki düğmeye basmaz. Doktor çağırmaz, yardım istemez. Arkadaşı ölür. Ertesi sabah, onun yatağını duvar dibinden alıp, pencerenin önüne taşırlar.
Beklediği an gelmiştir. Yattığı yerden hafifçe başını uzatıp, dışarı bakar. Pencerenin dibinde duvardan başka birşey yoktur, pencerenin önü tuğlayla örülüdür…
Buğdaya giderken elindeki arpadan olmaktır bu… Bazen elimizdekilerin ne denli kıymetli olduklarını yitirdikten sonra anlarız. İnsanoğluyuz biz, elimizdeki kazı unutur, komşunun tavuğuna göz koyarız. Yolları olmayan bir ülke gibi gerçeklerin içinde kör kalır, başkalarının yollarında kayboluruz…
Başkasının bir damlasını okyanus gibi görmekten vazgeçmek ancak doğayı ve evreni tanımakla mümkün olsa gerek. Doğa kendi yolunda gidiyor… Acımıyor, ağlamıyor, üzülmüyor, kıskanmıyor…Neden ondan bunu öğrenmiyoruz? Bir çimenin yaprağında ilerleyen bir uğurböceği, ceviz ağacında dans eden bir sincabı neden kıskanmıyor? Ya da bir kurumuş toprakta sürünen kertenkele, göklerde ihtişamla bulutları delen kartalı? Sonunda hiç kimse olmak için ne çok mücadele veriyoruz. Çok şey olmak sonunda bir hiç olmak için…..
“Dışarı bakan hayal görür, içeri bakan uyanır ” der Jung. Ve devam eder: ” Değişimin gerçekleştiği yer, çevre ya da başka biri değil kendi içimizdir”.
İnanın aslında bütün bunları size anlatıyormuşum gibi görünüyorsa da bu doğru değil… Bütün bu telkinleri yıllardır kendime yapıyorum da, hala olmadım, hala pişmedim, hala hamım..
Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir
Yorumlar
Yazınız gercekten çok güzel Kocatepe’de çocuklu bır yazınozdada. Kocatepe’ye anlatırsınız benım gını Kocatepe’ye gitmeye ıhmal edenlere ışık tutarsanız. Ben ve bır çok ınsanı sevındırırsınız pnumuzde 29 ekım var bıiginize Hoşca kalın..
Bu güzel yazılarınızın devamını dılerım.anlasılır bır dış kullanmışsanız Adem ıyılı tavsıye etmış Kocatepe’ye gıtmedım ama bu vesıle ıle gıderım ınsallah kalemınıze saglık.
Mukaddes Hanım yazılarınızı çok beğeniyorum. Hepsini yakından takip ediyorum. Bir sonraki yazınızı heyacanla bekliyorum. Ellerinize, yüreğinize, emeğinize sağlık! Sevgi ve saygılarımla.
Katılmamak mümkün değil özellikle herkes kendi derdine ağlar kısmına. Şimdilerde analar da yalan ağlar oldu gibi geliyor bana. Etrafınızda olup bitenlere karşı bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz… neredeyse suçlu oluyorsunuz.Neredeyse duyarsızlık ödüllendiriliyor. Doğruluğun, insanlığın veya başarılı sayılmanın kriterleri değişmiş sanki. Bunları anlamak da pişmenin her hangi bir aşaması mı ki…