
YARGIYI LİNÇ ETMEYİN
10 Ocak 2011 Pazartesi
Yargı yine ülkemizin gündeminden çıkmıyor. Yatıyor kalkıyor yargıdan konuşuyoruz. Dünyanın hiçbir ülkesinde yargı bu kadar gündemde olmamıştır.
Cumhuriyetle birlikte getirilen yargı sistemi 1980 ihtilaline kadar iyi -kötü işlerken, 1982 anayasası ile getirilen düzenlemelerle sistemle oynanmış yıllar sonra bugünkü çalışamaz haline getirilmiştir.
Yargının başına gelecekler uzmanlarca hep dile getirilmiş, yargının bağımsız olması söylenmiş ve hukukun önemi hep anlatılmıştır. Ağır ağır, ince hastalık gibi, göz göre göre yargının işleyişi adeta çökertilmiştir. Yargının bozulmasına sebeplerden birisi de siyasi iktidarların yargıya müdahalesidir. Hukukçuların bugün en büyük sıkıntılarından birisi yasama organının temel yasalarla sıkça oynamasıdır. 1960, 1971, 1980 ve 2002’den sonra hemen hemen tüm kanunlarla oynanmıştır. Son yıllarda Avrupa Birliği’ne Uyum Yasaları adı altında bir çok temel yasa yeniden düzenlenmiştir. Bunlardan en önemlileri Anayasa, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu’dur. Son günlerdeki “TAHLİYE”lerin sebebini araştırmadan tüm kabahati Yargıtay’a yüklemek doğru olamaz. Tutukluluk süresi ile ilgili maddeyi hükümet bilmektedir. Beş yıldır yürürlüktedir ve uygulaması ertelenmektedir. Ayrıca istinaf denilen bölge mahkemelerinin kanunu çıkarılmış, onun da uygulaması ertelenmektedir.
Yargının iş yükü son yıllarda haddinden fazla artmıştır. Kimse ‘İş yükü neden artıyor?’ hiç konuşmamaktadır.
Sosyal ve kültürel durumlar ile iktisadi şartlar davaları kat ve kat artırmıştır. Gelir dağılımın bozukluğu, işsizlik, düşük gelir, göçler ve kültürel çelişkiler davaların ana kaynağıdır. Bu sosyal ve ekonomik şartlar düzeltilmeyince davalar azalmayacaktır.
Şirketler batıyor, işçiler işten atılıyor, iş davaları ile çek ve dolandırıcılık suçları,
Kültürel ve ekonomik çelişkiler nedeniyle boşanma davaları ve cinayet ve yaralamalarla ceza davaları,
Yoksulluk nedeni ile icra davaları, miras ve mülkiyete ilişkin davalar,
Yargıyı çalışamaz hale getirmiştir.
Bu durumun ülke idaresi ile doğrudan ilgisi bulunmaktadır.
Son yıllarda artan iş yüküne bir örnek vermek gerekirse;
2002 yılında Yargıtay’a gelen Hukuk ve Ceza davalarının toplam sayısı 564 bin 770 iken 2009’da 1 milyon 7 bin 23 olmuş ve 2010’da 1 milyon 500 bin sayısını aşmıştır. 2002 yılında Yargıtay C.Başsavcılığında 317 bin 481 ceza dosyası var iken 2009’da 663 bin 353 olmuştur. İşin kaç kat arttığı ortada iken Yargıtay’da hakim savcı ve çalışan sayısı ile daire sayısı hep aynı kalmıştır. İlk derece mahkemeleri ile savcılıklar ve icra müdürlüklerinin iş yükü herkesin malumudur. Adliyelerde yeni mahkeme ve icra müdürlükleri kurulması istenmektedir. Bu şartlarda yargının sorunlarını düzeltmek yerine yargı kurumunu kötülemek kolaycılığını kabul etmek mümkün değildir.
Bu mahkemelerde yargının işleyiş biçimini ve “erken karar vermenin” ne anlama geldiğini bilmeden konuşmak doğru olamaz… Duruşma için belli bir süre sonraya gün koymak, savunma hakkı tanımak, delillerin araştırılması ve sunulması, gerekirse keşif ve tanık dinleme ve devletin resmi makamları ile yazışma, bilirkişi incelemesi gibi nedenler hemen davayı bitirmeye engeldir. Ülkemizde savcı-hakim sayısı 10 bin 500 civarındadır. Almanya gibi ülkelerde 70 milyon insana karşı 40 bin hakim savcı çalışmaktadır.
Kimse gerçekleri konuşmuyor. YARGI BU ÜLKENİN YARGISI ve herkese gerekli değilmiş gibi baskı altındadır. Yargının ne olduğunu ve Yargıtay’da temyiz incelemesinin nasıl yapıldığını bilmeden bol keseden atmak kolaydır. Sosyal ve ekonomik sorunları aşın ve refahı artırın, milletin karnını doyurun davalar çoğalmasın, temel kanunları akşamdan sabaha değiştirmeyin, yeterli sayıda hakimi ve savcıyı yetiştirin, yargıyı bağımsız kılın, istinaf mahkemelerini işletin ve Yargıtay’ı içtihat mahkemesi haline getirin ondan sonra eleştirin.
Ülke olarak ateşle oynuyoruz. Yargının sorunlarını çözmeden kötülemekle bir yere varamayız. O bizim düşmanımız olmamalı adalete ihtiyacımız olduğu zaman bize hak ve hukukumuzu verebilmeli. Ne yapılmak isteniyor anlamakta zorlanıyoruz. Tarihe bakıldığında adaleti zaafa uğramış toplumlar çok acı çekmişler ve devletlerini yaşatamamışlardır.
İSMAİL AĞAR