REKLAMI GEÇ

Eşitsizliğin Bedeli

21 Haziran 2016 Salı

Amerikalı bir yazar gelir dağılımının iyice bozulduğunu, hükümetin siyaset yaparken manevi duyguları sömürüp fakirlik edebiyatı yaptığını, yetkiyi alır almaz, fakirlerden alıp zenginlere vermek için politikalar ürettiğini yazıyor. Bu sistemin fırsat eşitliğini ve adaleti yok ettiğini, böyle devam etmesi halinde insanların demokrasiden umutlarını kesebileceklerini ve farklı kanallara yönelebileceklerini, Amerikan çıkarlarının tehlikeye gireceğini belirtiyor.

Yazıyı burada kessem; Birçok kişi “Kim? Neden?” sorularını sormadan başlar söylenmeye. “Efendim bu emperyalist Amerika ve onun CIA güdümündeki basını yeni dünyanın yıldızı Türkiye’nin önünü kesmeye çalışıyor!”

“Ezilen halkların lideri olmaya aday asrın liderini ve istikrar timsali hükümetimizi devirmeyi amaçlıyorlar!”

Ama sürpriz!

Yazar bu tespitlerini Türkiye için değil Amerika için yapmış.

Yazının başlığını Nobel ödüllü ekonomist Stiglitz’in kitabından ödünç aldım. Bir ara Clinton’ın başdanışmanlığını da yapan ve neoliberal ekonomi ekolünden yetişen yazar Amerikan toplumunun geldiği noktayı çok net ortaya koymuş. Halkın %1’i birikmiş servetin %30’una sahip, üstelik son 10 yılda artan zenginliğin %65’i de bu yüzde birin eline geçmiş. Politikacıların halkın değil bu %1’in çıkarı için çalıştığını söylüyor. Kitabın özeti:

Piyasalar başarısız. Piyasanın temelinde ahlaki kimlik yok. Bunu düzenlemesi gereken devlet ise başarısız.

Adalet duygusu kalmadı, eşitsizlik ortaya çıktı. Yaşanan krizlerde açıkça suçlu olan bankacılar, borsacılar hiçbir hukuki yaptırıma maruz kalmadan gelirlerini arttırırken, milyonlarca dar gelirlinin evine haciz uygulaması yapılıyor.
En alt gelir grubuna saatli bomba niteliğinde emlak kredileri veren, kredi kartlarına milyarlarca dolarlık limit aşım ücreti yükleyen programları hazırlayanlarda hiç suçluluk duygusu yok. Finans sektöründe bu kadar çok kişinin ahlaki değerden yoksun olması toplumsal değerlerin bozulmasının bir göstergesi.

Yetişmiş insanların birçoğu niteliklerinin çok altında işlerde çalışma veya işsiz kalma seçeneği ile karşı karşıya kalmıştır.

Demokrasiye güven azalmıştır. Demokrasi krizin gelişini görememiş, alt gelir gruplarını koruyamamış, şirketlerin suistimallerini önleyememiştir. Politikacılar kriz anlarında konuşmalar yaparlar ancak iktidara geldiklerinde krizin parçası olan CEO’ları yüksek mevkilere atarlar.

Eğer hiç kimse sorumlu tutulamıyorsa, eğer hiç kimse olan bitenden ötürü suçlanamıyorsa bu durum sorunun iktisadi ve siyasi sistemin kendisinde olduğu anlamına gelir.

2008 yılında ortaya çıkan büyük ekonomik kriz, buna bağlı artan işsizlik ve oluşan toplumsal tepki Wall Street’i işgal et tipi eylemlere yol açtı. Bu tepkiler aslında gençlerin demokrasiye olan inancının devam ettiğini gösteriyordu. Yaygın haber kanallarında çadırlarından kovulan çapulcular olarak gösterilen eylemcilerin sloganı “Biz yüzde 99’uz” idi. Gayet bilinçli, hedefi net olarak gösteren bir slogan.

Temel Sorun
Kitap bana aslında temel sorunumuzun pek de farklı olmadığını düşündürdü. Gelir uçurumu, demokrasiye güvensizlik, eşitsizlik, adaletsizlik, dış ve iç tehditlerle oyalanan kamuoyu. Küreselleşme hareketi ile dünya ekonomisi özellikle finans alanında tam anlamıyla entegre oldu. Bizim hükümetlerimizin uyguladığı ekonomi politikaları da Amerika’dan farklı değil.

Etrafımızdaki olayların nasıl olduğunu, neyi amaçladığını herkesin anlaması mümkün değil. İnsanların artık doğru bilgiye ulaşması tesadüflere bağlı. Bilgiye ulaşsa bile onu anlayıp yorumlayacak eğitimi varsa işe yaracaktır. Fakat artık eğitim sistemi de boynu bükük, kaderine razı, düz insanlar yetiştirmek için yapılanıyor. Gelir uçurumu aynı şekilde eğitim sistemine yansıyor ve bir eğitim uçurumu oluşturuyor. Artık düşük gelirli bir ailenin çocuğunun üst düzey bir eğitim alma şansı milyonda bir. Toplumun eğitim düzeyi düşük olunca bireyler bir bilgiye ulaşsa bile onu yorumlamakta zorluk çekiyorlar. Bu yüzden bizim “Aydın” dediğimiz bilgili, vicdanlı insanlara ihtiyacımız var. Bilgiye yorum katıp onun gelecekle olan ilişkisini kuran ve bunu çevresine anlatmaktan çekinmeyen insanlara muhtacız.

Aydınların Halkından Kopuk Olması
Bu başlığı görünce “hah işte” diye hemen atlayacak çok kişi tanıyorum. Aslında başlarda ben de öyle düşünüyordum. Fakat artık yaşananları gördükçe aslında aydınların halktan kopuk olmadığını ancak aydınlarla halkın arasında bağlantı kurulmaması için çok büyük bir kesimin gayret gösterdiğini düşünüyorum. Bu yarı aydınların, demagogların, amigoların görevi yaşanan problemlerin, farklı çözüm önerilerinin, alternatif görüşlerin yaygın kitlelere ulaşmasını önlemek. Bunun için basın yayın organları kuruyorlar, haberleri çarpıtıyorlar, tartışma programlarında saçma sapan fikirleri karşıt görüş olarak tartıştırıyorlar, bir anda olmayan gündemler yaratıyorlar. İnsanları “entel-dantel”, “aydın müsveddesi”, “vatan haini”, “ateist”, “komünist” gibi sıfatlarla damgalıyorlar. Hatırı sayılır sayıda kişi bu işi %1’lik kesimin ücretli elemanı olarak profesyonelce yapıyor. Çoğunluk ise ufak çıkarların ve sahte ideolojilerin motivasyonu ile hoyratça insanlara saldırıyor. Başarı kazandıkça taltif ediliyorlar, zenginleşiyorlar, yalılarda oturup, siyasilerin uçaklarında geziyorlar. Gerçek aydınlar ise maddi ve manevi baskıların altında bir yandan hayatla mücadele ederken bir yandan da halka aralarına örülen duvarın arkasına ulaşmaya çalışıyor.

Durum
Bu açıdan bakıldığında aslında AKP’nin %45’i değil %1’i temsil ettiği çok açık bir şekilde görülüyor. Yapılan bütün halkla ilişkiler kampanyalarına, politik sloganlara rağmen, izledikleri döviz politikası, yaptıkları özelleştirmeler, ortaya koydukları dev projeler, dış borçlanma konusunda durum, taşeron yasası, madencilere karşı tutumları, kıdem tazminatında yapılmak istenen düzenlemeler, devlette işe alım konusunda yarattıkları düzen bu konunun delillerini gösteriyor.
Dış ve iç güvenlik politikalarında yarattıkları kaosun hangi uzak amaçların parçası olduğunu zaman içinde hamleler geldikçe daha iyi göreceğiz. Ama aynı çevrelerin planları dahilinde olduğu kesin.

İşin acı tarafı diğer siyasi partilerin de dünyayı saran bu acımasız ekonomik ve siyasi düzeni nasıl toplumun yararına ehlileştireceklerine dair bir programlarının olmaması.

Halkımızın çoğunun, dünyadaki bütün insanlar gibi, basit istekleri var.

“Yeteneklerini kullanabilmek için bir şans, makul bir işte makul bir ücret karşılığında çalışma hakkı, daha adil ve kendilerine saygıyla yaklaşan bir ekonomi ve toplum.”

Demokrasi içinde bu isteklerin gerçekleşmesi için çalışacak insanların birlik olması gerekiyor. Kürt-Türk, Dinci-Dinsiz, Alevi-Sünni, Kadın-Erkek ayrımları bu temel eşitsizliği sürdürebilmek için körüklenen fay hatları. Kim insanları sömüren çıkar çevreleri ile işbirliği yapıyorsa bu sorunları o körüklüyor.
İnsanları birbirine düşüren suni gündemleri geride bırakarak gelir dağılımında eşitsizliği yenemezsek bütün dünya için bunun bedeli olacak. Bu bedeli zengin-fakir, gelişmiş-gelişmemiş, Müslüman-Hristiyan istisnasız bütün ülkeler çok ağır ödeyecek.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı