REKLAMI GEÇ

10. YIL MARŞIYLA DEĞİL, 100. YIL MARŞIYLA DA GURURLANMALIYIZ!

3 Ekim 2010 Pazar

Değişimdir dünyayı bu noktalara taşıyan ama her değişim de gelişimle sonuçlanmıyor ne yazık ki…

Dünya zaten milyonlarca yıldan bu yana siz deyin evrim ben diyeyim dönüşüm içinde…
Bundan 20 yıl önce cep telefonu yoktu, internette yoktu, mobil, kablosuz iletişim yoktu
Bundan 60 yıl önce televizyon da, klima da, uydu da…

Demek ki zaman değişiyor… İnsanlar da gelişiyor.. Sistemler de…
Değişimin önünde durmak imkansız ya geçici olarak oyalarsınız ya da bir fırsat olarak değerlendirip yönlendirirsiniz…
Asıl mesele değişen yaşamı nereye yönlendireceğinizdir..

Türkiye Cumhuriyeti, 3 kıtaya 700 yıl hükmetmiş bir büyük imparatorluğun üzerinde yükseldi. Birçok yönden geri kalmış imparatorluk günceli yakalayamadığı için yok oldu, yerine Atatürk’ün önderliğinde ve ideolojisinde bir Türkiye Cumhuriyeti yükseldi ve çok kısa bir süre içinde de gelişmiş ülkelerle arasındaki mesafeyi kapattı, toplumda travma yarattığı söylense de büyük bir kesim tarafından ilgiyle karşılandı, benimsendi.

Kendi döneminin en ilerici insanıydı Atatürk hatta öyle bir insan üstü vizyona sahipti ki söylemleri yüzyıllar boyunca insanlara önderlik yapacak mesajlar içeriyordu, bir bilgeydi.

Şimdi 2010 yılının sonuna geliyoruz. Cumhuriyet kurulalı yaklaşık 88 yıl olmuş, yüzyılı devirmesine 12 yıl var. Bu 88 yıllık süreçte 3,5 kez askeri darbe görmüş, başbakanı ve bakanları asılmış, sağ – sol siyasi çatışmalarında yaklaşık 5000 gencini kaybetmiş, 650.000 kişi sorgulanmış, ayrılıkçı teröre 30.000 masum insanını şehit vermiş, iktidar partilerine mensup kişilerin sebep olduğu yolsuzluklar yüzünden yaklaşık 400 milyar dolar’ı buharlaşmış bir ülke burası.

Bu sonuçtan anlaşılıyor ki Atatürk’ten sonraki dönemde Türkiye Cumhuriyeti çok istikrarlı bir gelişim grafiği gösterememiş. Uzun yıllar halkımız Atatürk’e olan sevgi ve bağlılığından dolayı koyduğu ilkeler çerçevesinde siyaset yapan merkez sağ ve sol partilere ilgi göstermişler. Fakat Atatürk tarafından cumhuriyetin başarı çıtası olarak tanımlanan batı medeniyetinin yaşam standartlarına bu partiler halkımızı ne yazık ki taşıyamamıştır.

Muhafazakar bir toplum olan Türkiye 1970’li yıllara gelindiğinde merkez sağa olan ilgisini yitirmeye başlamış ve bu dönemde toplumu iyi okuyan, değişim yanlısı solcu bir lidere, Ecevit’e ilgi göstermişlerdir. 1946 yılından bu yana ilk defa 1973 seçimlerinde bir sol parti, seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır. 1977 yılında da tekrarlanan bu ilgi CHP’nin o dönemki hizipçi, başarısız ve vizyonsuz kadroları yüzünden halkın CHP’den kopmasına ve devrimci örgütlerin güçlenmesine yol açmıştır. Güçlenen devrimci mücadele akabinde 1980 askeri darbesini getirmiştir.

1983 yılında sıfırlanan siyasi yaşamımız 1994 yerel ve 1995 genel seçimlerinde dini esaslara ve hassiyete dayalı bir siyasi anlayışın Türkiye’de zemin ve bir çıta bulmasıyla, merkezden uzaklaşan muhafazakar halkın ilgisine mazhar olmuştur.

Milli Görüş, yolsuzluk ve yoksulluk kıskacına girmiş, 2 anahtara vaadiyle halkı kandıran bir dönemin ardından siyasi mücadeleye 1994 yılında çok hızlı bir biçimde giriş yapmıştır. Daha sonrasında bir yenilikçi -gelenekçi tartışması yaşayarak bölünmüş ve yenilikçi kanadın kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye’yi 8 yıldır tek başına yönetmektedir.

Baktığınızda AKP’nin başarısı yıllardır merkezde kendileri için siyaset yapan siyasi zümreye bir isyanın sonucudur. AKP aslında büyük bir ilerici anlayışla başarılı olamayacak ve güncelliğini yitirmiş bir dünya görüşünden – Milli Görüş- uzaklaşmış kendini liberal muhafazakar bir çizgiyi oturtmayı başarabilmiştir. Yani değişimin gücüne inanmış ve bunun mükafatını siyasi mücadelede kat ve kat almıştır. İşte anahtar buradadır:
Değişmeyen tekşey değişimdir felsefesi.

1989 – 1994 yılları arasında yaşanan Nurettin Sözen’in belediye başkanlığı dönemi büyük bir başarısızlık örneği olarak tarihe geçmiştir. İSKİ skandalı, susuzluk ve çöp dağları hala insanların belleklerinde tazeliğini korumaktadır. Sözen’in bu başarısızlığı ardından Refah Partisinden Belediye Başkanı seçilen R. Tayyip Erdoğan’ın yıldızının parlamasına sebep olmuştur. R. Tayyip Erdoğan’a başbakanlık yolunun açılmasının müsebbibi olan Nurettin Sözen de 2002 seçimlerinde Deniz Baykal tarafından Sivas’tan milletvekilliğiyle ödüllendirilmiştir.

Referandum sonuçlarına baktığınızda milli geliri, eğitim düzeyi ve yaşam standartı yüksek olan iller, ilçeler ve semtler AKP hükümetinden rahatsızlardır. Halbuki ilk bakışta değişimden ve zenginleşmeden en yüksek payı alan bu kesimin rahatsız olmasına anlam vermek güçleşebilir. Üreten, yöneten ve harcayan bu kesim Türkiye’nin dinamosudur. Dünya görüşü olarak bu kesim Deniz Baykal’la bir kopukluk yaşarken Kemal Kılıçdaroğlu ile daha iyi bir temas kurmuştur. Eğer Türkiye 2023 yılında dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olmak istiyorsa, bu, CHP’nin toplumsal gelişimi destekleyen, beklentileri karşılayan, açık fikirle, ilerici ve statükodan uzak bir yeni siyaset anlayışı geliştirmesiyle olacaktır. Nasıl 10. yıl marşını CHP’nin kadroları yazdıysa 100. yıl marşını da yazmayı hedeflemelidir CHP’li kadrolar. Yoksa AKP bu rolü çok rahat üstlenecek bir yönetim anlayışına sahiptir.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı