SIFIRLANAN YARGI

Dünya barış günü olan 1 Eylül günü, yeni adli yıl açıldı. Görüntüye bakarsanız ortada yasama ve yürütme gibi yargı da hala var. Parlementer demokrasinin olmazsa olmazı, kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği, yasama organı yürütmeden bağımsız olarak yasaları yapar, yürütmeyi denetler. Yargı ise hem yasama, hem de yürütmeye karşı bağımsızdır ya da öyle olmalıdır. Kişilerin birbiriyle ve kamu gücüyle yaşadığı ihtilafları çözer, çözmesi beklenir.

Yargı bağımsızlığı,hakim teminatı demektir. Bağımsız ve özgür savunma demektir. Hukukun üstünlüğü demektir. Hani adam bağırıyordu bir zamanlar; “Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü” diye.
Öyle derken, ne diyorsa tam tersini yapmasını kanıksadık geçen zaman içinde.

Hukuk Fakültesi öğrencisi iken aykırı görüşleriyle bilinen hocam Prof. Keyman, en ilkel hukuk tanımını, “hukuk egemen gücün koyduğu kurallardır” diye yapardı. Egemen güç, önce yasama ve yürütmeyi iradesine bağladı. Sonra üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, sendikalar derken nefesini kesmediği hemen hiçbir kurum kalmadı. Özel Paşa’nın kırmızı çizgilerinin pantolon paçasında olduğu da anlaşıldı. Böylelikle ülke güvenliği konusunda dahi ordunun dili bağlandı.

Elbette sıra yargıya da gelecekti, geldi de. 2010 Anayasa referandumunda bas bas bağırdık. Bu değişiklik yargıyı tasfiye edip, teslim almaya yöneliktir. Başka da bir anlamı yoktur, diye dilimizde tüy bitti. Olan oldu, paralel dedikleri yapıyla işbirliği halinde yargı kurumlarının altını üstüne getirdiler. Bu sayede Ergenekon, balyoz gibi birçok davaya etki edildi. Ankara’da Deniz Feneri yolsuzluğunu araştıran ve dava açan savcılar sanık oldular.

Sonra birbirlerine düştüler. Kavga büyük ve derin. Önümüzdeki günlerde yapılacak HSYK seçimleri yegane hedef. Oy verecek hakim ve savcıları, kenar mahallede kömür dağıtıp oy alır gibi, maaş zammı, sicil affı vaatleriyle kandıracaklar. HSYK’da hükümetin istediği çoğunluk sağlandığında maç tamamen bitecek.

Adli yıl açılış törenlerinde Barolar birliği Başkanının savunma makamını temsilen konuşması uzun yıllardır sürüyor. Seçilmiş, tarafsız(!) cumhurbaşkanının, o konuşursa ben gelmem, sözü Yargıtay’ı hareketlendirdi. Başkanlar kurulu, aslında bu konuda karar alması bile gerekli değilken geleneğin devamına dair bir karar aldı. Seçilmiş Cumhurbaşkanı, “ hukuk sistemi bir avuç haşhaşinin şantajına mahkum bırakılamaz” sözleriyle bu kararı alanları yerden yere vurdu.

Olayın özü, Feyzioğlu’nun konuşup konuşmaması değil aslında. Yüksek yargının majestelerinin iradesine aykırı tutum alması, ileride davalar hakkında can sıkıcı kararlar verebileceklerini düşündürüyor. Adam haklı olarak, ayar veriyor.

Oysa, sözde bağımsız yargının ilk kademesi olan adli ve idari mahkemeler, savcılıklar çoktan hizaya girdi.Tamdört tane bakanın istifasıyla sonuçlanan, istifa eden bakanlardan Bayraktar’ın “ne yaptıysam başbakanın emriyle yaptım, o da istifa etsin” sözüne, bakan çocuklarının yatak odalarından çıkan milyon dolarlara rağmen, aralarında Bilal oğlumuzun da bulunduğu 96 sanık hakkında takipsizlik kararı pat diye çıkarıldı. Yolsuzluk soruşturması böylece kapatıldı. Bütün deliller de imha edilecek.

Yolsuzluk soruşturmalarını İstanbul ve İzmir’de yürüten polisler üç dalga halinde gözaltına alınıp, bir kısmı tutuklandı. Yetermi? Koskoca Cumhurbaşkanı bu dalgaların devam edeceğini ve“Vatansever hakim ve savcılar aralarındaki haşhaşileri temizleyecek hukuk sistemi üzerindeki gölgeleri de kaldıracaktır.” Sözleriyle bu dalgaların nereye uzanacağını açıkça söylüyor.

Adli yıl açılış törenlerini, savunmanın temsilcisi avukatlar olmadan adliyede Vali ve MİT temsilcileriyle pasta keserek kutlayan İstanbul Başsavcısı ve tören konuşmasında Hucurat ve Maide surelerinden alıntılar yapan Antalya Başsavcısı yırtacak belki ama, çoğu hakim ve savcıyı karanlık günler bekliyor.

Hakim ve savcıların gölgesinden korktuğu bir dönemde, sen git adaletten medet um!
Yeni adli yıl hayırlı olsun.