REKLAMI GEÇ

KRİZ VAR MI, YOK MU?

29 Ağustos 2018 Çarşamba

Olmaz olur mu? Hem de en ağırından.

Aslında içinde bulunduğumuz ekonomik kriz belirtilerini uzun süredir göstermekte idi. Bunun için inşaat sektöründeki verilere kabaca göz atmak bile yeterli olacaktır. Zira son 15 yıldır büyüme rakamlarının neredeyse fikslediğimiz sektör olan inşat sektörü ülkenin kurtuluşu değil olası bir ekonomik daralmada yıkımın ana sorumlusu olacaktır. Varımızı yoğumuzu bu alana yatırdık. En klişe tanımlama ile üretimden uzaklaştık, sadece tüketerek ekonomiye hız verdik. Tabi ki sonu gelecekti ve geldi.

Peki yazının başlığında neden buna yönelik şüphe varmışçasına bir soru sordum? Uzun bir bayram tatilini noktaladık ve gördük ki kriz falan lafta. Sahil kenarları, oteller ve tüm turistik tesisler maşallah ful dolu. Hatta o kadar dolu ki bazı beldelerde işletmeler küçük suyu 15 TL’den satmaya başlamış. Kimsenin müşteri arama derdi yok. Ee hani neyin kriz bu? Sorun aslında şu. Öyle bir toplum olmaya başladık ki borç batağındayken bile eğlenmeye devam edebiliyoruz. Krizler gelir geçer, borçlar ödenir ama asıl korkulacak konu bu toplumun bu kadar umursamaz bir hayat görüşüne doğru kayması. Buradan geri kafalı bir eleştiri yaptığım algısı oluşsun istemem, tabi ki bu denli uzun tatillerde, hele yaz dönemlerinde bu tür ihtiyaçlarımız olacaktır. Anlatmak istediğim şey tüketim toplumu olarak hangi seviyeye ulaşmış olduğumuz. Bu süreci Yunanistan yaşadı ve onlar bunu yaparken biz onları eleştiriyor idik. Bu meseleyi bu çerçevede algılamak gerekiyor.

Peki, dövize bağlı bu kriz dalgası nerden nereye geldi. Meşhur Rahip meselesi artık hepimizce biliniyor ki bu işin bahanesi. 20 küsur yıldır Türkiye’de yaşayan, İzmir’de kendi çapında bir cemaati olan, yaklaşık 1.5 yıldır ceza evinde tutulan bu ABD vatandaşı durup dururken Trump ve yönetimi için önem kazanmadı. Bence halen de önemli değil. Mesele Türkiye’nin son dönem içinde olduğu girişimler. S400 füzelerinin alımı, İran ambargosundaki sorunlar, Türkiye’nin kendine doğuda ve Atlantik ötesinde müttefik arama çabaları, ABD açısından “uyarı” gerektiren hamlelerdi. Trump da kendi tarzına göre bunu yapmaya çalışıyor.

Ancak meselenin bizim açımızdan bakılacak çok yönü var. Bu nokta da “ülkenin dış güçlerin tehdidi altında olması, bu tehdide karşı birlik olunması” gibi argümanlara hiç itirazım olmamakla birlikte, bu kadar kırılgan bir ekonomi olmamızın eleştirisini yapmaya engel olmayacağını düşünüyorum. Güncelde ki sorunun işaretleri o kadar uzun zamandır var ki. Ama bunu söylemeye çalışan herkes bir şekilde yaftalandı ve ötekileştirildi. 24 Haziran seçimlerinden sonra yeni sistemde kurulacak olan ilk kabinde gözler ekonomi alanında ehil eller aradı. Açıkça söylemek gerekirse tam anlamı ile hayal kırıklığı oluşturan bir tablo var ortada. Yeni ekonomi yönetimine tüm dış piyasaların verdiği tepki ilk yarım saatte dövizdeki oynamadan da anlaşıldı. Bu noktada küçük bir soru sormalıyım. Sn. Maliye Bakanı ile aynı CV’ye sahip, FETÖ okullarında okumuş bir kişinin bırakın bakan olmasını, şu konjonktürde devlette görev alması bile söz konusu olur mu olmaz mı?

Devlet genel bir kemer sıkma politikasından söz etmekle birlikte halen piyasaları kısa, orta ve uzun vadede rahatlatacak radikal adımlar atmıyor. Belki henüz atmıyor bilemiyorum. Ama son derece gereksiz bir takım büyük ölçekli yatırımlarda geri adım atmak niyetinde görünmüyor. Mesela Kanal İstanbul. Tüm kent plancıları ve ekolojik uzmanların aksi yönde ki görüşüne rağmen bu tarz projelerde ısrar etmeyi bir türlü anlamlandıramıyorum. Ve biz hala tüm dünyaya gücümüzü “İnşaat yaparak” göstermeye çalışıyoruz. Bu yazıyı kalem aldığım sıralarda konut satışının desteklenmesi adına “dev kampanyalar” açıklanıyor idi. Hiç mi ders almıyoruz?

Tüketerek değil, üreterek çare bulabiliriz. Üreteceğimiz şey de asla ve asla bina olmamalı. Bunları ekmeğini yapı üreterek kazanmaya çalışan biri olarak söylüyorum.

MALAZGİRT’İ ANARKEN…
Ağustos ayı Türkün zafer haftasıdır ve biz bu zaferler ile ne kadar gurur duysak azdır. Önce Malazgirt sonra Sakarya ve Büyük Taarruz. Hepsi bizim bu topraklara gelişimiz, burayı yurt yapışımız ve nihayetinde son ve sonsuza dek sahiplenmemizi sağlayan mücadelelerdir. Bu uğur da can veren tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Artık savaşların topla tüfekle yapılmadığı çağlarda yaşıyoruz. Devletlerin sınırları son büyük savaştan sonra garanti altına alınmış durumda. Ama artık asıl savaş devletleri ve ulusları kendi sınırları içerisinde etkisiz ve güçsüz bırakmak adına yapılıyor. Zaten artık Dünya o kadar iç içe bir sistem ki sınırların da bir önemi kalmadı.

Milli şuur ve bilinç açısından bu önemli zaferleri hatırlamak tabi ki çok önemli ama bunları bir siyasi propaganda aracı haline getirmek, dış dünyaya meydan okuma zemini yapmak çok tutarlı değil. Malazgirt’i çok şaşalı biçimde kutladık, ama birkaç yıl önce Kut’ül Amere savaşı içinde aynı temaşayı sergiledik. Bu savaşlar ve mücadeleler siyasi konjonktüre göre bir yıl kutlanıp ertesi yıl unutulacak değerlerimiz değildir. Böyle yaparsak o ruhu ve mücadeleyi değersizleştirmeye başlarız. Biz duygusal bir toplumuz, akıllı yöneticiler elinde duygularımız doğru yönlenirse çok şeye muktedir oluruz. İtirazım kutlamaya değil, bunları dönemsel olarak değerli hale getirip sonunu getirmemeye.

BİRKAÇ NOT DA DENİZLİ YE DAİR…
Denizli uzun bir süredir alt ve üst yapı çalışmaları ile uğraşan bir kent. Büyükşehir olmadan önce alt yapı hamlesi ile başlayan, büyükşehirden sonra da çeşitli yol ve kavşak düzenlemeleri ile devam eden bir süreç. Üçgen meydanı trafik çözümleri çok eleştirilse de zamanlama olarak gecikme olmadan tamamlandı. Trafik çözümüne gelince; sanırım mevcut şartlarda, yani emniyet önünde ve otogar önünde geçmiş yıllarda yapılan alt geçitlerin varlığı sebebi ile şu an ki çözüm dışında bir şey yapılması söz konu olmadı. Ama o kavşaklar yapılırken Mimarlar Odası olarak tüm üçgen meydanının dahil edilmesi gereken bir çözüm üretilmesi gerektiği yönünde görüş ve itirazlarımız olmuş bunlar dikkate alınmamış idi. Keşke o dönem konu böyle genel anlamda ele alınsa idi.

Ulus Caddesi de yakın zamanda düzenlendi ve trafiğe açıldı. Yetkililer “buna mı takılıyorsun sende” diyecekler belki ama söylemeden edemeyeceğim. Orta şeritteki bordürlerin ve çakıl taşı ile yapılan düzenlemelerin hali nedir Allah aşkına. Birbirini 2 metre düzenli olarak takip eden bordür hattı yok. Çakıl taşları ise resmen güvenlik tehdidi oluşturuyor. Geçtiğimiz günlerde yola çıkan bir taş karşı şeritten gelen bir aracın tekerinden aracımın kapısına sıçradı. Küre şeklinde ki çiçeklerin durumunu Peyzaj mimarlarına bırakıyorum. Umarım müteahhitlerin kesin kabulleri yapılmamıştır da düzeltmeler yapılacaktır.

Çamlık caddesi için ise durum bir garip. Kasım ayı başında başlayan çalışmalar-ki 10 ay gibi bir süre- halen devam ediyor. Bir süre önce esnafın sesini yükseltmesi ile asfalt dökülerek tozdan kurtulan cadde halen kaldırım ve yürüyüş yolları düzenlemesini bekliyor. Çamlık Caddesi sakinleri Belediye yetkilileri tarafından gösterilen “resimlerde” gördükleri caddeye kavuşmanın hayalini kuruyorlar. En azından gecikme ile ilgili bir açıklama bir takvim paylaşılsa bu bekleme daha da katlanılır olacaktır.

Her şey kentim ve ülkem için, dost acı söyler bu böyle biline…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı