PAPAZ KAÇTI
19 Ekim 2018 Cuma
Papaz gitti kavga bitti mi acaba? Son yılların en büyük ekonomik krizlerinden birini tetikleyen, 3 ayda rekor sayıda firmanın ‘’konkordato’’ ilan etmesine sebep olan, hükümetin “Kriz yok, bu bizim krizimiz değil…’’ tarzı açıklamalarına rağmen peş peşe ekonomik tedbirler açıklatan süreç sona erdi mi?
Meşhur rahip, papaz, her ne ise; tutuksuz yargılama yapılması ve ülke dışına çıkış yasağının kaldırılmasının ardından, bizi 6 TL’leri bulan Dolar kuru ile baş başa bırakarak ülkesi Amerika’ya bir kahraman edası ile geri döndü.
Aslında bu ekonomik problemler uzun bir süredir sinyallerini veriyor, geliyorum diyordu. Ancak bu uyarıları yapanlar, duyulması gereken yerlerde itibar görmediler. Çünkü bu söylemlerin sahipleri ya bölücü oluyor ya da Fetö’cu damgası yiyor, ya da büyük Türkiye’nin gelişmesinden rahatsızlık duyan dış güçlerin, ülke içindeki uzantıları oluyor idi.
Aslında; bir anda Rahip Brunson ile başlamış gibi görünen bu olaylar zinciri, gelişmekte olduğunu düşündüğümüz ekonomimizin ne kadar da kırılgan olduğunu görmemize neden oldu. Brunson sadece fitili ateşlemişti. Krizin başladığı tarihten bu yana reel sektör ile ilgili pek çok “tedbir” paketi açıklandı. Alınacak önlemlere dair biz dizi yaptırımlar ortaya koyuldu. Ama bütün bunlar piyasalar üzerinde rahibin serbest bırakılması kadar etkili olmadı. Hatta ilgili bakanın her konuşması dövizde bir artış ve dalgalanma ile sonuçlanıyor. Şu anda tüm sektörlerde durağan bir ortam söz konusu.
Örneğin kamunun ciddi bir tasarruf politikası hayata geçirilip, kamu harcamalarında bilmem kaç milyon TL’lik tasarruf yapılacağı, bu tasarrufun düşük faizler ile piyasaya aktarılacağı gibi “özveri” gerektiren açıklamalar yeterince güçlü değil. Bunun yerine ekonomik bir olayın sadece siyasi yanı üzerinden yine bol “hamaset” yüklü söylemler ile karşı karşıya kalıyoruz.
Devlet; vatandaştan, üreticiden, sanayiciden fedakarlık beklerken, pek çok marka, firma ve kuruluş ürünlerinde indirim açıklaması yaparken, devlet elektrik ve doğalgaza rekor oranda zam yaparak kendi payına düşen fedakarlıktan uzak duruyor. Son olarak ABD menşeili danışmanlık şirketi Mc Kinsey meselesi ekonomi politikaları ve kararları konusunda bir başka güven bunalımına sebep oldu. Parlak cümleler ile pazarlanmaya çalışılan bu firma bir anda tu kaka ediliverdi. İktidara yakın medya gruplarında bile pek çok köşe yazarı bu şirketin Türkiye’ye gelişini eleştirdi ve tabi bu yazarlar geçtiğimiz hafta çalıştıkları gazetelerden kovuldu.
Ekonomik krizden çıkış için dış sermayenin yeniden Türkiye’ye gelmesi oldukça önemli bir parametre. Ama bu uluslararası sermaye girişi, market raflarında etiket kontrolü yaparak enflasyonla mücadele edeceğini zanneden bir anlayış ile mümkün olamaz. Bu sermaye her şeyden önce güven ortamı isteyecektir. Türkiye 2010’lu yılların başına kadar bu görüntüleri veriyor; piyasa ekonomisi ve demokratikleşme ve hukuk alanlarında olumlu ve iyi niyetli adımlar atmaya çalışan bir çaba sergiliyordu. Ama bu gün başta AKP seçmeni bile yargıya güven anketlerinde olumlu bir söylemde bulunmuyor. Son olarak Rahip Brunson’un tahliyesi ile sonuçlanan mahkeme sürecinde “gizli tanıkların” ifadelerini değiştirmesi, Türkiye’nin hukuk ve adalet algısında bizi oldukça olumsuz noktalara düşürdü. Başka bir ülke de bunlar olsa eminim hepimiz o ülkenin yargı sistemi hakkında hiç de olumlu şeyler düşünmeyiz.
Şimdi; buraya kadar yazdıklarımı okuyan AKP’li dostlarım kızacak, muhalif olan dostlarım da tebessüm edip keyif alacak. Ama bu gelinen nokta, muhalefetin bir alternatif oluşturmaktaki yetersizliği ile çok ilişkili. Bu yetersizliğe yönelik çok gerekçe üretilebilir, bunların çoğu da haklı olabilir ancak bu kadar uzun süredir sergilenen çaresiz görüntünün siyaseten izahı mümkün değil. Bir büyüğümün geçenlerde yaptığı benzetme tam da bu durumu anlatıyor. Bir otomobil firmasının reklamında yer alan sloganda söylendiği gibi “ Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu.” Yani, sorunların kaynağı olarak gördüğümüz 16 yıllık iktidar, garip ve ironik biçimde toplum nazarında çözüm için hala tek seçenek olarak görülüyor. Buradan çıkarılacak çok önemli dersler olduğuna inanıyorum.
Önümüzde çok önemli bir yerel seçim var. Yeni yılın ilk ayları ile birlikte siyaset yeniden hareketlenecek. Adaylar ve projeler ile ilgili pek çok tartışma yaşanacak. Belki yine ittifaklar gündeme gelecek. Önümüzdeki aylarda Denizli’ye mercek tutan yazılar yazmaya gayret edeceğim. Ancak şunu söylemek isterim ki; siyaset kurumu büyük oranda yıpranmış durumda. Bugün hemen hemen herkes mevcut siyasi profillerden rahatsız. Ama şu öz eleştiriyi yapmak gerekirse, bu şikayette bulunan kişiler kendi komformist yaşantılarından taviz verip elini taşın altına sokmadıkları sürece bu profil düzelemez. Bu anlamda; siyasetten uzak durmaya gerekçe olarak gösterilen siyasetin yozlaşmış tarafı, siyasetin değil bu alan sahipsiz kaldığı için kendine yer edinen kişilerin oluşturduğu bir sorun. “Ben bu tür adamlar ile aynı karelere girmem” tarzındaki elitist söylem bir noktada artık kırılmalı. Düşünen, akıl ve fikir üreten, donanım sahibi bireylerin siyaset ile aralarındaki mesafeyi daraltması gerekiyor. Tabi bu noktada düşünce ve ideallerine yakın olan bir siyasi yapıyı da bulmaları gerek. Aksi takdirde sırf siyaset yapma uğruna ideal ve doğrulardan taviz vermek de söz konusu olmamalı.
İster bir partide olsun ister dışarıdan; ülkemiz ve yaşadığımız toplum adına doğru olduğuna inandığımız yolda hareket etmek, doğruları kamuoyu ile paylaşmak ve hatta uyarmak bizler için bir borçtur.
Yoksa şikâyet denizlerinde boğulup gideceğiz