REKLAMI GEÇ

DÜNYA YENİDEN KURULUYOR

2 Nisan 2018 Pazartesi

Dost: Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen kimse
-Kaç dostumuz var sizce?
Delikanlı: Sözünün eri, namuslu, dürüst
-X, Y, Z kuşakları için bu sözün anlamı aynı mıdır?
Vefa: Sevgiyi sürdürme, sevgi, dostluk bağlılığı
-Paranın yerle bir ettiği değerimiz
Ekin (Kültür): Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü
-Sizce toplumların, tabi bizim de özgün bir kültürümüz kaldı mı?

Yeni dünya, yeni Türkiye, doğaldır ki yeni kültür.

Eski dünyada ülkeler, halklar ve onların kendi kültürleri vardı. Her toplumun kültürü o toplumun günlük yaşamına binlerce kural, anlayış olarak yansırdı. Kültürün yazılı olmayan davranış yönlendirmelerinin çoğu, yasalardan bile daha etkili olmuş, toplumca benimsenmiş ve günlük yaşamda ana referanslar olarak uygulanmıştır.

Örneğin bizim kültürümüzde yaşlılara saygılı davranmak; düğünde, ölümde dayanışma içinde olmak; misafiri baş tacı etmek; düşene vurmamak; garibana sahip çıkmak; sözünün eri olmak; içtiğin kahvenin hatrını kırk yıl unutmamak; evini, kendini temiz tutmak, parayla satın alınmamak gibi anlayışlar ve davranışlar vardı. Vardı diyorum çünkü artık yok.

Şimdi tüm bunlar yenileriyle değiştirildi. Yaşlılar bir kenarda oturmalı; düğününe gelenin düğüne gitmeli, takılan altın ya da parayı not edip o kadar takmalısın; misafirden mümkün olduğunca kaçınmalı ama kaçamazsan dışarıda bir yerlere götürmelisin; düşenden, garibandan bana ne demelisin; söz vermek de ne ki? Söz uçar demelisin; kahvenin de hatrı mı olur, üç beş kuruş öder, kahve mekanında, kahve cihanında, olmadı star bilmem neyde içer geçersin; parayla satın alınmamak da ne komik, elbette ki parayı veren düdüğü çalar demelisin v.b, v.b.

Anadolu’ya geldik. Önce Arap-Fars etkisine girip Ortadoğu kültürüne rağbet ettik. Ardından Fransız etkisine, sonra külliyen Batı Avrupa’nın etkisine girip kültürlerine rağbet ettik. Kültürümüz bu kültürlerden ne kadar etkilense de kendi kültürümüzü korumayı başardık. Ancak son 20-30 yıldır televizyon ve internetin etkin desteğini arkasına alan ve dünyayı kasıp kavuran neoliberalizm kültürü gelip yerleşti kültürümüzün üstüne. Bu yeni kültür halkların kültürünün üstüne çöktüğü gibi bizim kültürün üstüne çökmede de pek zorlanmadı; zorlanmadı çünkü bu kültür çok ama çok sadeydi. İki basit kural üzerine kurulmuştu. Çılgınlar gibi üreteceksin, çılgınlar gibi de tüketeceksin. Böyle basit iki kural olunca hiç kimse zorlanmadı bu yeni kültürü kabullenmekte. Bu iki ana kural dışında her şey mübahtı. Bu iki kural dışında herkes her şeyde son derece özgür oldu. Özgürlükler çok kişisel olduğundan baş edilemez bir çeşitlilik oluşturdu. Çeşitlilik öyle çoğaldı ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamak olanaksızlaştı. Bu yeni kültürde herkes ama herkes kendince hep haklıydı ve bu da herkes için pek bir güzel oldu. Öyle ya, ne yaparsan yap hep doğrusun, hep haklısın.

Şimdilerde kabul etmek istemesek de genelgeçer doğrular vardır. İnsana, nihayetinde topluma saygı göstermek, güvenilir olmak, özverili olmak, bilgili olmak (olamadığında bilenlere saygı duymak), adaleti gözetmek, sözünün arkasında durmak gibi.

Elbet insanlık sarhoşluktan ayıkacak, genelgeçer doğruların huzurunu yeniden bulacak. Bu sarhoşluk yerini dinginliğe bırakırken (belki yeni bir dünya savaşı, belki doğal bir felaketle) dünyamıza, insanlığa ve nihayetinde her birimize büyük zararlar verecek, yani bu çılgın sarhoşluğun bir bedeli olacak. Bu bedelin yıkıcı etkilerini azaltacak aklın, tarihin sayfalarında; sıcaklığın yüreklerimizin bir yerlerinde olduğunu unutmamalıyız.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı