REKLAMI GEÇ

GİRİŞİMCİLİK BİLİNCİ

7 Eylül 2017 Perşembe

Endüstri 4.0 dijital çağına girdiğimiz şu günlerde, bu aşamaya gelen ülkelerin bu gücü nereden aldıklarını sorguladığımızda, en temel faktörün bu toplumlarda bulunan güçlü bir girişimcilik bilincinin olduğunu görüyoruz. Girişimcilik bilinci sayesinde sürekli gelişen ve az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler ile arasındaki refah farkını daima artıran toplumlar kalkınmış ve baş döndüren bir hızla kalkınmaya devam etmektedir. Girişimci olarak nitelendirebileceğimiz Almanya, Japonya gibi ülkeler ekonomileri tamamen çökse bile krizlerden kurtulmayı biliyorlar. Tıpkı asker millet dediğimiz Türk milletinin 1. dünya savaşı sonrası neredeyse tamamen imha edilmesinden sonra küllerinden yeniden doğması gibi. Türk milleti nasıl çeşitli badireler atlattıktan sonra ayakta kalma becerisi kazandıysa, girişimci milletler de belirli aşamalarda edindikleri tecrübeleri kullanarak kalkınmayı başardılar. Asker millet olmak nasıl zor ise, girişimci millet olmak da kolay değildir. Ancak asker millet olmayı başarabilmiş olan Türk Milleti girişimcilik özelliklerinden olan cesaret, dayanıklılık, sabır, yaratıcılık ve yönetim becerilerine sahip olduğu için girişimci millet olmayı da azmi ve ferasetiyle yakalayabilecek güçtedir. Bunun için Türk milletini düşünen yöneticilerin iş başına gelmesi ve kapsayıcı kurumlar oluşturarak ülkenin kaynaklarını belirli bir kesime değil, adaletli bir şekilde milletin menfaatine sunması gereklidir. Türk milleti bunun farkındadır ve endüstri 4.0 dijital çağını girişimcilik potansiyeli ile mutlaka yakalamak için 2019 yılında bu fırsatı kaçırmayacak ilk büyük adımı atacak ve defolu olmayan, metal yorgunluğu olmayan, mafyayı reddeden, aklını FETÖ’ye veya diğer cemaat ve tarikatlara kiralamamış, PKK ile çözüm aramamış, İslam devleti kuracak diye IŞİD, El Kaide, Boko Haram ve adını sayamadığımız diğer teröristler ile işbirliği yapmamış, demokrasi ve adalete inanan, taze, yeni, temiz ve dosdoğru kişileri seçecektir. Buna inancımız tamdır.

Bundan tam 300 yıl önce buhar makinesi icat edilerek birinci sanayi devriminin gerçekleşmiş olması ve bu buluşun başta tekstil ve ulaştırma sektörleri olmak üzere, çeşitli üretim faaliyetleri ve alt yapı hizmetlerinde kullanılmasıyla kitle üretimi çağı da başlamıştır. Buna bağlı olarak batılı toplumlar bu ilk atılımları sonucu öne çıktıkları yeni kitle üretimi çağında, eski zamanlara göre daha fazla hammadde ve enerji ile daha fazla insan gücüne ihtiyaç duymuşlardır. Bunun karşılığında, çok miktarda üretim yapabilmişler ve bu ürünleri pazarlayacak daha fazla bölgelere ihtiyaç duymaları dünya ekonomisinde bir küreselleşme dalgasına sebep olmuştur. Bundan hareketle Birinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebinin, sanayileşen Batı toplumlarının yeni kaynak temin etme ve yeni pazar bölgelerini garanti altına alma düşüncesinin olduğu söylenebilir. Ne yazık ki bu düşünce öngörülemeyen veya o dönemde küçümsenen Türk gücü nedeniyle son derece kanlı sonuçlar ortaya çıkarmıştır.

İkinci Dünya Savaşından sonra ise, iki kutuplu dünya dediğimiz, biri liberal-kapitalist, diğeri kolektivist-sosyalist düşünceyi savunan bloklaşma, toplumlar arasındaki zengin kaynaklara sahip olma mücadelesini hızlandırmıştır. 1990’dan sonra tek kutuplu Batı hegemonyası, özellikle kendi doğal kaynaklarını ve yetişmiş insan gücünü etkin olarak kullanamayan az gelişmiş toplumların kaynaklarını, “küreselleşme” kandırmacası ile daha fazla kontrol etmeye başlamıştır. Bunun sonucunda kendi halkını yüksek gelir ve tüketim düzeyine sahip bir hayata alıştırmış olan gelişmiş Batı toplumları yüksek refahlarının devamı için, kendi ekonomik coğrafyalarının imkânları yeterli olmadığından, dünyanın diğer coğrafyalarının her türlü kaynaklarına, her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadırlar. Bunun içindir ki, gelişmiş Batı toplumları, küreselleşme süreci adı altında, serbest piyasa ekonomisini öne sürerek sermaye hareketlerini ve malların serbest dolaşımını dayatan uygulamaları ile, dünya ekonomisinin nispeten kapalı ve ulusal ekonomik sınırlarını yok ederek, az gelişmiş ülkelerin aleyhine çevirmişlerdir.

Az gelişmiş ve yeni bir sınıflandırmaya göre küreselleştirilen bazı ülkelerin yeterli ekonomik kaynakları mevcut olmayabilir. Ancak, bu ülkelerin önemli bir kısmının kaynaklarının ekonomik ve teknik olarak işlenmesi ve işletilmesi durumunda, çok önemli bir potansiyele sahip olduklarını da ifade etmek gerekir. Bunu gören gelişmiş ve yeni bir sınıflandırmaya göre küreselleştiren batılı ülkelerin amacı bu tür zayıf ülkeleri başta enerji ve ham madde kaynakları olmak üzere, vasıflı işgüçlerini de kullanarak uygun fason üretim ve pazar alanlarına dönüştürmek ve bütün bu imkân ve kaynakları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı sürdürmektir.

Az gelişmiş ülkelerin yönetim sistemlerinin kapsayıcı ve millet odaklı olmayışı, kaynakları zengin ve yeterli olmasına rağmen bütün bunları üretken ve verimli bir şekilde kendi halklarının lehine işletilmemesi, bunu fırsata çeviren refah düzeyleri yüksek ülkeler etkili bir ekonomi yönetimi ile askeri, diplomatik, sosyal ve psikolojik üstünlüğü ele geçirmeleri sonucunu doğurmuştur. Kendi kaynaklarını etkin kullanma becerisini ve iradesini gösteremeyen az gelişmiş ülkelerin yönetim sistemleri, zengin ülkelere çok büyük sosyo-ekonomik rantlar sağlamaktadır. Hal bu ki az gelişmiş ülkeler kendi kaynaklarını kendi halklarının zenginlik ve refahı için kullanmış ve nitelikli orta sınıf dediğimiz girişimci bir kesim oluşturabilselerdi, gelir eşitsizliği ortadan kalkar ve egemen ülkelerin sömürülerinden kendilerini kurtarma ihtimali daha yüksek olurdu.

Girişimcilik ve üretimin düşük olma nedenlerinden birisi rant ve faizlerin çok yüksek olmasıdır. Bu da en büyük eşitsizlik kaynağıdır. Aşırı şehirleşme ve nüfusun şehirlerin mevcut alt yapılarının kaldırabileceğinden daha yoğun yığılması, sanayi ve hizmet sektöründe girişimcilik yerine spekülatörlük ve fırsatçılığın, yolsuzluk-rüşvet ve kayırmacılığın yaygınlaşması girişimcilik bilincinin oluşmasını engeller. Kolay ve haksız yüksek gelir elde etmenin sonucunda genellikle dışarıya para kaçırma eğilimi artmakta, ithalata dayalı aşırı lüks ve gösteriş tüketimi çılgınlığı oluşmakta, dış ticaret dengesi bozulmakta, cari açığa bağlı olarak iç ve dış borçlanma ihtiyacının yüksekliği gibi durumlar kalıcı hale gelmektedir. Rant ve faiz oranlarının gereğinden fazla ve çarpık bir şekilde yüksek olması ile emek verimliliği düşer ve kar payları, rant ve faizlerden daha düşük hale gelir. Ücret ve maaşlar çok düşük olup genellikle asgari düzey etrafında şekillenir. Tarımsal faaliyetlerin ilkel usullerle yapılması ve sanayide katma değeri düşük ürünler üretilmesi, köyden kente göç kırsalda da girişimciliğin gelişmesini engeller.

Ayrıca, teknoloji düzeyinin zayıf olması, etkinlik ve verimliliğin düşüklüğü, eğitimsizlik ve vasıfsızlık, çalışanların örgütlenmemiş olması, artan işsizlik, gelişmiş ülkelerin baskısı altında hem yöneticilerin hem de halkın psikolojisinin bozulması, siyasî belirsizlik ve istikrarsızlığın devamı gibi etkenler nedeniyle bir türlü kapsayıcı kurumlarını oluşturamayan ve girişimcileri dışlayan az gelişmiş ülke ekonomilerinde yeterince girişimci bir sınıf ortaya çıkamamaktadır.

Bu bağlamda, faizlerin düşürülmesi, kira ve rant gelirlerinin yüksek oranda vergilendirilmesi, üretimden elde edilecek kar ve ücret gelirlerinin toplam milli gelir içerisindeki oranlarının yükseltilmesi ve girişimciliğin desteklenmesi toplumsal kalkınma açısından çok önemlidir. Bu seviyeye hızla ulaşacak üretim yapacak ve ürettiğini satabilecek girişimci bir sınıf oluşturmak için ana sınıfından başlayarak her aşamada girişimcilik bilinci oluşturacak, araştırmacı, sorgulayıcı ve yaratıcı bir eğitim sistemine geçilmesi ve girişimcilik seferberliği en gerçekçi çözümdür.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı