REKLAMI GEÇ

TEKSTİLİN GELECEĞİ

5 Ekim 2017 Perşembe

Denizli, Babadağ, Buldan ve Kızılcabölük’deki dokumacılık geleneğini 80’li yıllarda sanayiye çevirdi ve yaklaşık 40 yıllık süreçte “Havlunun Başkenti”, “Tekstil Şehri” gibi ünvanları almayı hak etti.

Türkiye genelinde tekstil sektörü yıllar içinde havlu, bornoz, ev tekstili, giyim, konfeksiyon gibi dallara ayrıldı ve geçmişten beri en çok istihdam ve katma değer yaratan alanlardan biri oldu. Emek yoğun bir sektör olan tekstil sanayiinde yaşanan bir çok iniş çıkışlardan sonra “tekstil bitti, eskisi kadar kazanç yok” denilse de İstanbul başta olmak üzere, Denizli, Bursa, Malatya, Kahraman Maraş, Gaziantep vb. iller yoluna sağlam adımlar ile devam ediyor. Tabii ki dünyada rekabetin ve iş yapma becerilerinin artması nedeniyle sektörde sürekli bir daralma olacaktır.

Ancak sektöre yeni katılmak ve gelişmek isteyen girişimcilere, dönüşüme ve yeni iş yapma biçimlerine ayak uydurarak, sağlıklı bir kurumsallaşma ve markalaşma stratejisi ile tekstilin asla bitmeyeceğini söyleyebiliriz.

Bunda en önemli faktör, üreticilerimizin fasonculuktan kurtulmaya başlaması ve yurtdışı satışlarından edinilmiş olan tecrübelerdir. Tecrübesizlik ve yurtdışını bilen adam bulma sıkıntılarının yaşandığı 80’li yıllarda fasonculukla, yani yurtdışından sipariş veren firmanın markası altında başlayan dışa açılma serüveni, dış dünya ile tanışma ve iş yapma biçimlerini öğrenmemize yardımcı oldu. O dönemlerde devlet önemli ihracat hedefleri koyuyor, ancak bunu gerçekleştirecek insan kaynağı bulunamıyordu. Kalite düşüncesi yerleşmemişti. Mevcut 2-3 dış ticaret şirketi başka işlerle meşguldü. Proforma ve teklif hazırlamayı bilen yoktu. O dönemlerde tekstilin dünya markaları Türkiye’ye girmeye başladığında, marka ürünlere ulaşılmaz gözüyle bakıyorduk. Sonra bu ürünler Türkiye’de üretilmeye başlandı. Rekabet tekstil sektörünü daha iyi olmaya zorladı. Sonuçta rekabete ve kaliteye ayak uydurmayı öğrendik.

Bugün dünyanın her ülkesinde Türk girişimcileri bulmak mümkün. Kalite, insan kaynağı, hız ve rekabet konusunda kendimizi oldukça geliştirdik. Günümüzde istenilen kalitede ürün üretebilen ve ürettiğini de pazarlayabilecek insan kaynağımız mevcut. Tabii profesyonellikte biraz daha kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Kurumsallaşma eksikleri de yavaş yavaş gideriliyor. Çünkü iş yapma biçimleri değişti. Uluslar arası pazarlamada, e-ticaret, üretim, tedarikçi, lojistik, müşteri hizmetleri ve kalite yönetiminde birçok değişim ve dönüşüm süreçleri yaşandı. Buna ayak uyduranlar ayakta kaldı. Bu işte marka olmanın önemini kavradık. Bundan sonraki süreçte işin en önemlisi, fasoncu imajından kurtulmak önemli. İnanılmaz boyutlardaki fason üretiminin getirdiği iş hacmini de göz ardı etmek mümkün değil. O dönem en çok ihracat yapılan ülke ABD idi. Arkasından Almanya ve AB’yi keşfettik. Türkiye’nin toplam ihracatının % 20’si tekstildi. Adetler çok yüksek olmasına rağmen fiyatlar çok düşüktü. 2017 yılına geldiğimizde toplam ihracatın % 7’sinin tekstil olduğunu görüyoruz. 2017 yılında en fazla tekstil ihracatı AB ülkelerine yapılmış. İkinci sırada Ortadoğu ülkeleri geliyor. Üçüncü sırada Afrika ülkeleri yer alırken, ABD dördüncü sıraya gerilemiş durumda. Ev tekstili ihracatında ise halen Almanya ve ABD 1 numaralı pazarımız. Bu rakamların artması için tasarım, moda ve markanın önemini artık tekrar vurgulamaya gerek yok. Dünyada İtalyan markaları kadar etkin olduğumuzda kalıcı olmamamız için bir sebep yok.

Türkiye’deki FETÖ darbesi, diğer terör olayları ve komşularımız ile ilişkilerin bozulması genel olarak ekonomiyi kötü etkilerken, iç pazarda çok büyük daralma olmasının yanında, toplam ihracatımızın da gerilemesine neden oldu. Türkiye’deki olaylar finansman ihtiyacını doğurmuş, TL değer kaybetmiş ve dolar kuru yükselmiştir. İhracatta öngörülebilen dolar kuru çok önemlidir. Son dönemlerde kurdaki aşırı oynaklık ihracatı olumsuz etkilemeye devam edecek gibi gözüküyor.

Peki tüm bu siyasi çalkantılar, inişler çıkışlar, gerginlikler olmaya devam ederken tekstilci ne yapacak? Doğru ürünü üretirseniz, piyasada görünmeyen bir el sizi destekleyecektir. Doğru ürün alıcısını bulur. Ürün kaliteliyse dış etkenler fazla sorun yaratmaz. Doğru ürün müşterinin beklentilerini karşılayan üründür. Bunun için yeni iş yapma biçimine alışmak, AR-GE ve inovasyona önem vermek, kalifiye ve eğitimli insanlarla çalışmak gerekiyor. Boşlukları ancak erken uyarı sistemi ile yakalayabilirsiniz. Kaliteli ürün yapıyorsanız, tasarım kusursuz, sunum da eksiksiz ise, bilinçli müşteri ve pazarlar size ilgi göstermeye devam edecektir.

Markalarımıza ve ürünlerimize ilgiyi artırmak için uluslar arası etkinlikleri takip etmek ve katılmak lazım. Markanın desteklenmesi için komple ve gerçek bir tekstil endüstrisi gerekir. Pamuğu, ipliği, aksesuarları, yarı mamülleri, tekstil makinalarını bugün bir yerden yarın başka bir yerden alırsanız, geleceğiniz pek iç açıcı sayılmaz. Pamuk üretiminde yakalanan iyi bir ivme var. Denizli, Manisa, ve Aydın’da küstürülen ve yaklaşık 10 yıldır pamuk ekmeyen üreticiler, pamuğa yeniden dönüş yapıyor. Pamuk ekimine tekrar dönen bu üreticileri yine küstürmeden en az 3 yıl daha kaçırmamak lazım. 2001 yılında pamukta 721 bin hektar ekili alan varken, bu yıl ekili alanın yaklaşık 500 bin hektara, üretimin ise 900 bin tona ulaşması bekleniyor. Bu ivme sürdürülebilirse Türkiye önümüzdeki 3 yıl içerisinde kendi tüketimini karşılar duruma gelebilir. Bu işin hammadde boyutu. Pamuğun işlenmesi, iplik üretiminden sonra aynı şekilde tekstil makineleri üretimine hızla geçilmelidir. Tekstil makinesi imalatı yapacak birikime sahip mühendislerimizi harekete geçirme zamanı gelmiştir. Kendi üreteceğimiz makineler ile ortalama yaşı 7 olan eski, verimsiz tekstil makinelerini 3-5 yıllık amortisman süreleri ile yenilemek maliyetleri düşürecek, rekabet gücümüzü artıracaktır. Bu süreçleri kendimiz üretebilir ve yönetebilirsek tekstil sektöründe katma değer artacak ve eski kazançlara tekrar ulaşılacaktır.

Bunların yanında yurt dışı pazarlarda, sanal, soyut ve somut olarak, mağazalarınızla sürekli var olmak zorundasınız. Bu da kurumsallık gerektirir. Tekstil şirketlerinin çoğunluğunun aile şirketi olması buna engel değildir. Bu işin sırrı zaten yerel gücünüzü kullanmaktan geçer. Küresel düşüneceksiniz, fakat yerel hareket, renk ve zevk katacaksınız. Yani markanız sizi ifade edecek. Çakma veya kopya olmayacak. Adınız orijinal İtalyan markayı çağrıştırırken, kalıcı olmanız mümkün değildir. Ayrıca kurumsal yapınızın sağlam olması şart. Kurumsal disiplinden taviz vermemelisiniz. Ancak amatör ruhu, müşteri ile göz temasını kaybetmeyeceksiniz. Kimse yönetim kurulunda alınan kararların dışına çıkmayacak. İletişim sıcak ve sürekli olacak. Kültürel engeller samimi bir şekilde izah edilecek ve kararlılık arz edecek. Gelişmiş ülkelerde bu işler böyle yapılıyor. Bir ülkenin sanayi ülkesi, tekstil ülkesi, turizm ülkesi vb. olabilmesi ancak sıkı bir eğitim ve sağlam bir kültür sonucunda sektörlerin kalıcı olması ile mümkündür. Bunun için altyapı yetmez. Tekstilde yakaladığımız fırsatların sürdürülebilirliği için eğitimden, üretime, tarladan teknolojiye kadar sektörel kültür geliştirmek ve tüm süreçlerin A’dan Z’ye hakimi ve kontrolünün elimizde olması gerekir. Aksi takdirde bir yıl boyunca, tarlada olsun fabrikada olsun canla başla üretip, ürettiğimizi bin bir güçlükle ihraç edip, hızla artan rekabete dayanabilmek için yılsonunda gene yurt dışından ancak bir tekstil makinesi satın alarak kazandığımız dövizleri geri vermeye devam ederiz.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Isa Dal   -  Bağlantı 6 Ekim 2017, 06:19

Mustafa Bey, kaleminize sağlık. Doğru tespitler. Özellikle son paragrafınızın altını çizmeli.
Saygılar,
İsa DAL

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı