REKLAMI GEÇ

KALPLERİ RUMELİ’DE KALANLAR

1 Nisan 2018 Pazar

‘Bir mübadele öyküsü’

Selanik’in Grebena, Vraşno, Kastro kazalarının tozlu sokaklarında son kez koşuyordu çocuklar. Kadınlar bir yandan ağlıyor bir yandan da uzun yolculukta kendilerine gerekecek eşyaları topluyordu. Erkekler ise şaşkındı. Yüzyıllardır oturdukları topraklardan başka bir yere gönderiliyorlardı. Yıllardır savaş halindelerdi. Hayatlarına Osmanlı Devleti ile başlamış, daha sonra Yunanistan Devleti’nin bayrağı altında yaşamışlardı ve şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı olacaklardı. Kısacık ömürlerinde 3 devlet girmişti hayatlarına…

Kaçınılmaz son buydu sanki. Her gün bir Rum çetesi bir Müslümanı öldürüyordu. Daha geçenlerde camiye toplayıp toplu katliam yapmışlardı. Mübadele kaçınılmazdı ama doğduğun, doyduğun, sevdalandığın, çeşmesinden su içtiğinden topraklardan ayrılmak zordu.

Öyle diyordu Yahya Kemal: ‘Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor. Lakin vatandan ayrılışın ızdırabı zor’

Zordu doğdukları topraklardan ayrılmak ama zaman gelmişti artık. Her gün yemek yedikleri, sohbet ettikleri, namaz kıldıkları, misafir ağırladıkları evlerine son kez baktılar ve kendilerini Anadolu’ya götürecek olan kervana katıldılar.

Yunanistan ve Türkiye çok yakın gözükse de öyle olmadı yolculukları. Bekledikleri gemi bir türlü gelmedi. Ege Denizi’nin kenarında beklerken hastalandılar, aç kaldılar. Sonunda yeni memleketlerine götürecek olan gemi geldi. Bindiler kendilerini Anadolu’ya götürecek olangemiye. Yolculuk boyunca doğdukları evi, çalıştıkları bahçeleri, koşturdukları sokakları, su içtikleri çeşmeleri düşündü mübadiller. En sevdiklerinin mezarları o topraklarda kalmıştı. Yolculuk da çok zor geçti. Kimisi çocuğunu kaybetti, kimisi çeşitli hastalıklara yakalandı.

Gemiden indiklerinde yeni bir hayatın başladığının farkındalardı. Artık evleri, malları, tutulacak bir dalları yoktu. Yolları Denizli’nin Honaz kazasına düştü. Kapı ve penceresi olmayan evleri gösterdiler mübadillere. Herkes şaşkındı. Ne bir işleri ne de yiyecekleri bir lokma ekmek vardı. GençTürkiye Cumhuriyeti sahip çıktı onlara. Ekmek verdi, un verdi. Yeni vatandaşları aç kalmasın diye uğraştı…

Yunanistan’dan gelenler sadece Rumca biliyorlardı. Honaz’ın yerli halkıyla kaynaşmak biraz geç oldu. Onlar mübadillerden bir şey öğrendi, mübadiller onlardan bir şey. Okullara gittiler. ‘Neden Türkçe bilmiyorsun’ diye tokatlandıkları dahi oldu. Dert etmediler tokadı. Onlar hayatın tokadını doğdukları topraklardan ayrılarak yemişlerdi zaten.

Yeni vatanlarında çok çalıştılar. Komisyonculuk, bahçıvanlık, kamyonculuk, çiftçilik yaparak genç Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte onlar da kalkındı. Bir çoğu doğdukları toprakların hasretiyle göçtü bu alemden.Kalanlar, gidenlerin öyküleriyle büyüdü…

Bu hayatın aynısını Honazlı Rumlar da Yunanistan’a giderken yaşadı. Evlerinden zorla çıkarıldılar. Çeşmeden su içip yürüyerek gittikleri kilise yolunu onlar da özledi. Yolda büyük acılar yaşadılar. Gittikleri memleketlerinde ‘Ah Honazım’ diye ağlaştılar.

Ben o acıların içinden gelen mübadillerin torunuyum. Onların hikayeleriyle büyüdüm. İnsan sevgisini, ahlakı, acıya karşı olan direnci ben onlarda gördüm. Keşke onlarla daha fazla vakit geçirip öğrenseydim dillerini, kültürlerini, duygularını.. Bu dünyadan çok güzel geçti onlar..

Kalpleri Rumeli’de kalsa da 94 yıl önce vatan topraklarına gelen atalarıma rahmetle…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı