REKLAMI GEÇ

FARZ-I MASAL

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Henüz anne olmaya uzak, kavak yellerinin saçlarımı taramakta olduğu yıllardayım.

Güllerin bile vardiya usulü açtığı resmi bir bahçe içinde, bürokratik sarıya özensizce boyanmış, köşeli, 4 katlı zevksiz bir binaya giriyorum. Beni girişte ruhu boynuyla kravatının arasına sıkışmış gibi duran bir bey karşılıyor. Gülümsüyor mu, acı mı çekiyor karar veremediğim yüz ifadesiyle bir hoş geldiniz çiğniyor ağzının içinde.

Elim kolum dolu, önüme düşüyor bir üst kata çıkıyoruz. Sesim çıplak duvarlarla yükselen merdivenlerde metalik yankılar yapınca susuyorum. Birinci kata geldiğimizde, halılarla birlikte kaç yıldır arkadaş olduğunu tahmin edemediğim kesif bir sidik kokusu burnumun direğini nakavt ediyor. O zamanlar daha rol yapmanın kibarlık olmadığını anlamamış olduğumdan, burnum kaşınmış gibi elimle solunum yollarımı kapatıyorum çarçabuk.

Elimden taşmakta olan çikolata ve oyuncak kutularını görevli hanıma teslim ediyorum, ayakkabılarımı çıkararak (galoş icat olmamış ki) ilk rengini beş tahminde bulamadığım halının son çirkin rengine usulca basıyorum.

Bir anda etrafım “anne, anne” cıvıltılarıyla kalabalıklaşıyor. Eteğime, koluma, bacağıma konmuş çocuklar beni milimetrik parçalara bölüyor. Görevli anneler çocukları benden koparmaya çalıştıkça, çığlıklar koro halinde yükseliyor. Gözlerine gökyüzü ekilmiş, saçlarına bukle bukle güneş yağmış bir oğlan çocuğu kucağıma oturuyor. Koltuğumun altına sokuluyor ve minik Herkül’ü ayıramıyorlar bedenimden. Rakipleri çok, tahttan indirmek için her biri başka bir hamle yapıyor ama ı-ıhh, hayatta bırakmıyor.

Uzunca bir süre yapışık vaziyette geziyoruz çirkin renkli halının üzerinde. Etrafımdaki diğer zamklı bıdıklar da yapışıyorlar, mıknatısa çekilmiş toplu iğneler gibi öbek halinde yürümeye başlıyoruz.

Masallar anlatıyorum gürültünün içine doğru, oyuncakları gösteriyorum, çikolataları dağıtıyorum ama tek ilgilendikleri benim bedenim. Dokunmak, sevilmek, özel hissetmek tek dertleri! İçimden darmadağın kırılma sesleri geliyor. Midem, kalbim, ciğerlerim her biri ayrı bir yere savrulmuş, kırık dökük nefes almaya çalışıyorum…

İlk yetiştirme yurdu ziyaretimin izleri benimle birlikte yaş alıyorlar.

Annem yetiştirme yurdu kadın kollarında çalışıyor o dönem ve bu manzarayı iyileştirmek için çok gayret gösteriyorlar. Epey de yol kat ediyorlar ama kıyafetleri, yatakları düzelmiş olsa da, çocuk olmayı öğretemiyorlar. Çocuk olabilmek için bir anne, bir baba gerekiyor çünkü. Onlar bu iki kelimeyi söylemeyi özlüyorlar. Koğuştan hallice yatakhanenin önünde biriken ayakkabılardan herhangi birini giymeyi değil, kendilerinin olanı giymeyi istiyorlar.

O dönemlerde hafta sonları evlerimize bir çocuk götürmek yönünde bir uygulama başlatılmıştı.

Biz de Aliş’i almıştık bir keresinde. Onu evimizin üyesi hissettirmek için elimizden geleni yapıyorduk. Annem “mutfakta bir bardak sütün var hadi al gel oğlum” dediğinde çocuk dondu kaldı. Öyle şaşkın bize baktı ne demek istiyoruz diye. Sonra anladık ki mutfak nedir bilmiyordu. Onların “yemekhaneleri” vardı. Yatak odaları yoktu ,”yatakhaneleri” vardı.

Daha sonra bu uygulama kaldırıldı. Çünkü gördüğü iki günlük rüyadan uyanınca mutfak gidiyor, yerine yemekhane geliyordu. Alt üst oldular. Artık biliyorlardı ve bilip de orada olamamak daha acı vericiydi.

Yıllar sonra Koruyucu Aile Sistemi geliştirildi. Denizli’de Ayfer Doğan öncülüğünde Koruyucu Aile Derneği kuruldu ve çok yol kat ettiler.

Sloganları da “Her çocuk mutlu bir ailede büyümeyi hak eder”.

Soyadınızı vermeniz değil, sevginizi vermeniz önemli.

Doğurmanız değil, doğurulmuş olanı kurtarmanız önemli.

Kimin çocuğu olduğu değil, çocuk olması önemli.

Sahip olmanız değil, sahip çıkmanız önemli.

Yaşadıklarının acısını, yaşatacaklarınızın merhemiyle iyileştirmek önemli!

Yuvada tek bir çocuk kalmayana kadar bu mücadele devam edecek.

Çünkü dünyayı güzellik kurtaracak ve bir çocuğu sevmekle başlayacak her şey…

FARZ-I MASAL

Farz et ki,
Bir ekmek fazla yedin bugün
Bir bardak süt fazla içti oğlun
Son bardağı içirmeyecek misin?

Farz et ki
Misafirin geldi habersiz
Sofraya bir tabak daha koydun
Yemek az diye yedirmeyecek misin?

Farz et ki
Bir değil iki oldu çocuğun
Birini giydirmeyecek misin?

Farz et ki
İki katını aldın yakacak odunun
Birini seneye bekletmeyecek misin?

Farz et ki
Tanımadığın bir çocuk
O bir bardak sütle mutlu uyudu
Tanımadığın bir kadın
O bir somun ekmekle hayat buldu
Tanımadığın bir adamın
Aylardır ilk kez karnı doydu
Tanımadığın bir ninenin
Belki ilk kez sıcak elleri oldu

Farz et, farz et, fark et…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Göksel Altınışık   -  Bağlantı 17 Temmuz 2017, 16:32

Aylinim gönlünün guzel olması tek başına bir anlam taşımazdı, sen o guzel gönlü böylesi cogaltabilemeseydin…nasil da büyüyor dokunduğun her insanla…yaz hep yaz, o gönülde bize bulaşması gereken çok duygu var çünkü.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı