REKLAMI GEÇ

KONSANTRE SANAT GÜNLERİ

19 Ekim 2021 Salı

Gün olur ayı besler, yıl olur günü beslemez” derdi babam.

Hah işte tam da öyle bir hafta geçirdim hatta dokuz ayın çarşambası da bir araya geldi aslında.

Artık solgun pandemik yanaklarımıza renk gelsin diye mi, ölmeye yatmış ekonomi hızla dirilmeye yeltensin diye mi, yırtılmaya yüz tutmuş sanat aourtumuzun çeperini destekleyelim diye mi bilemiyorum, bütün sanat, edebiyat faaliyetlerini tutmuş aynı haftaya tıkmışlar. Artık bundan sonraki aylarda stoktan kullanacağız.

Başlayalım o zaman gözümün seyreylediğini, kalemden akıtmaya.

8-17 Ekim arası Denizli 4. Kitap Fuarı günleri idi. Nisan ayında yapılması gelenekleşmekteyken neden bir geri sıçramayla ekime alındığını ben bilmiyorum. Geri sıçramalarımız meşhurdur gerçi, atılım diye adlandırdığımız da neyse konumuz bu değil. Sanki bir suni ekonomik dalga yaratılmak amacıyla, biraz da iki yıllık suskunluğa gövde gösterisi anlamında belki de apar topar, muhafazakar katılımın çokluğuyla yapılıvermiş bir fuarımsı idi bence. Üst düzey yayınevlerinden birkaç tanesi sadece oldukça ekonomik stantlar açarken, pek çoğu katılmamıştı bile. Kalan boşluklar geçiş yollarına eklenmiş ve hatta geniş geniş oturma alanları sunulmuştu ziyaretçiye. Her zamanki gibi kalabalığı gerçekleştiren, cıvıl cıvıl öğrencilerdi okul gezisi olarak fuarı ziyaret eden ve tabii test kitabı satan yayınevleri doluydu. Metin Hara gibi popüler kişisel gerilimci (ben böyle diyorum) ve Mustafa Balbay gibi bir iki bilinen yazarın imza kuyruğu fotoğraflanıp da aman fuara ilgi muhteşemdi göz boyamasını yapmak gerçekçi değildir. Benim hemşehrim okumaz, benim hemşehrim kitaba uzaktır, bunu kabul etmemek yeni nesillere tuzaktır. Yani bu gerçekleri kabul edip, genç kuşakları okumaya ve kitaba ısındırmanın yollarını aramak gerektir. Fuarda selfi çekerken değil, kitapların arka kapaklarını okurken görüntülemek isterdim çocukları ve gençleri.

Fakat yine de Menderes kurumasın diye koşa koşa imza vermeye gelen gençleri görünce de bir yanımda umut yeşermedi değil. Yani milletçe ağır bir kronik hastalığımız var kabul edelim. Fakat tedavisi olan bir hastalık. Mesele o ki, kanser ilacı satmak için kanser tedavisini ortaya çıkartmayan ilaç patronları gibi, bilinen tedavinin, bilerek uygulatılmamasıdır. İşte mücadelemiz bunu ortadan kaldırmak olmalıdır.

Fuarın sonlarına doğru 14-17 Ekim arası, benim ateş büyücülerimin bienali vardı. Bu duygu her gidişimde katlanarak büyüyüp yerleşiyor ruhuma. Gerçekten cam sanatçıları benim için ateş büyücüleri. İncecik bir çubuğun içinden alev alev yüzler, kollar, bacaklar çıkaramazlardı öyle olmasa. Tanrı onları yaratıcı sanat yönetmeni olarak atamış olmalı dünyaya. İçlerinde nasıl bir volkan kaynamaktadır ki, ateşle bu kadar iyi dans edebilmektedirler?

Beynimizle sek sek oynamak, şeffaf beyin, içimizdeki salıncak, oyuncakları hapsetmiş okul çantası, dikenli tellerle elden ele ip geçirme oyunu zihnime mıhlanan görüntülerden bazıları. Kaç fırtına çarpışır zihninizde ve düşünce kılıçlarınızdan çıkan kıvılcımlar, elinizde nasıl böyle vücut bulur bana anlatabilir misiniz ateş büyücülerim? İçinize hapsettiğiniz çocuk çıkmak için yırtmış ruhunuzu ve o yırtıktan alev alev oyuncaklar dökülmüş.

Hele bir de üstünüze geçirdiniz o alevden düşmüş parçaları ya defilede pes dedim o zaman işte pes.

Camın giyilebilir bir şey olduğunu ispat ettiniz. Canın, camdan daha kırılgan olduğunu aslında anlattınız bir bakıma.

Organizasyonu üstelik uluslararası karakterde neredeyse kusursuz gerçekleştiren ateş büyücülerim Ömür Duruerk ve Fatih Duruerk çok özel bir alkışı hak ediyorlar. Bu organizasyonda bir de kıymetli dostları şair ve güzel insan Akgün Akova’ya da yer vermemişler mi, sanat içine sanat katmak bu olsa gerek.

 Akgün Akova da oyuncakların içinden dizeler çıkarıp, çıkarıp bize bir katar çocukluk sundu bir saat boyunca. Öyle biz bize, gönül gönüle hani aşağı mahalleden bize masal anlatmaya gelmiş bir çocuk gibi.

İyi ki geldin, ne iyi geldin!

Ee tam tadı damağımda, ruhum ruhunda kalmışken şiirin, bir baktım Merkezefendi Belediyesi taaa Kabardey- Balkar Cumhuriyeti’nden dünyaca ünlü Kafkas grubu KABARDİNKA’yı getirmiş.

İlkokuldayken Kafkas ekibi yerine Üsküp ekibine verdiler beni diye halk oyunlarını bırakmıştım. Rüzgarda salınan rengarenk tüyler gibi akışkan tül kızlarla, yumuşacık deri çizmeleriyle parmaklarının üstünde raks eden, fişeklikleri, kalpakları ve keskin bakışlarıyla adeta Mustafa Kemal’in Kocatepe’den sahneye yansıyan aksi gibi erkekler sekmeyen bir uyum içinde gözlerimizi, kulaklarımızı yıkayıp geçtiler birkaç saatin içinde.

Velhasılı konsantre sanat günlerine yetişeceğim diye dilim bir karış dışarıda nefes nefese kaldım.

Ama iyi geldi, çok iyi geldi. İki yıldır gerçekten asosyal bir hayat yaşamak her şeyden soğutmuştu beni.

Yeniden doğama dönmek ve sanat zerk etmek damarlarıma, insan olduğumu hatırlattı bana.

Lütfen bu kadar güzel etkinliği, gün kabağa girmiş gibi üst üste dizmeyiniz, bizim de nefesimizi kesmeyiniz.

 DENİZ

 “Beyaz Güller Hastanesi’nde yaşamın elini

ilk kez tuttuğun zaman

Tanrı oyuncaklarını yüzünde unuttu senin

ve mavi bir uçurum ekledi gözlerine

günü gelince düşmem için”

 bu dizeleri yazmışım

8.30 vapurunda unuttuğun

anı defterine

sana geri vermeden önce

 Ama neylersin sevgili Deniz

tüylerini fırtınanın döktüğü bir martı gibi

herkese yakışmıyor aşk

ve gözlerine gitmiyor artık

bindiğim hiçbir vapur

hay Allah

 Akgün AKOVA

Sevdiğim Kadın Adları Gibi kitabından

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Mustafa KÜTÜKCÜ   -  Bağlantı 19 Ekim 2021, 16:49

Güzelliklerin hepsini aynı zamana toplamak ve birini izleyeni diğerinden mahrum etmek gibi harika bir zamanlama sihirbazlığını yapanları tebrik etmek gerek.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı