REKLAMI GEÇ

SAHİLDE BİR PANDEMİ DEMİ

1 Eylül 2020 Salı

Koronanın gevşemeye gelmediği, meretin bulduğu her fırsatı son damlasına kadar değerlendirip, bizi ters köşeye yatırdığı, hastanelerin yine dolup dolup taştığı, rakamların kırpılıp kırpılıp gözümüze küçük küçük sokulmaya devam edildiği ancak artık bunu çoğunluğun yemediği, hala çözüm bulunamamış ama artık kanıksanmış bir tuhaf günlerdeyiz.

İhmalin ölüme kucak açtığını bile bile bilmezden gelmeye devam etme hallerindeyiz. Virüsün tatil günlerini ayırt edebilmek, düğünleri dernekleri ıskalamak, uçakta dip dibe oturanlara müsamaha göstermek gibi özellikleri olduğuna inanma temayülündeyiz.

Yasaklama talimatlarının bile değme mizah dergilerine taş çıkarttığı, Tanrının gülmekten karnına ağrılar girdiği o traji-komik ahval ve şeraitte bir şekilde yaşamaktayız. Bize bir şey olmaz efeliğinde, kurulara çok şey olurken yanlarında yaşları da taşımaktalar. Kolay değil bizim gibi Akdeniz kanı taşıyan sıcak memleketlerde uzak durmak bir birinden kabul de, ölülere sarılmak bir anlam ifade etmiyor neticede, kendimden biliyorum.

Böyle böyle, pandemi pandemi mevsimler geçip gidiyor bir bir.

Ağustos’un palas pandıras kaçıp gittiği gibi, yeni gelen Eylül de toparlanıp kaçar bu gidişle, peşine kırlangıçları da takıp.

Ama ben henüz daha bulunduğum cennetten toparlanma niyetinde değilim.

İnsana uzak, maviye yakın, yeşile bakın şarkısını söylemekteyim.

Salgın sebebiyle başladığım sabah yürüyüşlerim burada da devam etmekte.

Bulunduğum cennette 12 kilometre kesintisiz, yürünebilecek sahil mevcut. Yürü yürüyebildiğin kadar.

Sağından güneşi doğurup, gölgenle maviye doğru dans ederek ve birbirinin ayağına basmadan yaylanarak yürümek paha biçilmez,  yeşil bir rüzgâr saçlarını tararken!

Bu keyifte yanıma eşlikçi pek çoktur taze seher saatlerinde.

Tüylü dostlarımın biri bırakır, biri alır nöbeti, korumalarım sağlamdır yani.

Uzunca süre aynı yolda gidince doğal olarak tanıdık geliyor bazı simalar ya da bazı bedenler diyelim.

Beden dedim ya, misal; yolu yarılamama az kala ayaklanmış bir hacıyatmazım vardır korkuluk giysileri içinde ve tabii maskeli ve gözlüklü, o gelir karşıdan sağa sola sallana sallana. Ha yattı ha yatacak diye beklerim her gün ve bir türlü yatmaz. Sabahın ilk gülümseten figürüdür beni.

Ardından Faucault Sarkacım gelir. Hafif öne eğilmiş bir beden, altına takılmış hızlı adımlar ile dünya hangi hızla dönerse dönsün, kendi hızlarında sağa sola sallanan iki uzunca kol taşır. Bilirim saat 07.15!

Köyün delisi de daimi yürüyüşçülerdendir ve nedense o kadar adımın içinde bir tek o beş metre öteden bağırarak selam verir herkese. Hep aynı hizada en solda, hiç ortaya geçmeden hoplaya seke yürür, orta boy bir pilates topunu zıplatıp serbest bırakmışsın gibi.

Pilates topunun sekişiyle senkronize hareket ederken gözlerim,  kulağıma iki dağcı batonunun tartan yolda çıkardığı ritmik tok sesler gelir, ardından sıfır rakımda tırmanmaya çalışan, şortlu üstü çıplak, ayağında spor ayakkabılarla bir sahil dağcısı görünür ve hızla kaybolur.

Kurmalı bir bebeğin minik adımları, yorgun bir beden üstüne takılmış pamuktan bir başı taşır ki, maskeyle gizlenmiştir artık pek gülemeyen titrek dudakları.

Dönüşte hep aynı şemsiyenin altına kurumak üzere bırakılıvermiş yarı dolu biber çuvalı hükmünde yığılmış bir yürüyüş kaçkını görürüm yönü güneşe bakar.

Bir yaz anneannesi gençlere taş çıkartır, bebek arabasına attığı torununu uyutma bahanesiyle koşar adım yanımdan geçerken.

İhtiyarlamadan yaş almış 65 üstü gençler, maviye kavuştuğum noktada çoktan kulaçlarını toplamış, koltuklarını açıp kumsala yerleşmiş, mesafeli muhabbetlerine başlamışlardır bile sırtlarını yeşille, gözlerini maviyle boyarken.

Pandemi demlerinden manzaralar böyle bizim cephede.

Bu arada bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. Ne ironi, Barışlar parmaklıklar arkasındayken!

Böyle günler neden konur, unutulan şey hatırlansın diye!  Anneler Günü, Kadınlar Günü gibi mesela.

Evet, unuttuk, öyle derinlerde unuttuk ki hatırlamaya bir gün kafi değil. Evde, okulda, işte, devlette, millette, devletler arasında, milletler arasında, cinsler arasında, renkler arasında savaş var. Bu asla var olma savaşı değil. Savaşmasak zaten var olacağız. Bu yok etme savaşı, olmayasıca egoların savaşı. Takma kimliklerin, yüzeysel bilgilerin, bilgisiz inançların savaşı. Fillerin tepişip, çimlerin ezildiği ve 3-5 filin iktidar hırsı yüzünden milyarlarca çimin yok olduğu bitirilmeyen dünya savaşı.

Cehaletin makbul, ayakların baş olduğu bir çağda köpürtülmüş, dünyanın bir ucundan öbür ucuna birbirine kördüğüm olasıya bağlanmış savaşlar silsilesi.

Bir gün çağırmak yetmez Barışı geri gelmesi için! Her birimizin bir ömür vererek inşa etmesi gerek hiç susmadan.

Öyle ya Barış çağrılmaz, inşa edilir!

Bir musibet evladır bin nasihatten demişler, Pandemi demlerinden bir barış çıkar mı?

KORKUDAN DEĞİL

İntihar mı dediniz, sakın cinayet olmasın
Bu tükenmiş kavgası, bu acı, bu nasıl bulduğumuz
Bir ucu Avrupa’da, bir ucu ortaçağda
Ki barış adına yetişir korkunçluğumuz
Kaldı ki söylüyoruz bak: indirin silahları
Yani korkudan değil sizleri görmüyoruz.

 Edip CANSEVER

 

 

 

 

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Abdullah Akhan   -  Bağlantı 2 Eylül 2020, 07:51

Mukaddesat ile istihza ifadesi ihtiva eden kelimeler yenilir yutulur cinsten değil. Şiddetle reddediyorum.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı