REKLAMI GEÇ

SARIŞIN ÖMÜR

20 Eylül 2022 Salı

1 Eylül Hermes’i
16 Eylül Misket’i
getirdi bana
belki de
sarışın bir ömür duasıydı
güzü bu denli sevmem

Üç yıldır Hermes’im, tüylü evladımla sarışın bir sarmaşdolaşlık içinde mutlu mesut ve sakin bir hayat yaşıyorduk. Artık delikanlı olmuştu ve bebekliğindeki gibi hoplayıp zıplamıyordu, benimle yapışık yaşıyordu boynumda, göğsümde.
İnsan ve kedi, dinginliğe alışıyor sanki artık hayatı içmişsin de sindiriyormuşsun gibi bir hal geliyor üstüne. Böyle bir sessiz, sedasız, sükûnet içerisindeyken bir telefonla hayatımızın bir anda kıpır kıpır tazelik bulacağını bilmiyorduk.
Servergazi Türbesi’ne her sabah yürüyüş yaptığımdan, türbe görevlisi Yurdanur Hanım ile de arkadaş olduk. Kedileri beslemek ve hastalandıklarında tedavilerini yaptırmak gibi meseleleri hep birlikte çözdük. Mama bittiğinde haber verdi, temin ettik, Latte’nin gözü şişti, Çavdar’ın ayağı aksıyor gibi sağlık sorunlarını da onunla hallettik.
Açtım telefonu Yurdanur diyor ki “bir yavrumuz oldu!”
Aman pek sevindim “gelirim sevmeye” dedim.
Dedi ki “ Ama bir sorun var, çok minik, buradaki mamaları yiyemiyor, aç bu!”
Dedim “ Yavru maması alıp geliyorum ben”
Koşa koşa işimi gücümü bırakıp, yavru maması aldım götürdüm türbeye. Bakındım, bakındım göremedim derken ayağıma avuç içim kadar bir sarı bir tüy torbası dolandı. Minicik ağaç fidanlarına sarılıp tırmanmaya çalışıyor, arada benim bacağımı da ağaç zannederek hamle yapıyor, ordan oraya koşuyor. Hemen açtım mamayı daha yere koymamla süpürmesi bir oldu. Biraz da sulandırdığım sütten koydum, onu da lüpletti nasıl aç kaldıysa artık! Nerelerden bulunup geldiğini bilemiyoruz. Kim bilir kaç kilometre yol kat etti o çırpı bacaklar. Kaçmıyor da, diğer büyük kedilerden de korkmuyor ama 2,5 aylık var yok, belli olmaz ne yapacakları hele erkek kedilerin. Çoban köpekleri de geçiyor oradan, akrebi var, çıyanı, tilkisi, gelinciği var. Ormanın içi yani! Üstelik o gün Cuma yani ertesi gün hafta sonu ve türbeye kısa süreli görevliler gelip dönüyorlar, kalmıyorlar.
Yavru kedi bir sefer beslenmekle yaşayamaz ki hem de bu kadar potansiyel tehlikenin içinde.
“Ben” dedim Yurdanur’a “alıyorum bunu iki günlük eve misafir olarak, pazartesi getiririm, sen bakarsın.”
Kaptığım gibi eve getirdim, yedek mamalarını da satın alarak. Eve girdiğim anda sarışın tüylü evladım Hermes’im tıslamaya başladı. Kucağımdaki velet de tıs tıs! İçimden diyorum “aldım başıma belayı.”
Fındık kadar velet nasıl diş gösteriyor, pati sallıyor boyuna bakmadan. Hermes’im üç yıldır evin sakinliğinden unutmuş olduğu savunma mekanizmasını bir anda çıkarıverdi ortaya o da pati sallıyor.
Amanın nasıl baş edeceğim bunlarla!
Bir de ertesi sabah erkenden 2 günlüğüne şehir dışına çıkacağım vay başıma gelen vay!
Neyse başa gelen çekilir dedim ve önce bebeği mama, kum, su, süt dörtlüsüyle salona kapattım.
Hermes kapının önünden ayrılmıyor, velet de kapının altından patisini çıkarıp savaşa devam ediyor, Hermes yakalayamayınca deliriyor durumları birkaç saat sürdü. Bu arada bebek içeride rahat bir uyku çekti, biraz ortama alıştı. Akşam bebeği çıkardım odadan ama peşlerindeyim. Üç beş patileştiler, hırlaştılar, tıslaştılar ardından birbirlerinin mama ve su kaplarına daldılar. Bebek yiyemese bile illa burnunu sokuyor Hermes’in tabağına.
Akşamın ilerleyen saatlerinde Hermes, gelenin bebek olduğunu iyice idrak etti. Oynamaya başladılar ve hayran oldum onu incitmeden oynayışına. Bildiğin abi, kardeş oyununa döndü iş.
Sabaha kadar ara ara uyanarak gözledim ikisini de ve sabah kapıyı çektim, dualarla ikisini baş başa bırakarak yola çıktım.
Pazar akşamı döndüğümde kapıyı merak ve biraz endişe ile açtım, nasıl bir manzarayla karşılaşacağımı bilmeden. Bir anda ayaklarıma büyük ve küçük sarışın yumaklar doldu. Evde kırılan, dökülen yani hasar yok, mamalar yenmiş, kumlar dolmuş, etraf tertemiz. Sadece oynaşıldığını belirten havalara uçmuş kilimler var.
Hermes’in gözlerinde kardeş bulmuş tek çocuk mutluluğunu gördüm, bebekte ise oyun arkadaşı bir abi ile kendini güvende hisseden yavru sevincini!
Aradım Yurdanur’u, dedim;
“Ben bunu evlat edindim, getirmiyorum”
O anda adını da koydum “Misket”. Tam da adıyla müsemma oldu bir lokmacık velet!
Şimdi benim ömrüme bir güneş daha doğdu. Sarışın bir hayatın içinde güzün tadını çıkarıyorum.

Peki, birbirinden tamamen farklı ve ilk defa karşılaşan 2 kedi kan bağı olmadan bir günde kardeş olabiliyor da, biz neden saçını farklı kapattı diye gencecik Mahsa Amini’leri öldürüyoruz.
Neden LGBTİ +bir terör örgütüymüş, salgın bir hastalıkmış gibi bu insanları aşağılayıp, devlet eliyle odunu atılan nefret kazanında kaynatıyoruz?
Neden 100 yıl önce savaş nedeniyle, ülkemizi kurtarmak için denize döktüğümüz Yunan’ın torunlarını hala daha durup dururken- barış içindeyken bile- “yine denize dökeriz” dürtüklemeleri ile aşağılayıp, düşmanlık tohumlarını yeşertmeye uğraşıyoruz?
Neden dedelerin günahını, torunlarından çıkartmaya çalışıyoruz?
Neden Allah’ın herkesi eşit yarattığına yani adaletine inanmıyoruz da, kendimiz çıkarcı, bozuk bir eril adalet terazisiyle çocukları, kadınları eksik tartıp, kullan at eşyalar gibi değersizleştiriyoruz?
Neden bir dinin, bir ırkın, bir rengin, bir cinsiyetin, bir düşüncenin, bir felsefenin mensuplarını kötü diye etiketleyip, onları cezalandırma hakkını kendimizde buluyoruz, biz kimiz ki!
Kutsal kitaplardaki söylemleri çarptırıp, çaldığımız minareye kılıf olarak kullanmakla Allah’a şirk koşmuyoruz da ne yapıyoruz?
Neden sadece iyi ve kötü insan olduğunu başka da ayrım olmadığını anlamamakta ısrar ediyoruz?

Biz iki kediden insan olmayı öğreneceğiz başka yolu yok!

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı