REKLAMI GEÇ

SIRADANLIĞIN İÇİNDEKİ MUCİZE

23 Kasım 2020 Pazartesi

Korkuyorum!
Korkuyorum ölümü kanıksamaktan.

Yaşamın bir tören olduğunu unutmaktan korkuyorum belki de, ölümü sıradanlaştırırsam!
Yüreğime dokunan, ya da yüreğine dokunduklarım hızla, törensiz, zamanlı ya da zamansız, vedalı ya da vedasız bir günlük sayının peşine ulak olup giderlerken, mazimden iri lokmalar koparıp götürüyorlar yanlarında.

Bir an gelecek hiç yaşamamışım zannedeceğim bu sebepten.
Çocukluğum, gençliğim, işim, gücüm, ulaştığım hayallerim, çöpe attığım düşlerim, pişmanlıklarım, onurlandıklarım, kırıldıklarım, kırdıklarım topu birden sanki yok olacaklar da o her giden parçamla, yani bütün bu tek tek tuğlalardan ördüğüm şu an olduğumu sandığım ben de onlarla beraber gidecek sanıyorum.

Sıradanlığın içindeki olağanüstülüğü yitirmekten korkuyorum. Bir güz yaprağının zarif bir tevekkülle kendini toprağa bırakışındaki kehribar ihtişamı ıskalamaktan yahut seher vakti kulaklarıma bayram sevincini çağıldayan iki sakanın muhabbetindeki senfoniyi duyamamaktan korkuyorum.

Her sabah güneşin başka doğuşunu fark edememek, sıradanlığın içindeki mucizeyi yitirmek demek!

Her gidenin ardından artık, yaşlı ve yorgun bir ağızdan istemsiz ve ünlemsiz dökülen dişler gibi düşüyor iki kelime dudaklarımdan o kadar.

Ciğerimdeki yangınları da söndürecek bu gidişle sayı eklentisi ölümler ve ruhumdaki puslu duygular.
Oysa ben, ciğerparelerimin ciğerimdeki yangınlarıyla ısıtıyordum yalnızlığımı, yetimliğimi, öksüzlüğümü!

Endişem sayıların peşine benim de takılmam değil, vallahi değil.
Buralarda sayılı günlerimi sıradan tüketmek. Öyle sıradan gelsin, gitsin, bitsin demek benim endişem.
Çünkü hayat demek, yaşamak demek; her an bir mucizeye tanıklık etmek demek.
Bir gülüşün, bir dokunuşun, bir güzel bakışın nelere kadir olduğunu görmek demek.
İşte bu günlerde, dalga dalga salgının, köpük köpük tüm bunları yutmasıdır endişem.
Dokunmamaya, öpüşmemeye, konuşmamaya, görüşmemeye alışmaktır korkum bir bakıma.
Albino olmuş ilişkilerle çıkmamızdır bu yorgun ve yalnız süreçten; renksiz, ışıktan yaralanan, saydam ilişkiler…

Böyle söyleşip, kuruntularla kuruyup duruyordum canımı çok yakan son sayı eklentisinin ardından ve bu kırılgan düşüncelerin içinde volta atıp gezinirken, yüreğime batan can kırıklarını bir toplayan buldum kitaplar arasında.

Kendini bulmaya çalışan onca insan hala debelenirken, 2000 yıl önce Marcus Aurelius diye bir adam çıkmış, hem Roma İmparatoru hem filozof olmuş. Bir insan hem imparator hem filozof olamaz aslında, tam bir oxymoron ( aynı anda olması imkansız iki şeyin bir araya getirilmesi) ama gerçek olmuş işte. Bu filparator (filozof +imparator) öz, net tespitler yapmış. 2000 yıldır sırf bu adamcağızı okusaydık, nirvanayı tapulamıştık çoktan.

Kısaca akışa bırak kendini çok da şey etme diyor yani ama çok tatlış söylüyor.
Kim bilir belki de sıradanlaşmak, mucizeleri görmeye engel değildir.
Filparatorun misalleri mesel değerinde. Tadımlık verelim, şöyle ki;

*Olmayan şeyleri varmışlar gibi düşünme, var olan şeylerden en hoşuna gideni seç, eğer olmasalardı onları nasıl isteyeceğini düşün! Ama sahip olmaktan mutluluk duyduğun şeyleri aşırı değerlendirmemeye alıştır kendini; yoksa bir gün onları yitirirsen sarsılırsın.

*İmgelemi ortadan kaldır. İçgüdülerinin seni bir kukla gibi çekip çevirmesine izin verme. Dikkatini şimdiki zamana çevir.

*Eğer atomlardan oluşmuşsak ölüm ayrışmadır; ama eğer canlı bir bütün oluşturuyorsak, tükeniş ve başka bir yere göçmektir.

*İyi bir insanın nasıl olması gerektiğini tartışma artık, iyi bir insan ol!

Ben de bırakayım kuruntuları, vesveseleri, şöyle olsaydıları da, yaşamaya döneyim hadi siz de yaşamanızın başına..

“Bazen kadehte lâl gülüşlere saklanır,
ardımızda bıraktıklarımız…
Belki bir yakınımız, belki anılarımız…”

 

 

 

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Ali Sözen   -  Bağlantı 24 Kasım 2020, 08:01

Filparator imparator olacak herhalde.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı