REKLAMI GEÇ

YER ÇEKİMİNDEN ÖTÜRÜ BU DÜNYADAYSAK, BOŞVER!

18 Kasım 2019 Pazartesi

İstanbul oğlum demek.

Onunla birlikte yorulmak, yorulduğundan zevk almak demek.

Geniş kalçalı, geçkince, yine de hala güzel yosmanın eteğinde savrulmak demek.

Daracık, köhne, yıkılmadım ayaktayım sokaklara gizlenmiş salaş bir kahvehanede, dünyanın en güzel kahvesini içmek demek.

Tarihi okumak değil, yaşamak demek.

Beton çirkinliğin kırdığı kalbini, Kız Kulesi’nde onarmak demek.

Koşturmaktan içine kaçan telaşlı nefesini, sanatın oksijen tüpüyle dışına çıkarmak demek.

Bu sefer Pera Müzesi dayadı burnumuza oksijen tüpünü. Nefesi içine kaçan bir biz değilmişiz anlaşılan.

Hatta bırakın içine kaçmayı, bu dünyadan elini eteğini çekip, kendi yarattıkları dünyalarda nefes almaya çalışan bir tomar insan varmış da bir kaçı ile burada karşılaştık.

**Buyrun Charles Avery mesela;
Adamcık öyle bezmiş ki dünyada yaşamaktan, hayal gücünü, kendi felsefesini ve deneyimlerini kullanarak hayali bir ADA yaratmış.

Bu adada yaşayan karakterleri, yaşam tarzlarını, mitolojisini, kültürünü, para birimlerini, denizde yaşayan canlıları yani her şeyi kafasında canlandırıyor ve bunları kendi çizimleri (çok enteresan tablolar) ve camdan yaptığı yılan balıkları ve muhtelif hayal ürünü yaratıklarla (inanılmaz, tutup sevmek istiyorsunuz o kadar gerçekler) bize anlatmaya çalışıyor, yani aslında yaşadığı yeri.

Ve burayı o kadar benimsiyor ve seviyor ki, çizimlerden birinde çocuğun üstündeki tişörtte

“ yerçekiminden dolayı değil, sevdiğimiz için buradayız” yazıyor.
Yaşayasım geldi bu adada.

** Yan odadan Norman Daly karşılıyor bizi 1911 doğumlu Amerikalı sanatçı.
Kendisi tabii kendi yarattığı dünya da olsa, fazla kalamamış eceli yenemediğinden, onun yerine oğlunu bırakmış bizimle ilgilenmesi için. Oğlu da 70 yaş civarı ve babayı temsilen burada.

Önce Llhuros Uygarlığı ile ciddi ciddi ilgilenip araştırmalar yaparken, 1960 larda nereden bulunduysa bir beyaz kedi geliyor buncağızıma, yeni keşfedilmiş bir medeniyetin bütün sırlarını fısıldayıveriyor.

Yani oğluna öyle söylemiş.
Garibim bu kedinin söylediklerine bin katarak kocaa bir hayali medeniyet kuruyor. Yani nasıl diyeyim, o medeniyetin dili, para birimi, sunakları, adakları, törenleri, aletleri, oyunları, gelenekleri her şeyi ama her şeyi yaratıyor kafasında ve seramik, taş, teneke, mermer, metal etraftan topladığı tüm geri dönüşebilecek materyali kullanarak heykeller, rölyefler, kapılar, aletler, oyun alanları işte bir arkeolojik kazıda ne bulunabilirse hepsini yapıyor. Hatta rölyefler 2-3 parça halinde bulunmuş da birleştirilmiş gibi yapılmış. Yanlarına da tarihleri, hikâyeleri hakkında bilgiler veriyor, her birine tek tek! Bir de güya o zamanlar yazılmış şiirler ekliyor bu yazıların altına. Şiirler de hakikaten sanki o zamanlardan gibi öyle içselleştirilerek yazılmış, küçük dilimi yutuyordum az daha.

Yarattığı dünyaya o kadar rahatlıkla giriyorsunuz ki, tee arkaik dönemde yapıldığını yazdığı bir metal adak figürünün ortasındaki 2,5 Kg lık terazi ağırlığını yadırgamıyorsunuz bile.

Biz hala batsın bu dünya deyip, yerçekimi etkisiyle buralarda kaladuralım, Sevgili Norman bu dünyayı batırıp, bir de yenisini kurmuş, muhteşem. Memnun değilsen değiştir felsefesi yani. Hayal gücü karşısında saygıyla eğiliyorum.

**Sonra İspanyol Alberto Porta çıktı karşımıza.
Bayrağı, alfabesi, para birimi her şeyi ile eksiksiz bir evren hayal edip yaratmış kıyamam; 4 aylı gezegen! Yine de romantizmin doruğunda kalmayı başarmış bu dünyayı reddederken! Tablolarına bakarken, orada yaşamak nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorsunuz, sizi kendi evrenine merakla çekmeyi başarıyor doğrusu. Fakat şahsen biraz ürktüğümü itiraf edeyim.

** Luigi Serafini de İtalya’dan Nuh’un gemisine binip, bu seyahat neticesinde bu kadarcık hayvanla ansiklopedi yazılmaz deyip, kendi kendine bir sürü hayvancık hayal etmiş. Yetmemiş, bu hayvancıkları hayalinde kursağına kadar inceleyip bir de ansiklopedi yazmış, bu hayvancıklarla birlikte yaşadıkları yerler, orada yaşayan insanlar, kıyafetler, yiyecekler, aletler, mitolojiler ve kendi yarattığı kavramlarla bütünleştirip bir evren yaratmış, hem de el yazması. Anatomik ayrıntıları da atlamamış.

Buna da “Serafinianus El Yazması” adını vermiş. Hayal ürünü bir evrenin resimli ansiklopedisi yani. Üstelik bilinmeyen ve semantik olmayan bir dilde, otomatik yazı yöntemiyle yazılmış.

Böyle bir dille yazarsam, kimse yanlışları anlamaz diye düşünmüştür belki de, kim bilir!

Dünyadan içine doğru kaçmak bu olsa gerek.

Yukarıda anlattığım tüm sanatçılar ile birlikte Bienal’de yer alan;

Anzo’nun teknolojinin duvarlarına sıkışmış yalnız insanları da,
Simon Starling’in Ontario Gölü’ne sarkıtıp zebra midyelerinin istilasına uğrattığı heykelleri de,

Sanam Khatibi’nin halı şeklinde dokuduğu, nü karakterlerle bezenmiş doğa içinde resmedilmiş kocaman tablosu da,

Ernst Haeckel’in doğadaki tüm kara ve deniz yaratıkları ve mikro organizmaların (bir kısmının nesli tükenmiş) renkli ve çok detaylı, hayal ürünü gibi görünen ama bilimsel verilerle yapılmış çizimlerin yer aldığı “Doğadaki Sanat Biçimleri” adlı kitabındaki çalışmaları da,

Pia Arke’nin Grönland haritası parçaları üzerine siyah beyaz aile fotoğraflar ile pirinç, kahve, şeker gibi temel gıda maddelerinden numunelerle yaprığı kolaj tablolar da bize kapitalizmin, metalaştırmanın ve sömürgeciliğin ve insanın doğaya yaptıklarının bizi nasıl yalnızlığa itip, insanlığımızdan uzaklaştırdığını anlatıyor henüz kaybedilmemiş muazzam hayal güçleriyle.
Kimi hala adımları dünyadayken anlatmaya çalışıyorlar, kimi de çoktan kendi dünyalarını kurarak.

Siz hala sadece yer çekiminden ötürü mü dünyadasınız?

NOT: Osman Hamdi Bey, bütün yıl Pera Müzesi’nde kaplumbağaları terbiye etmeye devam ediyor. Ayrıca çok zengin bir ağırlık ölçme aletleri sergisi tüm yıl aynı yerde ziyarete açık.

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı