REKLAMI GEÇ

YOL VE ÖTESİ, BEN VE ÖTESİ…

25 Mart 2019 Pazartesi

Hayat, ne yapacağını hepimizden iyi biliyor.

Sadece ona güvenmemizi istiyor, sessizce, şikâyetsizce…

Ve ihtiyacın olanı muhtelif şekillerde karşına çıkarıveriyor ve sen o her neyse, karşılaştığında anlayıveriyorsun.

Bu hafta öyle bir haftaydı sanki benim için. İçimde savaş, dışımda bahar, aklım karışık, yüreğim dolaşık, kendimle bir dargın bir barışık, malzemesi eksik öyle doymaya sebep yenen bir menemen gibiydim.

O ayağıma dolanan akşamlardan birinde, sevgili dostum Hakan Keysan, 2 yıl önce  bir kaç aile olarak çıktıkları Orta Avrupa seyahatini anlattığı Yol ve Ötesi kitabını dumanı üstündeyken, imzalayıverdi.

Kitap hakkındaki fikirlerimi bir an evvel duymak istiyordu.

Henüz benim bu kitaptaki yolculuğa ondan daha çok ihtiyacım olduğunu bilmiyordu, ben de !

O gece başladım okumaya, kitap beni mıknatıs gibi çekiyordu ve iki günde bitirdim.

Yol ve Ötesi

Aslında ben ve ötesi olarak da tanımlanabilir.

Çünkü hem bedensel, hem ruhsal bir yolculuğa tanık oluyorsunuz satırlar arasında.

Hakan, 16 ülkeye arabayla, dikkatinizi çekerim arabayla! Ve neredeyse sadece çadır kampı kurarak yaptıkları 10000 kilometrelik zorlu, cesaret ve güç isteyen, hiç dil bilmeden, hem de çocuklarla çıkılmış bu muhteşem yolculuğu anlatıyor ve ben okurken yoruluyorum. Üstelik hayatlarında ilk kez ülke dışına çıkıyorlar ve ilk seferleri böyle bir deli cesareti. Bu deli aileyi ve dostlarını yürekten kutluyorum.

İpsala’dan başlayıp ne Macaristan, ne Almanya, ne Fransa ne İsviçre bırakıyorlar. Hepsini sayamıyorum, yerim yetmez. Gerisini kendiniz okuyun.

Kitap, evet  kararında bir gezi kitabı büyük bir kısmıyla. Aylarca öncesinden hangi ülkeden, hangi ülkeye nasıl gidilmeli, nerede kamp yapılmalı tarzında ciddi ve zaman alan çalışmalar yapılmış çok belli. Gidilen tüm ülkelerin, tarihi, kültürel ve sosyal, hatta politik durumları hakkında çok doğru tespitler yapılmış. Kişisel yorumlarını okurken, Hakan’ın düşüncelerine doğru da bir yolculuk yapıyorsunuz. Kâh hüzne bulanıyorsunuz  bir Nazi kampını anlatırken, kâh dağların doruklarında içilen bir fincan kahvenin kokusunu burnunuzun ucunda duyuyorsunuz. Sizi de kelimelere bindirip, seyahatine ortak ediyor sanıyorsunuz.

Mensur bir edebi kitap sıfatının ağır bastığını söylemeliyim. Şair olan varlığın kalemi her daim şiire kayar biraz. Aralara serpiştirilmiş, bölümlerle bağlantılı şiirleri hoş bir lezzet katmış anlatımına. Düz yazı , anlatım kısımlarında da şiirsel bir üslûp kullanılması yazımın akışkanlığına büyük katkıda bulunmakla birlikte, yazarın iç dünyasındaki karmaşayı ortaya serer biçimde, imgeler arasında fazlaca boğulmuş diyebilirim.

Aslında tam da bu noktada, benim içsel yolculuğuma çıkışımı hızlandırdı bu keyifli kitap.

Yazarın kendisiyle sohbetleri ve çözümlemeye çalıştığı yüreği, beni de kendi içimdeki bulmacalara, labirentlere, kör kuyulara götürdü. Çıktım mı o kör kuyulardan derseniz, o başka bir yazı konusu olsun!

Gidip de dönmeyesim geldi, o özenle anlatılan memleketlere. Çoğuna gitmişliğim var, ama Hakan’ın anlatımıyla gitmemişim ki. Onun gözüyle belki bir kez daha gitmem gerek.

Kalmalar için değil, gitmeler içindir insan aslında.

Bir kendinden gidemiyor bu mahlûk..Gidebildiğinde, zaten dünyaya dönüş bileti olmuyor elinde.

Dönelim tekrar kitaba;

Dürüst bir anlatım net olarak göze çarpıyor. Gidilen her yerin  olumlu ve olumsuz özellikleri açık yüreklilikle anlatılmış. Kendisinin de dediği gibi “Avrupa seviciliği “yapılmamış, ama hakkı da yenmemiş.

İlk kez başka bir ülkeye gidenlerin  şaşkınlıkları da, hayranlıkları da, yeri geldiğinde kızgınlıkları da, eksiklikleri de son derece samimi bir kalemden dökülmüş.

Bir iki yerde, aceleden atlanmış olsa gerek, “Denizlice”  yazıma rastlamak mümkün. Bazı özel isimlerde yazım hataları da görülebiliyor. İkinci baskıda -umuyorum ve inanıyorum ki olacak- düzeltileceğinden de hiç kuşkum yok. Kapak ve basım tasarımı da çok sade ve profesyonelce hazırlanmış.

Dizelerin içinde seyreden bu keyifli yolculuğa çıkınız Hakan’ın kitabıyla, pişman olmayacaksınız. Ve  okuduktan sonra da artık siz, siz olmayacaksınız.

Hakan’ın dediği gibi ;

“Öyleyse sizin de muhteşem gitmeleriniz olsun kalmalara inat. Ki zaten her şey gitmez mi kendi içinde?”

EN YORGUN YERİNİ YANINDA TAŞIR YOLCU

 Gittiğin yeri bilmektir acıların en büyüğü

Ve ölümün gizli sesidir

Durgunluk

Durulduk çöl bitiminde

 Yolcu aldı yollar

Derin vadiler girdi aramıza

Nakışlı bir dizeye aktı su

Döküldü dağlardan gözlerine

 Her gün

Denize akıyoruz durgun ayaklarla

Asıl bu öldürüyor bizi

 Gitmek

bir meydan okuma değil midir durgunluğa

ve her şey gitmez mi kendi içinde…

 Hakan KEYSAN (Suda Bıçak İzi, 2005)

 NOT: Kitaba  internet sitelerinde ve 5 Nisan 2019’da açılacak olan Denizli 3. Kitap Fuarında ulaşabilirsiniz. Halikarnas Kitabevi de tedarikçi olacaktır.

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı