REKLAMI GEÇ

ŞİİR ÜZERİNE

9 Şubat 2016 Salı

ÜLKEMİZDE YAZIN SORUNLARI
Bu sorunların iki yönü var. Yazar ve okur açısından. Yazar açısından; Ülkemizdeki yazın tarihçesini öğrenip yeniye buradan alınan güçle adım atmak ve toplumu birtakım yazın projeleriyle devreye sokmak, amatör yazıların editörlüğü ile yazın heveslilerine yönlendirici olmak gibi. Şiir işliklerini gençlere açmak gibi. Elbette yazarın ve şairin, bakışlarını topluma ve toplumsal olaylara çevirmesi de gereklidir kanımca. Okur açısından da; hem bu tür yazar projelerinin içinde yer almak, hem de okuma alışkanlığını kazanmak yararlı olur. Toplumsal sorumluluk ile hareket etme gereği yazar için de, okur için de kaçınılmazdır diyebilirim. Metropol yazarları, Anadolu yazarlarına kapalı olmamalıdır. Anadolu yazarları da, metropol yazarlarına. Anadolu insanı da kendi yazarlarına kapalı olmamalıdır! . Bunun için yazın adamlarına düşen görevler de vardır. Daha anlaşılır olmak gibi. Ülkemizde yazın alanında görülen tıkanıklık; bu durumdan da kaynaklanıyor olabilir.

Kapitalist düzen; yeni aşaması olan küreselleşme süreciyle birlikte, sanatı edilgin kılma ve kurulu düzene karşı bir tehdit olabilme potansiyelini ortadan kaldırma amacıyla bir strateji izlemektedir. Sanatı sanatla vurma olarak adlandırabileceğimiz bu süreçte sanat metalaştırılmakta, pazarlama ve halkla ilişkiler alanına sürülmektedir. Bunun dışında kalan sanat ve sanatçının geniş bir okur kitlesiyle buluşması hayli zordur. Özellikle genç şairlerimiz arasında yaygın olarak benimsenmiş bazı şiir akımları da bu amaca hizmet eder. Halka, zaten çok sınırlı olan şiir okuruna, dahası şairin kendine bile kapalı olabilen performansçı, post-modernist ve yapı – sökümcü ( deconstrüktivist) şiir akımları ve benzerleri, okuru şiirden iyice soğutmakla kalmayıp, genç Türk şiirini yetkin olsa da sıradan olan şiirlere mahkum etmiştir.

Ayrıca, şaşmaz öğreti olarak çoğu tanınmış şairlerce öne sürülen kısıtlayıcı görüşler yürürlüktedir. Ünlü şairimiz Küçük İskender bunlara karşı olduğunu sık sık yazılarında ve onunla yapılan röportajlarda dile getirmiştir: Şairin ille de şiir yaşaması gerektiğine, Türk şiirinin izlenmesi gereken bir geleneği olduğuna karşı çıkar. Şiirin geleneği değil, tarihi olur demiştir. Şairlerin kendilerine özgü sanatçı giyim tarzları geliştirmelerine de, bu durumun halka iyi gelmediğini öne sürerek karşı çıkmıştır.

Bu şiir tıkanıklığından çeşitli yollarla çıkılabilir. Örneğin, halk şiirinin biçim, üslup ve motifleri kullanılabilir. Bunlar stilize ve modernize edilebilir. Ulusal, yerel ve etnik kültür kaynakları şiirde işlenebilir. Destan, masal, söylence ve folklorik söz unsurları şiirimize konu alınabilir. Ulusumuzu ilgilendiren ve güncel de olabilen siyasi ya da toplumsal iletiler sunulabilir. Elbette slogansı ve belletici olarak değil. Düşünceyi şiire sokmalıyız ama nasıl olacağını iyi irdelemeliyiz.

ŞİİRDE DÜŞÜNCE
Roland Barthes’ın bir sözü var. “Yazar, dünyanın ‘niçin’ini nasıl ‘yazmalı’da eriten kişidir” der. Ona göre, yazarlar ve yazanlar vardır. “Yazar teknik, ruh ve sanatlarla belirir. Yazanların ise Marksçı, varoluşçu, şu ya da bu dinden olduklarını anladığımız ‘lehçe’leri vardır ama bir üslupları yoktur” der. Sartre “kişi belli şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, belli bir yoldan söylemeyi seçtiği için yazar olur” demiştir. Enis Batur’a göre “dünya görüşüyle sanatsal etkinlik ayni düzlemde tartışılamaz.” Buradan ben, biçim ve üslubun sanata açılan kapı olduğunu anlıyorum. Belli şeyleri söylemeyi önemsiyorum, ama illa ki belli bir yoldan söylenmeli. Dünya görüşü sanatsal etkinlikte yer bulsun ama dizgeselleşmiş ya da slogansı olmasın. Hilmi Yavuz’a göre, “şiir ile felsefe uzlaşır ama şiirsel söylev ile felsefi söylev uzlaşamazlar.”

Şiirin iskeleti eğretilemeye yatkındır ve şair belli bir düşünceyi belirtik olarak değil, örtük olarak vermelidir. Bunun yolu, şiirde bize, o düşüncenin inancını yaşatmasıdır. Berna Moran’ın sözleriyle, “düşünceyi şiirin içinde dramlaştırır.” Dramatize edilmiş düşüncedir öyleyse, şiirde yer alabilen. Düşünürlük taslamadan, yüreği konuşturmak. İçerik açısından da, bir gerçekliği doğrudan yansıtmayıp algılatandır şiir. Bedrettin Cömert’in sözleriyle “şiirde düşünürlük taslama tavrı, yüreğe hiç yer vermeyen söyleyiş soğukluğu, okuru yalnızca tedirgin etmekle kalmıyor, sinirlendiriyor da.”

İçerik açısından da şiir bir gerçekliği yansıtmaz, onu değişik biçimlerde algılatır. Amerikalı kütüphaneci ve modernist şair Archibald Mc Leisch, “şiir bir şeyler dememeli, olmalıdır” derken de bunu kastediyordu sanırım. Benim poetikamda, şiir toplumcudur ama yalnızca toplumcu gerçekçi akımın içinde kalması gerekmez. Toplumcu gerçek-üstücü, toplumcu fantastik, toplumcu soyut dışa-vurumcu da olabilmelidir. Şiir hiçbir zaman başıboş duygular yağmuru da olamaz. Duyguların şiire, düşüncenin ve kurgunun denetiminde girmesini yeğlerim.

TÜRK ŞİİRİNDE YAYGIN ŞİİR TEKNİKLERİ
Sözcük ekonomisi, basmakalıp ve klişeden uzak durmak, duru, temiz ve özlü Türkçe kullanmak, müzik unsurlarını kullanmak, düşey ve yatay unsurlarıyla dengeli kurgu, şiirin okunma sesinin özenli mühendisliği, şiir okunurken nefesin düzgün ve kolay alınmasını sağlama, dize kırımlarını şiiri ritm ve müziğiyle doğru okutacak biçimde yapmak, doğaçtan çıkanı iyice dinlendirip iyice işlemek, doğacı bol ve analitik şiir okumalarla eğitmek… Biçem yerine, daha iyi anlaşılsın diye üslup sözcüğünü yeğledim. Sözcükleri yalın halleriyle ve mümkünse takısız zarfsız zamirsiz kullanmak, dilimizin kullanılmayan olanaklarını değerlendirmek, etimolojisine eğilmek ve Türkçe dil bilgisini iyi kullanmak. Şiirin kökeninin dua, şifacılık, şarkı, dans ve din adamlığı(Şamanizm)olduğu da unutulmamalıdır.

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı