REKLAMI GEÇ

“BUNU SİZ YARATTINIZ!”

1 Şubat 2017 Çarşamba

Demokratik katılım ve ortak bir yönetim mekanizması oluşturmanın temel koşulu nedir?

Buna pek çok toplumbilimci “Bilgi” yanıtı veriyor. Bilginin çoğalıp geniş bir zemine dağıldıkça erişilebilirliğinin artacağı, o nispette daha fazla insan için elde edilebilir hale geleceğini belirtiyorlar.

Yalın ve anlaşılır olmak kaydıyla elbette. Yoksa abartılı biçimde karmaşık hale getirilmiş bilgi, vurdumduymaz, cahilliği kabullenmiş, demokratik katılım hakkından vaz geçmiş kitleleri yönlendirmenin silahına dönüşür. (Hardt-Negri)

Yönetmenin ve yönetim sistemlerinin bir avuç uzmanın tekeline terk edilmesi, ikna olmuş kitlelerin ‘vazgeçme’ tembelliğini teşvik edici mükemmel bir araç olur.

“Ben bilmem, büyüklerimiz bilir!” Sözün kısası budur!

***

Demokratik bir kimlik edinebilmek için onlarca yıldır kendi evlatlarını tek tek ya da kitleler halinde yiyen bir sistemin, bu toplumsallaşmış zihniyetle dönüşüme uğraması ne kadar olanaklı?

Hiç kimse çıkıp popülizmin çöplüğünden ödünç alınmış “vatan, millet, sakarya” edebiyatıyla ileri geri atıp tutmaya kalkmasın sakın! Eğer yaparsa, en hafif deyimle yazılanları anlamamış demektir.

Her dönem “Evet mi-Hayır mı” ikiliği içinde kendimize özgü üçüncü, beşinci tercih hakkımızı kısıtlayan bu metodun, “büyüklerimiz bilir” kültürüyle daha ileri bir noktaya taşınması mümkün mü sizce?

***

Avusturyalı Yazar İngeborg Bachmann 1971 yılında yayımlanan romanı Malina’da iç dünyaların çelişik duygu çatışmalarından yola çıkarak olağanüstü bir saptama yapar: “Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar…”

Cehaleti yenmek, bilgiyi edinmek de insanlar arasındaki ilişkiyle mümkün olur. Yani zincirleri kırmak, önce akılda başlar.

Yoksa arka kapıda pusuda bekleyen şeyin faşizm mi yoksa başka bir şey mi olduğuna dair ne fikriniz olur, ne de sizi insan yapan değerler üzerine düşünmeye gerek duyarsınız. Verili olanın sizi yönetmesine izin verirsiniz. Kocaman puntolarla sekiz sütuna atılmış başlıkların içini neyin doldurduğuna bakmamayı ve düşünmemeyi kanıksarsınız.

Bilginin elde edilmesiyle ortaya çıkacak canlılık size politik olanın zevkli yanlarını gösterir. Katılımcı olmanın, eşit hissetmenin keyfini yaşatır.

***

Ben neyin benden yana olduğunu bilmeyi önemsiyorum. Sorunum sadece evet ya da hayır demek değil. Neden bu iki sözcükten birini seçmek zorunda olduğuma kafa yormayı, benim “ben” olma sorunum olarak görüyorum. Dayatılanın kimin ne tür çıkarlarını temsil ettiğini bilmek istiyorum. Bunun sonuçlarını, gündelik hayatıma yansımasını sorgulamak istiyorum.

***

“Evet” ve “Hayır” tercihleri salt bir demokrasi sorunu mu?

Bundan açıkçası kuşkuluyum. Diyelim referandum yapıldı. Her iki tercihten biri az farkla galebe çaldı. Ne olacak peki? Hangi çoğunluktan söz edeceğiz? Çoğunluk sayılmayan gerçekten azınlık mı? Birkaç bin oy farkla elde edilmiş ‘çoğunluk’ sıfatının karşısında yer alanların ‘azınlık’ kategorisinin ölçüsü nedir? Neye göre ‘azınlık?’ Demokratik işleyiş ve hakların kullanımı gibi doğal insan hukuku üzerinde erk sahibinin zorbaca yönetme arzusunun önüne kim geçecek?

***

Ben bu referanduma karşıyım diyebilecek milyonları aşan tercih sahibi olabileceğini sanıyorum. Kanırta kanırta halkın gündemine sokulmuş bir referandumdan hiç çıkarı olmadığını bilen ve düşünenler bunlar. Onları hangi kategoriye sokacağız? Bu kanırtma hadisesinin kendisi bile bir toplu çıkar ve stratejik hedefi apaçık ortaya koyarken nasıl inandırıcı olacaksınız?

***

Tüm bunları hukuk kuralları değil, doğal insan hukuku (Hobbes, Locke, Emmerich vs.) çerçevesinde yazıyorum. Yazılı kurallar nesiller boyunca genellikle ‘aşağıdakilere’ rağmen yasa haline getirilmiş normlardır. Oysa ‘aşağıdakiler’ işte, tarlada, sokakta, evde, eğlencede, ilişkilerinde o kurallara riayeti en asgari ölçüde gözeterek yaşamlarını sürdürürler. Çünkü kurallara ihtiyaç duymazlar. Yönetene de ihtiyaçları yoktur. Ta ki siz ortaya çıkıp onları siyaset alanının labirentlerinde köreltici ışıklar altında gezintiye çıkarana kadar. O noktadan sonra iyice cahilleştirip itaatin zeminini yaratana kadar!

***

Başa dönelim. Geçen hafta zikrettiğimiz, İspanyol halkının faşist güçler tarafından katledilişini anlattığı tablosu “Guernica”yı “siz mi yarattınız” diye soran Alman generaline, Picasso’nun verdiği yanıt bir yüz yıl sonra hala belleklerden silinmiyor: “Hayır, siz yarattınız!”

Metaforumuz şu; toplumların cahilliğini, körlüğünü, tembelliğini ve sürüler halinde itaatkarlığını da yönetenler yarattı!

Şimdi bu eserin meyvelerini devşirmek istiyorlar!

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı