REKLAMI GEÇ

İSLAM VE TASAVVUF

16 Ekim 2022 Pazar

İslam Dini Hz. Peygamber (sav) vasıtası ile biz insanlara Kur’an ayetlerinin vahyi ile gönderilip, anlatıldığında; halis bir kalp inancı ile değil de, Ebu Hureyre gibi “Birinci kaynaktan temel esasları öğrenerek, ona göre şerhler ve hadisler uydurmak” gibi “münafık” düşüncenin içinde olanlar, Emeviler gibi kindar ve soyluluk kiprine kapılan bir iktidar bulunca, “Şundan işittim, Bundan duydum” senedi ile “Hadis” uydurmaktan çekinmediler.
Hz. Peygamber (sav)’in “Kur’an ile karıştırılır” endişesi içinde kendi sözlerini yazdırmamasına rağmen, sonradan gelenler iyi niyetle “herkesin ezberleme kabiliyeti yok” veya “Hz. Peygamber’in hadisleri unutulmasın” diye bunları kaleme aldılar. Ama öyle bir kaleme alma oldu ki, kimileri Kur’an cüzlerinin kenarlarına hadisleri şerh gibi kaydettiler. Kimileri de hadisleri senetlerine dikkat etmeden yazarak, ortaya “Hadis” kelamını çıkardılar.
Hz. Peygamber (sav)’den 25 ila 30 yıl sonra kimileri “Peygamber şöyle demişti” diye kendi sözlerini Hadis diye yutturdular. Kimileri Kur’an ayetlerini Hadis ile açıklayarak, kendilerine göre yorumladılar ve sonrasında Tarikatlar, cemaatlar ortaya çıktı.
Halbu ki, Sahabi ve onları takip eden Tabiun dönemlerinde mezhep ve cemiyet bölünmesi yoktu. Ve büyük İslam Alimleri hiçbir zaman Tarikat kurmamışlardır. Onların öğrencileri olan Tabiut-tabbiun devrinde, hocalarının öğretilerini kendi yorumları içerisinde ciltler dolusu kitaplar yazarak ruhban sınıfının öncülüğünü yaptılar.
Asr-ı Saadet dönemini yaşamak isteyenler “sunnizm”, Hz. Ali taraftarları “Şia”, ortasında kalanlar “Hanbeli”, Türklerin islamiyeti kabul etmesiyle Şamanizmin öğretilerini islamiyette yorumlayanlar “Maturidi” oldular. Yani, bir portakalın dilimleri gibi bölük pörçük duruma düştüler. İran’lı Farisi, “Ateşgede” olanların zehirlemelerini, değiştirmelerini yazmıyorum bile.
Hele Hariciler ve Batiniler gibi, İslam’ı “zahiri ve Batini” anlamda yorumlayarak kendilerine pay çıkaranlar ise başlı başına bir yaşam, ibadet ve saflık olan İslam’a tasavvuf denilen, Antik Roma’nın felsefe anlayışını, Papaz ve Rahiplerin, Rahibelerin yaşantılarını da içine katarak İslam’ı yaşamak adına “Tasavvuf” dedikleri, tamamen düşüncesini dışardan alan bir ekol ortaya koydular.
Bunu “Ruhban Sınıfı” olan tarikat içerisinde yoğurarak; çilehaneleri, bir lokma bir hırka anlayışını, Kalp gözü açık mürşit ve şeyh anlayışını, sulandırılan Zikr öğretilerini, çalışmadan “Allah rızkı verir” anlayışı ile dilenmeyi, Fakirliğin bir kader olduğunu, Sabır ve Şükr’ün Allah’a itaat ve yaklaşmak olduğunu topluma empoze ederek, kendileri Müslümanların sırtından geçinmenin rahatlığı içinde göbeklerini büyüttüler.
Müslümanlar, tarikat ve cemaatlerin bu öğretilerini duyunca, “Halis Müslüman” olmak için akın akın onlara yöneldiler. Halbuki, bu sülükler yüzünden dünyalıklarını kaybettikleri gibi, Ahiret hayatlarını da tehlikeye soktular.
İşte Selçuk Tapkı hocamdan size; Müslümanları sömürmek için Arapça kelimelerle süslenmiş bir tarikat veya cemaatin müritlerine söylediği “halis Müslüman olma” kaidelerinden bazıları..
“İslamın baş belası tasavvuf ve tarikatlarda gariban bir müslüman tarikata girince, önce;
*Fenâ fi’l-ihvan olmalı. (Yani mürit arkadaşlarının arasında kendini yok etmeli, benliğinden sıyrılmalıdır. Sürü olmalı yani)
Bitmedi…
*Fenâ fi’ş-şeyh olmalı bu kez… (Yani, Şeyhinde kendini yok etmeli…)
Yine bitmedi…
*Fenâ fi’r-Rasul olmalı… (Kendini Allah Elçisinde yok etmeli…)
Veee.. Final
*Fenâfillah olmalı… (Allah’ta kendini yok etmeli, Tanrı ile bir ve bütün olmalı..)
Bu mantığa göre;
Allah, seni/beni/onu yaratmakla hata etmiştir. Tarikat/tasavvuf bu hatayı düzeltme ameliyesidir. Kısaca, Tarikat insan şahsiyetinin bir numaralı düşmanıdır. Kişiyi kişi olmaktan çıkartmak İslam’a/Kuran’a/Allah’a aykırılıktır.
Kişi önce tarikat arkadaşlarında kendini eritecek, sonra şeyhinde… Şeyhinin arzu ve istekleri kendi irade ve arzularının önünde olacak… Şeyh ne isterse, ne derse emrin olur diyecek… Karını boşa bana teslim et derse, şeyhi ,”amenna” diyecek. Tam bir kölelik..
Sonra Elçisinde yokluk…
Sonra da Allah’ta yokluk…
Öyle ki; Allah’da yok olunca da mürit, eşyayı eşya olarak görmeyecek. Çünkü her şey Allah oldu… Sonra baki/ebedi olan Allah’da ebedi olacak gariban. Mürit oldu Allah… Elbetteki cehenneme de gitmeyecek. Ha mürit ha Allah… Allah kendini cehenneme atar mı hiç ?
Gariban müritten ortada bir şey kalmadı ki, Allah’a, dünyada yaptıklarını sorgulasın. Yok oldu yok…
Madem ki ben onda yok olacağım, bunda yok olacağım… Allah niçin yarattı ki o zaman seni, beni, onu?
Hata işledi demek ki.. Bunlar Allah’ın hatasını (!) düzeltiyorlar akılları sıra…”
İşte Tarikatlara ve cemaatlara göre İslam Tasavvufu budur. İnsanın beşer olması, Allah tarafından Dünya ve Ahire sorgulaması olmadan “sürü gibi yaşamak” maksadı güdülmüştür. Oysa Allah’ın bize değil, bizim O’na ihtiyacımız var. “Sevgi ile O’nda kaybolmayı” bu denli karıştıran zihniyetin düşüncelerine ve yaşamlarına inanılır mı?
Siz hiç İlkokul mezunu, Arapça’yı bile bilmeyen bir şeyhin yaşantısını gördünüz mü? Hiç onu sorguladınız mı?
Bundan sonra sorgulayın, çoluk çocuğunuzun rızkını “Allah adına” başkalarına yedirmeyin.
Saygılar sunuyorum.
Esen kalınız…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Zeki YILDIZ   -  Bağlantı 17 Ekim 2022, 17:25

Çok doğru yazı, malesef bunu okuyup dikkat edecek kişi çook az.Ah bir okumayı becerebilsek. Doğru bildiğimiz yanlışlar kitaplardan haykırıyor. Okumuyoruz araştırmıyoruz. İnsan kendini sorgulamalı.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı