REKLAMI GEÇ

BEŞ YILDIR SURİYE DİYE DİYE…

30 Eylül 2015 Çarşamba

2010 Yılı Nisan ayında yazdığım bir makalemde, Arap âlemi ile ilişkilerimizde dikkatli olmamız gerektiğini vurgulamaya çalışmıştım. Bu ilişkilerin bizi her zaman zor durumlara düşürebileceğini söylemeye çalışmıştım. İslam âleminin halifesi olduğumuz dönemlerde hep koruyucusu olduğumuz Araplardan gördüğümüz düşmanlıkları unutmamamız gerekir diye düşündüklerimi sıralamıştım. Arapları, sömürgeci Avrupa’dan korumak için nöbet tutan Türk askerinin Akabe körfezinde, İngiliz Lawrence ile el ele veren Suûdî şeyhi eşkiyasının nasıl arkadan vurduğunu unutmamak gerekir demiştim.

Aradan iki yıl geçmiş ve 2012 yılının Temmuz ayındaki yazıma da (BULAŞMAYALIM ŞU ARAPLARA) diye başlık atarak, Suriye ile gelişen olumsuz ilişkilerin tehlikesine dikkat çekmeye çalışmıştım. O günkü düşüncelerimi detaylı bir şekilde sıraladıktan sonra, gelişmeleri aynen şu şekilde özetlemiştim.

(Suriye ile dostluk törenleri dün gibi hatıralardadır. Müştereken bir baraj temeli bile atmış ve başbakanlar seviyesinde törenler düzenlemiştik. O zamanlar Suriye Başkanı can ciğer dostumuzdu. Esat’ın karşıtı isyancılarla ne zamandan beri ittifak halindeyiz? Politikada dostluklar ve düşmanlıklar bu kadar kısa sürede nasıl oluşabiliyor anlamak mümkün değildir.
Son gelişmeler onu göstermektedir ki, her iki tarafın müttefiki gibi duran süper güçler karşımıza geçmiş, tırnak kızıştırıyorlar. Suriye bir keşif uçağımızı düşürdü ve bizleri derinden yaraladı, ama yetmedi. Şimdi de Rusya ile birlikte olduğu kesin olan bir askerî tatbikat yapmaktadır. ABD de bizim yanımızda gibi, ama Suriye üzerine yürümemiz için sırıtıp bizi itekleyip duruyor. Aklımızı kullanıp bu kızıştırmanın içine girilmemelidir. Suriye ile savaş bize bir şey kazandırsa bile, kaybettireceği çok şeyler olabilir. Aman dikkat! Bulaşmayalım şu Araplara…) diyerek yazımı sonlandırmıştım.

Bugün gelinen şu hallere bakınız. Hani biz birkaç ay içinde Suriye’nin işini bitirecek, Emevî Camisinde Cuma namazı kılacaktık değil mi ya? Ama olmadı. Olamazdı da. Dış politikada işlerin o kadar kolay olamayacağını iyi düşünüp taşınmamız gerekirdi. Suriye’nin yalnız olmadığını anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu ki. Daha o zamanlarda bile Suriye’nin Rusya ile müşterek askerî tatbikatlar yapıyor olması bizi uyandırması gerekmez miydi? Hele burnumuzun dibindeki Acem diyarı İran’ı bile hesaba katmamış olmamız, bizim dışişlerinin ne kadar gaflet içinde olduğunun açık delili değil midir?

Biz bu gaflet içinde dünya liderliği hayalleri kurarken, Suriye sınırları içerisinde IŞİD benzeri terör örgütleri çevremizde fink atar hale geldiler. PKK bile bu boşluktan yararlanıp, koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kafa tutar hale gelmiştir. Yöneticilerimiz durmadan konuşup laf üretip duruyorlar. (Köklerini kazıyacağız) dedikçe, toplu şehit haberleri ile yanıp tutuşuyoruz. Başbakanın (PKK’nın belini kırdık) dediği gün, karşılık verircesine aslan gibi bir binbaşımız şehit edildi. Suriye mültecileri sayısı milyonları aşmış, bizim en büyük sorunumuz haline gelmiştir. Güneydoğu illerimizdeki insanımızın yaşadığı sıkıntılar çekilmez hale gelmiştir. Bu beldelerde her gün can pazarı yaşanıyor ve oralardan neredeyse iç göç başladı başlayacak gibi. Birleşmiş Milletler toplantısı göstermiştir ki, Rusya ve İran’ın politikaları bizim için açık tehdit oluşturacağa benziyor. Rusya’nın Suriye’ye yığdığı savaş uçak ve silahları, ABD’ye rağmen işimizin zorluğunu bir kat daha artırıyor. Muhtar toplantıları ve olur olmaz söylemlerle seçim kazanacağız diye asıl problemlerimizi unutup gaflete düşmeyelim. Artık (Allah yardım eder) diyerek dualar etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı