REKLAMI GEÇ

HÜSRAN YANİ DİSTOPYA

18 Mart 2021 Perşembe

Sözcük olarak ilk defa; filozof John Stuart Mill tarafından 1868 yılında kullanılan “distopya”, gelecekte olabilecek olumsuz toplumları tanımlamak için kullanılır. John Stuart Mill’in bu kavramı; ”gerçekleşmesi için fazla iyi” olan ütopya’nın aksine, “gerçekleşmesi için fazla kötü” olan karşı ütopya olarak kullandığı öne sürülmüştür. Buna karşın; ünlü filozofun Yunanca bilgisi göz önüne alınırsa, aslında kelimeyi “ütopyanın tersi” olarak değil, “kötü bir yer” anlamında kullandığı anlaşılır.

Yunanca bir ön-takı olan dys/dis, “kötü”, “hastalıklı” ya da “anormal” anlamını taşır. Ou takısı ise “yok”, “değil” anlamını taşır ki, ütopya (outopia) Yunanca’da “olmayan yer” demektir. Aslında ütopya, “güzel yer” anlamına gelen Eutopia ‘ya da bir gönderme yapar (eu öntakısı “iyi, güzel” anlamı katar). Yani distopya ile ütopya, sözcük anlamları olarak; endişe ve tedirginlik durumu olan dysphoria ile mutluluktan uçma durumu olan euphoria’nın birbiriyle karşıt olduğu gibi karşıt değildir.

Ütopik toplum anlayışının antitezi olarak kullanılan distopya, otoriter ve baskıcı bir sistem olarak tanımlanır. Olumsuz bir geleceği, kötü bir yaşamı ifade etmek için kullanılan bu sözcüğün Yunanca kökenli olduğunu gördük. Distopik toplumlar, özellikle konusu gelecek zamanlarda geçen hikâyelerde yer alır. Bunlardan en ünlü olanları George Orwell’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” ve Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” adlı romanlarıdır. Distopik toplumlar edebiyatın birçok alt türünde görülmektedir ve genellikle toplumdaki politik, ekonomik, teknolojik ve dini problemlere dikkat çekmek için kullanılır.

En ünlüleri başta olmak üzere daha birçok popüler distopik romanın ve filmin merkezinde yatan şey, aslında insanlığın geleceğine yönelik farklı tarihli perspektiflerden kesitler sunmaktır.  Böylelikle, insanlık tarihinin gelecekte yaşayabileceği kaotik zamanları şimdiden betimlemektir. Bunu yaparken de romanların bazı referans noktaları vardır desek yanlış olmaz. Bu referans noktalarını; genel olarak yazarların içlerinde bulundukları dönemin politik atmosferi, ya da o politik atmosferi var eden tarihsel gelişmeler oluşturur.

Yani yazarlar; yaşadıkları dönemde kendileri ve insanlık açısından gidişatında sorun gördükleri gündelik yaşamdan yola çıkarlar. O yaşamı var eden toplumsal ilişkileri kendi hayal güçlerinde geliştirerek, ileriye yönelik olarak “bu böyle devam ederse bu da olabilir” demeye getirirler. Yazıya dökmeleri sonucunda ortaya çıkan düşünceler de, bugün yaşadığımız sorunlara değinir ya da çok daha karanlık bir dönemi anlatır. Oluşan bu atmosfer; okuyuculara, olabilecek en kötü gelecek üzerine düşünmeleri için bir ortam sağlar. Distopik ortamı okuyarak deneyimleyen her okuyucu, gelecek üzerine farklı imgelemeler geliştirir. Geliştirdiği bu imgelemeler üzerinden, günümüz koşulları ile distopik bir geleceği ister istemez kıyaslamaya başlar.

Distopya; dayatıldığı topluma büyük yıkımlar, mutsuzluk ve… hüsran getirir. “Hüsran’ın diğer adı distopyadır” diyebiliriz. Günümüz dünyasında distopya örnekleri yok değildir. Kuzey Kore en vahim örnektir, kanımca. Diğer örneklerin hangi ülkeler olabileceğini, siz değerli okurlarıma bırakıyorum. İki hafta sonra yeni bir yazımda buluşmak umuduyla, esen kalınız.

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı