REKLAMI GEÇ

SİMGESEL DÜŞÜNEBİLME KÜLTÜRÜ

21 Ağustos 2016 Pazar

Bir çiçek yalnızca bir çiçek midir? 
Simgeleyebileceği birçok şey de değil midir? Çiçek; sanırım en çok incelik, nazeninlik, serpilme, güzellik, kadın ve zarafeti simgeler. Şimdi de bir eşkenar üçgen düşünelim. Sivri ucu yukarıda ise bir takım şeyleri, sivri ucu aşağıda ise başka birtakım şeyleri simgeleme gücüne sahiptir. Bir biçimin neyi simgelediğini tümüyle akıl yürütme yoluyla yani mantıkla bulabiliriz. Çünkü simge mantığa dayanır. Sivri ucu yukarıda resmedilmiş eşkenar üçgen erkeği, erkekliği ve eril olan şeyleri simgeler. Erkeklik organını andırır çünkü. Sivri ucu aşağıda resmedilmiş eşkenar üçken ise kadını, kadınlığı yani doğurganlığı ve dişil olan şeyleri simgeler. Bu biçim rahmi andırır çünkü. İki biçimi Musevilik simgesinde olduğu gibi Davut Yıldızı biçiminde iç içe geçirirsek neyi simgeler?

Bakınız bu sorunun yanıtını hemen buldunuz. Çünkü mantıkla akıl yürüttünüz. Bu iki biçimi bir de tabanları çakışır biçimde birleştirirsek bir karo elde ederiz. Bu durumda evrendeki ikilik ya da er ve dişi birliği yanı sıra yeni simgesel anlamlar da oluşmaktadır. Sivri ucu aşağıya bakan üçgen yeraltını, öteki dünyayı simgelerken, sivri ucu yukarıya bakan üçgen de yerüstünü ve bu dünyayı simgeler. Karşıdan eşkenar üçgen olarak görünen kare prizma biçimindeki Mısır piramitlerinin yer altı bölümlerinin olması gibi. Sanırım piramitler de benzer bir simgesellik barındırırlar. Öte yandan, yalnızca canlılar, nesneler ve biçimler değil, kavramlar da simge olabilirler.

Öyle sanıyorum ki, ülkemizde ve toplumumuzda simgesel düşünebilen bireylere fazla rastlanmıyor. Oysa ki çoğu felsefi ve dini metinlerin temelinde simgesel düşünme yer alır. Okuduğumuz herhangi bir metinde çoğumuz, sözcük ve cümlelerin yalnızca yüzeysel anlamını algılıyor. Bu durum insanımızı simgeler dünyasından uzaklaştırıyor. Okuduğumuz metindeki simgesel anlatımları çözemiyoruz çünkü sözcük anlamlarına takılıp kalıyoruz. Bu durumda bize, bir sözcük yalnızca bir tek şey ifade edebiliyor. Oysa simgesel anlatımlar zengin anlam ve çağrışım evrenlerine kapı aralar.

Ekşi Sözlüğe göre, simgesel düşünce yaklaşık olarak 100.000 yıl önce başlamıştır. Daha öncesinde insanların birbirleriyle iletişim kurmayı becerebildiği fakat simgelerle düşünemediği bilinmektedir. ‘Simgesel Düşüncenin Doğuşu’ adlı eserinde Alan Barnard bu sürenin 130 000 yılı bulduğunu öne sürmüştür.

Metin Bobaroğlu ‘Simgesel Düşünme’ adlı ilk kitabında, simgelerin; kişinin kültürel yapısı, yaşam deneyimi, bilgi birikimi, algılama düzeyi ve ruhsal eğilimleri ölçüsünde bir anlam yüklendiğini vurgular. Simgesel dil ona göre, tarih içinde gittikçe gelişen ve derinleşen bir geleneğin bereketidir. Yazar, simgenin kadim bilgelik içerisinde ritüel ve mabet kavramlarıyla zorunlu bir ilişkisi olduğunu anlatır.
Ona göre:
‘Simgesel düşünme, gerçekliğe aşkın bir düşünme biçimidir ve var olan gerçekliğin ötesinde, ideal olanın aranışına olanak sağlar. İdeal olan, kavramlarla sınırlandırılırken, simge bu sınırları aşmaya yönelik yeni olanaklar sunar. Simge bir göbek bağıdır; anlamaya değil anlayışı geliştirmeye yönelik işlev görür, bilmekten çok keşif süreçlerine hizmet eder. Her bilinç simgeyle ilişkisinde bir anlam arayıcısıdır.’

Bu kuramsal açıklamalardan sonra konuyu biraz eğlendirici biçimde aralayalım. ‘Bunu mu aramıştınız.com’dan bir simge fıkrası ya da meseli:

Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri siyah biri de tam tersi olarak beyazdı. Oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde sürekli boğuşup duruyordu. Bunlar dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki kurt köpeği idi. Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olabileceğini düşünüyor ve merak ediyordu: Dedesi niye iki köpeğe ihtiyaç duyuyor ve neden renkleri ille de siyah ve beyaz? Artık bunu anlama zamanı gelmişti ve dedesine merakla sordu. Yaşlı reis bilgece gülümseyerek torununun sırtını sıvazladı ve ‘onlar benim için iki simge evlat’ dedi.

‘Neyin simgesi?’ diye sordu çocuk yine merakla…
‘İyilik ve kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder dururlar. Ben onları seyrettikçe hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları’ dedi yaşlı reis.
Çocuk sözün burasında ‘mücadele varsa kazananı mutlaka olmalı’ diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara yenisini ekledi:
‘Dede! Peki sence hangisi kazanır bu mücadeleyi, iyilik mi kötülük mü?’
‘Hangisi mi? Evlat, ben hangisini iyi beslersem…’

İçimizdeki iyiliği iyi besleyelim o halde, ne dersiniz?

Sonuç olarak diyebilirim ki,‘Simgesel Düşüncenin Doğuşu’ kitabının yazarı Alan barnard’a göre insanlar simgeler aracılığıyla iletişim kuruyor. Simgelerle düşünebilmek bir insan ayrıcalığı. Mecazlar yaratmayı sağlıyor ve sanatsal yaratıcılığı bu mecazlar besliyor. Mistik fikirlerin doğuşu da simgeler aracılığıyla oluyor. Simgesel düşünce bir kez vücut bulunca dili, ritüeli, müziği, sanatı ve inancı etkiler ve dili geliştirir. Buradan mitolojik düşünce türer ve simgesel düşüncenin daha da gelişmesi böyle olur. Bir toplumda simgelere dayalı düşünebilme gelişmezse o toplumun kültürü de gelişemez. Ulusal kültürümüzü geliştirmek istiyorsak kendimizi ve halkımızı soyut düşünceye ve simgeler dünyasına açmak durumundayız. Elbette simgesel düşüncenin toplumumuzda hiç yer almadığı da söylenemez. Ama yeterli düzeye yani yaygın kültür haline gelmesi, ancak nitelikli ve gerçekten milli bir eğitimin kurulması ve yaygınlaşmasıyla mümkün olabilir kanısındayım.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı