REKLAMI GEÇ

TEK BOYUTLU İNSAN VE ENDÜSTRİ 4.0

23 Kasım 2017 Perşembe

Tek Boyutlu İnsan, Alman asıllı Amerikalı düşünür Herbert Marcuse’ün bir kitabının ismidir. Bu kitabında modern batı kapitalizmini türlü yönleriyle eleştiren Herbert Marcuse, eleştirel felsefi yaklaşımı ve psikolojik çözümlemeleriyle Batı’daki 1960lar öğrenci hareketlerini etkilemiştir. 1898’de Berlin’de doğdu ve 1979’da Stranberg kentinde öldü. 1964 yılında yayınladığı ‘Tek Boyutlu İnsan’ kitabında; özellikle ABD’deki baskıcı düzen üzerinde durarak ürünlerin ve hizmetlerin bolluğunun yabancılaşmayı beslediğini, kişilerin bir araç, dolayısıyla da “köle” durumuna geldiğini öne sürdü. Çağdaş sanayi toplumlarında “eleştirici bilinç”in eksikliğinden yakındı (Filozof.Net).

Endüstri 4.0 ya da dördüncü sanayi devrimine gelelim. Bu kavramın ne olduğunu tam bilmeyen okurlarım olabilir. İzninizle kısaca tanıtayım: Endüstri 4.0; bilgi toplumundan ve kuantum fiziğinden güç alan, her şeyin interneti (uluslararası yatay örgütlenme), üç boyutlu baskı makineleri, sanal gerçeklik, yapay zeka ve robot teknolojileri temelli bir sanayi atılımıdır. Sanayi üretimini, üç boyutlu baskı makineleri yoluyla evlere de taşıyabilir. Herbert Marcuse Endüstri 4.0 öncülerini ABD’de gözlemlemiş ve incelemiştir: “4. Sanayi Devrimi’ne geçen ve geçecek olan toplumlarda, daha düşük üretkenlik durumuna yol açan özgürlüklerin olması istenmiyor ve istenmeyecektir. Bireylerinin gereksinimlerini karşılayabilen böyle toplumlarda, düşünce özgürlüğü ve siyasi muhalefet işlev kaybetmektedir” (Tek Boyutlu İnsan)

Endüstri 4.0’ın diğer eleştirilerini okuyalım: “Endüstri 4.0’ın sahip olduğu güzel yanlarının dışında, hayatımızı zorlaştıracak olumsuz yanları da mevcuttur. Robotların üretimi devralmasıyla insan gücüne duyulan ihtiyaç azalacak ve robotlar bir anlamda insanları işlerinden kovacaktır. Bu durum sadece fabrikalardaki mavi yakalılar için değil beyaz yakalılar için de bir risktir çünkü yapay zeka ile robotları programlayabilen robotlar ve tasarım yapabilen robotlar, üretimi devralacaktır. Endüstri 4.0 ile birlikte yeni meslekler ortaya çıkacağı öngörülse bile artan dünya nüfusu nedeniyle bu durum işsizliğe çare olamayacaktır” (Mühendis Beyinler.com). Makineler arası anlaşmazlıklarda devreye girecek ‘makine avukatlığı’ gibi yeni meslekler doğacaktır, anlaşılan. Ulus-devletlere ve ulusal egemenliklere fazla yer olmayan yeni bir dünya düzeni kurulmaktadır. Bireye nasıl bir egemenlik alanı bırakır, doğrusu merak ediyorum. Bireyin eleştirel özgürlüğü kalır mı?

Bu noktada, Endüstri 4.0 ya da 4. Sanayi devrimini savunan görüşlere de yer vermek istiyorum: “Sanayi devrimi 4.0 birçok otomasyon sistemini, veri alışverişlerini ve üretim teknolojilerini içeren kollektif bir terimdir. Bu devrim; nesnelerin interneti (serbest dolaşımı), internetin hizmetleri ve siber-fiziksel sistemlerden oluşan bir değerler bütünüdür (bu sistemler bilgisayar ve makine işbirliği demektir). Aynı zamanda bu yapı, akıllı fabrika sisteminin oluşmasında büyük rol oynar. Bu devrim, her tür verinin toplanmasına ve iyi bir şekilde izlenip analiz edilmesine olanak sağlayacağı için, daha verimli iş modelleri ortaya çıkacaktır (Türkiye’nin Endüstri 4.0 Platformu).

“Sanayi devrimi 4.0, teknolojilerin ve ‘değer zinciri organizasyonları’ kavramlarının kolektif bir bütünüdür (‘Değer zinciri’ rekabetçi bir kavramdır. Firma içi ve dışı tüm uğraşıların modellenmesi ve programlı uygulanmasını içerir). Bu devrim siber-fiziksel sistemlerin kavramına, nesnelerin internetine ve hizmetlerin internetine dayalıdır. Bu yapı, akıllı fabrikalar vizyonunun oluşmasına büyük katkı sağlar. Endüstri 4.0 ile modüler (eklemli) yapılı akıllı fabrikalar kapsamında, fiziksel işlemleri siber-fiziksel sistemlerle izlemek, fiziksel dünyanın sanal bir kopyasını oluşturmak ve merkezi olmayan kararların verilmesi hedeflenmektedir. Nesnelerin interneti ile siber-fiziksel sistemler birbirleriyle ve insanlarla gerçek zamanlı olarak iletişime geçip işbirliği içinde çalışabilecektir. Hizmetlerin interneti ile hem iç hem de çapraz örgütsel hizmetler sunulacak ve değer zincirinin kullanıcıları tarafından değerlendirilecektir” (Türkiye’nin Endüstri 4.0 Platformu)

Endüstri 4.0 ile ilgili gözden kaçırmamamız gereken önemli bir iyi haber de; artık dünya savaşlarının olmayacağı, olmasının asla istenmeyeceğidir. Sanırım bölgesel savaşların çıkmasına da elden geldiğince meydan verilmeyecektir. Çünkü bu sistem, uluslararası bir örgütlenmeyi ve eşgüdümü zorunlu kılar. Ülkeler ve insan kitleleri arasında nifak tohumları ekerek, her iki tarafa silah satmaya dayalı ‘Askeri Endüstriyel Kompleks’ devri sanırım kapanmış olacaktır. Bu kavram, savunma sanayii ve bilimsel araştırma ile silahlı kuvvetler arasındaki gizli ilişki demektir.

Bu hususa da değinen Herbert Marcuse’ün görüşlerine geri dönmenin tam zamanıdır sanırım: “İleri sanayi uygarlığında rahat, pürüzsüz, akla uygun, demokratik bir özgürsüzlük yürürlüktedir” uygulamada ilerlemenin bir belirtisi. Gerçekten de, bireyselliğin (toplumsal olarak zorunlu ama acılı işlerin makineleştirilmesinde) bastırılmasından; bireysel girişimlerin daha etkili, daha üretken şirketlerde yoğunlaşmasından; eşitsiz donatımlı ekonomik aktörler arasındaki özgür yarışmacılığın düzenlenmesinden; kaynakların uluslararası örgütlenişini engelleyen öncelik haklarının ve ulusal egemenliklerin kısılmasından daha akılcı ne olabilir? Bu uygulama düzeninin (ülkeler arasında) politik bir eşgüdümü de gerektirmesi üzüntü verici ama yine de umutlandırıcı bir gelişim olabilir” (Tek Boyutlu İnsan, sf.19 ) Burada anlatılanların mantıksal sonucu sanırım birleşik dünya hükümeti ve yeni bir Pax Mundi, yani dünya barışı kurulmasıdır.

“Sanayi toplumunun başlangıçlarında ve erken evrelerinde bir zamanlar öylesine yaşamsal etmenler olmuş olan hak ve özgürlükler bu toplumun daha yüksek bir evresi önünde gerilerler: Geleneksel gerekçelerini ve içeriklerini yitirirler. Düşünce, konuşma ve duyumsama özgürlükleri, “tıpkı yükselme ve korunmasına hizmet etmiş oldukları özgür girişim gibi” esasen eleştirel düşüncelerdi, eskimiş bir kültürü daha üretken ve daha akılcı bir kültürle değiştirmek için tasarlanmışlardı. Bir kez kurumsallaştıktan sonra, bu hak ve özgürlükler bütünleyici birer parçası oldukları toplumun yazgısını paylaştılar” (Tek Boyutlu İnsan, sf.19 )

“Daha düşük bir üretkenlik durumuna özgü özgürlükler önceki içeriklerini yitirirler. Düşünce bağımsızlığı, özerklik, politik muhalefet hakkı; bireylerin gereksinimlerini kendi örgütleniş yolu ile doyurmaya giderek artan bir biçimde yetenekli görünen bir toplumda temel eleştirel işlevlerinden yoksun bırakılırlar. Böyle bir toplum haklı olarak kendi ilke ve kurumlarının kabul edilmesini isteyebilir, ve muhalefeti politikaların statüko içerisinde tartışılmalarına ve yüreklendirilmelerine indirgeyebilir. Bu bakımdan; gereksinimlerin artan doyumunun, baskıcı mı yoksa özgürlükçü mü olan bir sistem tarafından yerine getirildiği önemsizleşiyor görünür. Yükselen bir yaşam standardının koşulları altında, sistemin kendisi ile uyumsuzluk toplumsal olarak yararsız görünür. Belirgin ekonomik ve politik zararlara yol açarak bütünün pürüzsüz işleyişine gözdağı olduğu zaman, daha da yararsız görünmeye başlar. Gerçekten de, en azından yaşam zorunlukları söz konusu olduğu sürece, mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımının bireysel özgürlüklerin yarışmacılığı içinde ilerlemesini gerektirecek bir neden yok gibi görünür” (Tek Boyutlu İnsan, sf.20)

Değerli okurum, insanlık yeni ve heyecan verici bir gelişimin ve değişimin eşiğindedir. Gereksinimlerin tam doyumunu vaat eden yeni bir sanayi devrimi doğuyor. Her birey bir sanayici ve ürün geliştirici olma potansiyeli kazanıyor. Yalnızca bilginin değil; enerjinin, malların, hizmetlerin ve teknolojilerin interneti, yani yatay ve serbest dolaşımı söz konusudur. Yaşamın artan sanallaşması ve kendi kendini eğiten robotların giderek insanlaşması yanı sıra, insanın gelişen siber tıp yoluyla giderek robotlaşması söz konusudur. Tek boyutlu insan, tek boyutlu düşünce ve tek boyutlu toplum kurgulanmaktadır. Özel girişim önünde hiçbir engel istenmiyor. Bu durumda; kapsamlı sağlık sigortası, doğanın ticari talandan korunması ve özel kara zarar verebilen kamu hizmetlerinin kuruluşu da istenmez. Herbert Marcuse gibi büyük düşünürlerin, bu yeni paradigma yani değerler dizisi karşısında eleştirel bir tavır almaları kanımca hiç yersiz değildir. Çünkü insanlık aynı zamanda büyük bir tehlikenin de eşiğindedir: Robotların egemenliği ve insanın köleleşmesi.

Bildiğiniz gibi, dünya alabildiğine bozuk bir düzene sahiptir ve bu düzenin egemenleri tümüyle şeytanlaşmıştır. Yüzyılların sömürgeci ve sömürücü emperyalizmi, dünya insanlığının gelir dengesini alabildiğine bozdu. İnsanların yüzde beşi, tüm kaynakların yüzde ellisini kullanıyor. Bilim ve teknoloji üreten ülkelerin hegemonyası, yeni bir kültür ve üretim ilişkileri bütünü dayatıyor. Fakir ülkelere ciddi kaynak aktarımı öngörüyorlar mı? Hayır. İmtiyazlarını adil ve eşitlikçi bir dünya düzeni için feda ediyorlar mı? Hayır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri bir ahlak süzgecine göre mi belirliyorlar? Hayır. Yani; insanlığın ve doğanın sağlıklı sürdürülebilirliği, bu gelişmelerde kriter alınmıyor. Sonuç olarak vurgulamak istediğim en önemli akıl tutulması şudur: Bilimin insanlık değerlerini belirleyebileceği yanılgısı. Bu akıl tutulması, bizleri buna inandıran etkili bir kandırmacanın sonucudur. Oysa ki, bilim yalnızca nelerin yapılmasının mümkün olduğunu bize gösterir, nelerin yapılması gerektiğini değil.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı